Bir resmi oluşturan unsurlar nelerdir? Çeşitli boyalar, kalemler, fırçalar, tutucu yüzeyler (duvar veya tuval) ve başka malzemeler. Peki bir resme bakarken bunların ne kadarına dikkat ederiz? Kabul edelim, ressamın kullandığı boyaların kim tarafından, nerede, hangi aşamalardan geçerek üretildiğini; boyanın üretim sürecini, bu süreçte kullanılan malzemeleri, formülleri, denklemleri pek de düşünmüyoruz. Boyayı üreten ve satan kişi olarak boyacının ve boyacı dükkânının, resmin oluşumundaki yeri geri planda kalıyor. Bunda resmin (genel anlamıyla sanatın) toplumsal kavranışının, biçiminin ve içeriğinin yorumlanması düzeyinde olmasının da etkisi var. Bu bilgi üretimine dair eleştirel bir yaklaşımsa ancak bir resmi oluşturan ögelerin, olguların ve durumların derinlemesine incelenmesi yoluyla kurulabilir. İşte Yağız Özgen’in 22 Eylül – 28 Ekim 2023 tarihleri arasında SANATORIUM’DA gerçekleşen sergisi “Boyacı (Painter)” böyle bir yaklaşım benimsiyor.
Yağız Özgen, bu sergi için Galata Köprüsü’nün yanında, Perşembe Pazarı olarak bilinen bölgede yer alan kâgir bir gümrük binasının içindeki boyacıları gözlemlediğini; bu gözlemlerinden elde ettiği izlenimlerden hareketle galeri mekânında bir yerleştirme ürettiğini söylüyor. Bu sergide “boyacı” dört farklı anlamıyla kullanılıyor: boya üreten, boya satan, boyayı uygulayan kişi ve boya satışının yapıldığı dükkân. Özgen’in dikkat çektiği bir durum da var: “Boyacı” kelimesinin İngilizce karşılığı olan “painter” İngilizcede daha çok “ressam”, yani “boyayı tuvale uygulayan kişi” anlamıyla kullanılıyor. Oysa Türkçede “boyacı” dört farklı anlama geliyor ve bu da “boyacı” sözcüğüyle ifade edilen karmaşık ve iç içe geçen boyutların düşünülebilmesine olanak sağlıyor.
Özgen’in bu sergideki temel meselesini anlamak için önceki bazı çalışmalarına yeniden bakmak gerektiği düşüncesindeyim. Bu nedenle Özgen’in pratiğinden kısaca bahsetmek istiyorum. Resmin “ne” olduğundan çok “nasıl” yapıldığının ortaya çıkarılmasıyla ilgilenen Özgen için sanatsal üretim, aslında deney yapmak anlamına geliyor. Sanatçı, “Yönergeler“ (2019) sergisinde siyah renginin tonlarıyla doldurulmuş 196 adet boya poşetini, galeri duvarına bir resim yapılmak istense kaç fırça darbesinin hangi yönlerde vurulabileceğini gösterdiği çizimleriyle ve taslak çalışmalarıyla birlikte sergiliyordu.
Bu sergiye benzer bir yaklaşımı küratörlüğünü Misal Adnan’ın yaptığı “Bir Tutam Zapt Edilemez Karmaşıklık” adlı grup sergisinde yer alan Gökyüzünün Bulutsu Bakımından Zengin Kısmı (2022) adlı çalışmasında da kullanıyordu Özgen. Potansiyel bir duvar resmi için oluşturduğu kimi eskizleri, yönergeleri ve taslakları galerinin duvarında sergileniyordu. Buradaki yaklaşımlar Sol LeWitt’in 1960’ların sonunda başladığı Wall Drawing serisini akla getiriyor. Bu seride LeWitt, bir talimatname yazıyor. Talimatnamede galeri duvarına yapılacak olan resmin nasıl yapılacağına, hangi renklerin kullanılacağına dair direktifler bulunuyor ve LeWitt’in asistanları bu direktifleri duvara uyguluyor.
Şimdi Boyacı hakkında konuşmaya başlayabilirim. İçeri girdiğimde sağ tarafta cam kapakla kapatılmış bölmeye boya kutuları ve ruloların yerleştirilmiş olduğunu görüyorum. Bölmenin bu sergiye özel bir düzenleme olmadığını, aslında SANATORIUM’da düzenlenen bütün sergilerde galeride çalışan boyacıların kullandıkları boyaları ve ruloları bu bölmeye koyduklarını, bu bölmenin normalde beyaz bir kapakla kapatıldığını öğreniyorum. Bu müdahale “boyacı” kelimesinin sergide bahsi geçen “boyayı uygulayan kişi” anlamıyla da örtüşüyor. Boyayı uygulayan kişi olarak boyacının kullandığı malzemeleri oldukları gibi izleyebiliyorum. Serginin tartışmaya açtığı meseleleri dikkate aldığımızda bu müdahale serginin girişine oldukça uygun düşmüş.
