Connect with us

Ne arıyorsun?

Argonotlar

Söyleşi

Afrodit’in Doğuşu ve diğer hikâyeler: “In Situ” üzerine

Renknar Burcu Günay dört faklı şehirden mozaiklerin hikâyesini ölüm-yaşam ikiliği, cinsiyet rolleri ve yerinden olma hâlleri bağlamında yeniden yorumluyor.

Renknar Burcu Günay, Gelincik, 585 x 107 cm, 2024

Renknar Burcu Günay’ın “In Situ” sergisi Gaziantep, Şanlıurfa, Hatay ve Adıyaman’da yer alan dört mozaiğe odaklanarak onlarla ölüm yaşam ikiliği, cinsiyet rolleri ve yer(inde/n) olma hâlleri üzerine konuşuyor. Gaziantep’teki Samsatlı Zosimos’a ait Afrodit’in Doğuşu mozaiğinde tahrip edilmiş yüz ve el bölgesini Hanımeli adlı baskı işiyle yeniden yorumlayan sanatçı, sürekli tekrarladığı Afrodit’in eliyle seçimlerini elinde tutan kadın kimliğini temsil ediyor. Gelincik adlı baskı ve video yerleştirme Şanlıurfa’nın en ünlü mozaiklerinden Aile Portresi’nden yola çıkıyor. Burada sürekli tekrarlanan baskı kalıplarının izi depremde kaybedilen sayısız cana atıf niteliğinde. Son odada ise Su Şehri ve Neşeli ol isimli iki linol baskı ve Edessa’nın Suları isimli bir video art bulunuyor. Videoda köpüren sular izleyiciyi yine Afrodit’in köpürmüş sularda istiridyeden beliren yaşam döngüsüne götürüyor.

Sergi 25 Haziran – 5 Temmuz tarihleri arasında Kasa Galeri’de görüldü. Proje ise Eylül ayında Adıyaman’daki Perre Antik Kentinde gerçekleşecek bir atölye çalışması ve sergiyle tamamlanacak.

Renknar Burcu Günay, “In Situ” sergisinden görünüm.

Serginin adı “In Situ”nun anlamı nedir ve saha çalışmalarınla nasıl konuşuyor?

“In situ”, Latince bir kavram. Farklı bilim dallarında özgün konumunda ya da ilk yerinde anlamına geliyor. Arkeolojik kazılar sonucu yerinde muhafaza edilen, bulunduğu alanda işlev gören mozaikler için kullanılıyor. Bu kavramı belirlerken yerinde olma hâlinin ele almak istediğim şeyleri kapsayacağını düşündüm. Yer kabuğu, yerleşke, yerinden olma, yerle bir olma gibi bir çerçevede ilerliyorum.

“Taşın Söyledikleri: Kem Gözlere Dikkat Et; Neşeli Yaşa!” başlıklı CultureCIVIC projenden söz eder misin?

CultureCIVIC’ten hibe desteği aldığım “Taşın Söyledikleri: Kem Gözlere Dikkat Et; Neşeli Yaşa!” adlı projede Türkiye’de bulunan kadim medeniyetlerin mozaiklerinden yola çıkıyorum. Ölüm, yaşam ve iktidar kavramları üzerinden mozaiğin öyküsünü, son yaşanan deprem üzerinden kültürel miras haklarımıza odaklanarak okuyorum ve kültürel mirasın sahipsizliği üzerine bir düşün alanı yaratmayı amaçlıyorum.

Bu süreç Adıyaman Perre Antik Kenti’nde araştırma yaparken başladı. Bir çalıştay kapsamında davet edildiğim bu antik kent bir nekropol alanıydı ve o gün bir mozaiğin kazı çalışması yapılıyordu. Bölgede mozaiklerin çoğunlukla tesadüf eseri ortaya çıktığını öğrenince tesadüf kavramı üzerine düşünüp araştırmaya başladım ve benzer gazete haberlerine rastladım. Bu coğrafyada sayısız değer halen toprağın altında; buna göre kültürel değerleri seçili mozaikler üzerinden bugünün penceresinden yeniden okumayı öneriyorum.

Projenin depremle ve kültür politikalarıyla bağlantısından bahseder misin?