Galerinin sağ ve karşı duvarlarında griye boyanmış dikdörtgenler var, sol duvar ile girişin ardındaki duvar ise beyaza boyanmış ve herhangi bir müdahalede bulunulmamış. Burada üç şey dikkatimi çekiyor. Birincisi, aynı rengin farklı tonlarının duvardaki gri dikdörtgen yüzeylere boyanması. Bu uygulama bir resim olmaktan ziyade, aynı rengin farklı tonlarının nelere imkân sağlayabileceğini ve nelerle yan yana gelebileceğini sorgulamama olanak tanıyor. Aynı rengin farklı tonları bu gri dikdörtgenlerin üzerine boyanmış. Bir diğer nokta ise iki tane gri dikdörtgenin üzerine herhangi bir boya müdahalesinin yapılmaması. Üçüncü olarak da kalan duvarların sadece beyaza boyanmış olması. Burası serginin isminin farklı anlamlarıyla bağlantılı olarak boşluk-doluluk kavramlarını da sorgulamama neden oluyor. Burada hangi duvar boş, hangi duvar doludur? Beyaza boyanmış ve olduğu gibi bırakılmış duvar boş mudur? Peki ya üzerine gri dikdörtgenler boyanmış kısımlar dolu mudur? Yoksa dolu olanlar sadece üzerine renk kartelasının boyandığı kısımlar mıdır? Duvarların boşluğu ve doluluğu, eserin varlığı ve yokluğuyla ilgili olduğundan “Boyacı”nın sorduğu soru göründüğünden daha ciddi. Boyanın salt fiziksel olarak uygulanmış olmasına bakılırsa bütün duvarlar doludur. Bu durumda sanat eseri, sanat eseri olmayandan nasıl ayırt edilir? Serginin kuvveti bu soruyu yanıtlamasında değil, ortaya koymasında yatıyor.
Beyaza boyanmış duvarın önündeki alanda ise Özgen’in daha önceki sergilerinde küçük siyah poşetlere konmuş kapalı ve adlandırılmış olarak gördüğüm boyar maddelerin saf halleri duruyor. Siyah ve beyaz boyaların yanında mavi, kırmızı, sarı, turuncu, kahverengi, yeşil ve mavinin farklı tonları bir kürekle beraber çuvalların içine konulmuş. Aynı alanda Karaköy’de bulunan bir boyacı dükkânının replikası yer alıyor. Replikadaki raflarda boyar maddeler, izopropil alkol, aseton gibi çözücüler, reçineler, katkı maddeleri, satılmaya hazır boya kutuları, balmumu, boş kavanozlar ve boya yapımında kullanılan diğer malzemeler bulunuyor. Replikanın içindeki küçük bölmeye boya üreten kişi olarak boyacının çalışma tezgâhı yerleştirilmiş. Oğuz Karayemiş’in sergi metninde de değindiği gibi “boyaların, boyaları teşkil eden pigment ve diğer kimyasalların, onları yüzeylerde belirli bir şekilde örgütlemeyi mümkün kılan fırçaların kudretleriyle” karşılaşıyorum.
Replika yapıyı çepeçevre sarmalayan iskelet göknar ağacından yapılmış. Göknar ağacının sanatçı açısından özel bir anlamı var. Tuval bezinin gerildiği kasnağın ham maddesi de göknar ağacından elde ediliyor. Bu ortaklık karşısında iki şey düşünüyorum. Birincisi, bu yapıyı tuval üzerine yapılmış bir çalışma farz edilebilirim. Ressamın tek ya da çift kaçışlı bir perspektif kullanarak çizmiş olduğu bir boyacı dükkânı olarak tanımlayabilirim. Raflarda bulunan izopropil alkol, aseton ve diğer malzemelerin yanı sıra boyacının masasının da bulunduğu dükkân prototipinin içindeki küçük odadaki bütün gereçler resmi oluşturan imler olarak karşıma çıkabilir.