Uygulama süreci için Hatay, Adıyaman, Şanlıurfa gibi mozaik geçmişi olan illeri seçtim. Projenin yazım aşamasında bu iller iki büyük deprem yaşadı. Hem bölge halkı hem de kültürel doku yanlış politikalar nedeniyle ağır bir yara aldı. Toprağın altında kalan yaşamlar ile toprağın altındaki kültürel kimliğin irdelenme aciliyeti arttı. Bu süreçte Kem Göz Mozaiği’yle karşılaştım. Eski Roma’da nazarı ve kötü enerjiyi haneden ve hane halkından uzaklaştırmak için genellikle evlerin girişinde kullanılan bir mozaik bu. Mozaikte yer alan karga, panter, çıyan, yılan, akrep, yaba ve kılıç ev halkını korumak için kem gözle savaşıyor. Yine aynı karede Pan’ın yanı sıra kötü ruhları yok ettiğine inanılan, belirgin cinsel organıyla tasvir edilen Phallos var. Mozaik üzerinde yazan Yunanca KAICY “sana da” anlamına geliyor, hane için ne düşünüyorsan aynısıyla karşılaşmanı dilerim, şeklinde bir temenni ifadesi. Bu anlatım dilini depremle birlikte sorgulamaya başladım. İnsanları ve yapıları kötü ruhlardan koruduğuna inanılan tılsımlı sembol ya da figürler taşıyan, kem gözlerle savaştığı düşünülen mozaikler insan hırsına yenik mi düşüyor, gibi bir sorunun da peşindeyim.

Aile Portresi, Şanlıurfa, MS 3. yüzyıl

Projeyi uyguladığın Hatay, Adıyaman ve Şanlıurfa illeri projenin yazım aşamasında iki büyük deprem yaşadı. Kültürel doku bu büyük felaketten nasıl etkilendi?

Proje aşamasında ilk eğildiğim Perre Antik Kenti’nde karşılaştığım mozaikler ve onların rastlantı sonucu ortaya çıkma hikâyeleriydi. M.S. 2-3. yüzyıla dayanan bu mozaikler sayısız deprem ve sel gibi doğal afeti yaşamış bir coğrafyanın göstergeleri. Yakın geçmişteki depremler dışında, ikinci soruda da belirttiğim gibi Orta Euphrates (Fırat) Bölgesi bugünkü adıyla Adıyaman, Gaziantep ve Şanlıurfa şehirlerinin bulunduğu bölge, Euphrates ve kollarının sunduğu olanaklar dolayısıyla mozaik yapımı için uygun bir bölgedir. Fırat’ın sunduğu bu doğal malzeme aynı zamanda zıtlıkları da kendi bünyesinde barındırır.

Örneğin Zeugma (Belkıs) şehri ve onunla aynı kaderi paylaşan Samosata (Samsat/Adıyaman’ın bir ilçesi) şehrinde bugün Atatürk Barajının suları altında kalmış. Bölgenin geri kalan yerleşimlerinde ise rastlantı sonucu bulunan Edessa (Şanlıurfa) mozaikleri var. Deprem ve sel gibi olayların yanı sıra zamanla inşa edilen kültürel yapıda toprağın kat ve kat altında kalıyor. Kültürel doku yıllar öncesinde baraj altında kalan bir coğrafya. Bu kültürel hazinelerin üzerine bir yaşam alanı inşa edilmeden sit alanına çevrilmesini arzu ederdim.

Samsatlı Zosimos, Afrodit’in Doğuşu Mozaiği, Zeugma Müzesi, Gaziantep, MS 2-3. yüzyıl

Sergi turunda, politik hatalar silsilesini mozaikler üzerinden nasıl ele alabileceğimize dair yeni öneriler ve bakış açıları geliştirilebileceğinden bahsettin. Nedir bunlar?

Yanlış politikalar sadece yakın geçmiş için kurduğum bir ifade değil. Baraj sonrası tüm mozaiklerin sular altında kalması buna çarpıcı bir örnek. Yakın geçmişteki depremde yıkılan çoğu binanın asli planında değişiklikle ya da uygun olmayan malzemelerle yapılmış olduğunu, denetimsiz bırakıldığını gördük. Enkaz başındakiler bir süre sonra sadece yakınlarının naaşını almak, onları toprağa gömmek için bekler olmuştu. Bir şekilde toprak ile buluşturmak, ruhun da huzura kavuşması olarak görülüyor. Gelincik isimli video ve yerleştirme bu kapsamda çıkan bir çalışma. El ele ölümü kucaklayan, bu yolculuğa birlikte yürüyen inşamız elinde gelincik ile. Video ise onların olmayan mezarlarına bırakılan gelincikler. Bu coğrafyanın yüzyıllardır şekillenen yapısını ele alan, çağdaş ve eleştirel dile sahip, üstelik üretim süreçlerinin de görünür kılındığı alanlar yaratılmasını anlamlı buluyorum.

Küratör Ebru Nalan Sülün ile bu sergiyi hazırlarken nasıl bir iş birliği kurdunuz?

Ebru Nalan Sülün proje aşamasında mentorluğu, sergi aşamasında ise küratörlüğü üstlendi. Üretim sürecimde işe kimi zaman daha yalın bir dille yaklaşmamı sağladı. Kasa Galeri birbirine bağlı üç odadan oluşuyor; zor bir yapı ama güçlü bir ruha sahip. Örneğin ben baskıları tavandan asmayı önermiştim, oysa Ebru Nalan Sülün işlerin birbirleriyle diyalog hâlinde olmasını sağlayan bir yerleşim biçimi sundu.

Renknar Burcu Günay, Bana Başını Çevirerek Bak I, Ham Bez Üzerine Linol Baskı, 250 x 210 cm, 2024

Sergide ham bez üzerine yaptığın baskıları ve kalıpları bir arada gösteriyorsun. Bu materyalleri hangi amaçla kullandın?

Ham bez/Amerikan ya da kefen olarak da kullanılan bez (yine ölüm üzerinden okunduğunda). Baskıların hepsi ham bez üzerine linol baskı. Boyutları da iki ilâ altı metre. Sadece duvar yüzeyinde değil, enstalasyon gibi kullanıyorum baskıları, kimi zaman yerde. O nedenle metrelerce basıyorum aslında. Alanı kaplamaları, izleyicinin bu dinamiğe eşlik etmesi önemli. Kalıp benim için sadece bir kalıp değil, sürecin kendisi. Sürekli bir oyma hâli, oydukça yapının oluşması tıpkı bir arkeolojik kazı yapmak gibi. Aşama oluşturuyorsun. Linol gibi çabuk şekil alabilen bir malzeme kullanıyorum. Oyulan yerden çıkan linol çapakları, parçaları hâlâ elimde. Onları atmıyorum, onlar da bu sürecin içinde.

Kalıpları sergileme kısmı yine bu süreci yaşanılır kılmakla alakalı. Baskıların yapıldığı bezlerin ana kaynağı onlar. Sanat tarihinde geleneksel baskı sürecine farklı bir pencereden yaklaşan, edisyonu olmayan bir süreç. Aslında belki elli kere basıyorum ama hepsi tek bir kumaşta. Tek bir iş.

Sergide bir ses işi de var, özellikle kakofonik tınlamasını, rahatsız etmesini istediğini belirttin. Neden?

Sergide iki video var, biri sesli biri sessiz. Sessiz olanda sadece su görülüyor. Tüm duvarı kaplayan bir su. Adı Edesse’nin Suları. Sesin kullanıldığı video ise Gelincik. Gelincik Şanlıurfa Bölgesinde sıklıkla yetişen, mitlere de girmiş bir çiçek. Kısa ömründen ve hızlı solmasından ötürü yaşamın geçiciliği ve kırılganlık gibi anlamlarla yüklü. Gelincik videosu beyaz bir fon önünde yer alan ya da boşluğa bırakıldığı düşünülebilecek sayısız gelincikten oluşuyor. Onlara eşlik eden ses ise çiçeğin zemine çarpma sesi. Bu, aynı zamanda depremde kurtarma ekiplerinin uğraşlarını çağrıştırıyor ya da içeride kalanların dışarı çıkma mücadelesini. Mekânda yüksek sesle duyulsun istedim. Yarattığı rahatsızlık sadece görsel bir imgeyle değil, işitme duyumuzla da karşılanmalıydı. Biliyoruz ki her ses bir yaşam belirtisi.

İlginizi Çekebilir

Kütüphane

Özkan Işık’ın İMÇ YÜZONBİR'de devam eden “Kısır Gecesi” sergisinin metni Argonotlar Kütüphanesinde.

Kütüphane

Irmak Canevi’nin “Aralıktan Seksek” adlı kişisel sergisinin metni Argonotlar Kütüphanesinde.

Eleştiri

Erdal İnci'nin Art On İstanbul'da gerçekleşen "Real Estate" sergisini Oğuz Karayemiş ele aldı.

Kütüphane

Herkes Z kuşağını konuşuyor. Peki, Y kuşağı sanat dünyasında nerede?