Öte yandan yapının içerisinde bulunan çeşitli malzemelerin gündelik işlevlerinden koparıldığını da fark ediyorum. Burada artık ne bir tablodan ne de boyanın üretilebileceği ve satın alınabileceği bir dükkândan bahsedebilirim. Burada sanatçının da dediği üzere bir “yerleştirme” söz konusu. Herhangi bir boyacı, sergi boyunca galeri mekânına gelip oradaki tüm araç ve gereçleri kullanarak boya elde etme imkânına sahip olamayacak çünkü onlar sadece sergilenmek üzere yerleştirilmiş nesne konumundalar. Malzemelerin ne olduğuna dair bilgiler bana verilmiş olsa da onları kullanma yetkisine hiç kimse sahip değil. Bu tutum, 1960’larda kavramsal sanatın ortaya çıkışına kadar geri götürülebilir. Kavramsal sanat, gündelik hayatta kullandığımız nesneleri işlevlerinden koparıyor ve birer sanat nesnesi haline getiriyor. Joseph Kosuth’un Bir ve Üç Sandalye (1965) ve Marcel Duchamp’ın Tekerlek (1913) adlı eserlerinin de dahil olduğu çalışmalara benzer şekilde, Özgen’in de salt malzemeyi galeri mekânına taşıyarak “Sanat nedir?”, “Sanat nesnesi nedir?” gibi soruları bir kez daha tartışmaya açtığını düşünüyorum.
“Boyacı” sergisi resmin görünmeyen, dikkate alınmayan, göz ardı edilen yanlarını açığa çıkarmakla ilgileniyor. Kelimenin Türkçedeki dört anlamını da bir arada görmek; her bir anlamının nelerle hemhâl olduğunu, bağlantı kurduğunu ve anlamlar arasında başka ilişki biçimlerinin nasıl mümkün olacağını tartışmaya zemin hazırlıyor. Sergi, boyar maddelerin hem kendi benzerleriyle hem de diğer malzemelerle birlikteliklerinin yaratacağı imkânları düşünmeye bir alan açıyor. Bunlardan biri, boyar maddelerin tutucu yüzey olarak duvarla ilişkisi. Bu sergideki boşluk-doluluk arasındaki ilişkiyi duvarlarda eğer herhangi bir boya varsa o duvarın dolu olarak nitelendirilebileceği çerçevesinde formüle etmiştim. Bu durumda Özgen’in ressam olarak geri çekildiği ve boyacı olarak düşündüğü ortaya çıkıyor. Çünkü Özgen, duvarda herhangi bir resmini sergilemiyor; aksine resmi oluşturan öğelerden biri olan boyayı ve onun temin edildiği boyacı dükkânını odağına alıyor. Bunu sadece gri dikdörtgenler üzerine yapılan boyamalardan değil; farklı renkteki boyar maddelerin içine yerleştirildiği boya çuvallarının sergilenmesinden, galeride çalışan boyacıların kullandıkları boyaların ve ruloların izleyicilere oldukları gibi sunulmasından çıkarıyorum. Karayemiş’in metniyle birlikte değerlendirildiğinde bu sergi, imlerin hem kendi başlarına hem de başka bileşenlerle bir araya gelerek imgelere nasıl dönüştüğünü, bu süreçte ressamın cisimsel olan ve olmayanla kurduğu bağlar arasındaki ilişkiyi sorgulamamı sağlıyor.
Daha fazla Argonotlar içeriği için:
- 📩 Argonotlar haftalık güncel sanat bültenine abone olarak 3000+ kişilik topluluğmuzun bir parçası olun: E-posta adresinizle ücretsiz kaydolun
- ✍️ 2024 yılı Argonotlar Telif Kumbarası kampanyamız yayında. Telif Kumbarası’na destekte bulunarak Argonotlar Almanak 2023’ün basılı kopyasına sahip olabilirsiniz
- 📽️ Kundura Sinema’da filmografisinden yedi filmlik bir seçkiyi göreceğimiz Asta Nielsen’ı sinema tarihinde bu kadar önemli yapan oyunculuğunun izlerini sürüyoruz: Ayakları kadraja basan yıldız: Asta Nielsen
- 💬 Kültigin Kağan Akbulut’un Adila Laïdi-Hanieh ile özel söyleşisi: “Filistin sanatı ülkenin tarihini ve Filistinlilerin deneyimini anlatma, insanlık onuru arayışını sürdürme çabasıdır”
- 📸 İsmail Gezgin’le depremin üzerinden geçen altı ayın ardından Antakya’da yaptıkları çalışmaları, depremle defalarca yıkılan kentin tarihini ve bugününü konuştuk: “Yardım değil, dayanışma kültürü oluşturmamız gerek”