Connect with us

Ne arıyorsun?

Argonotlar

Kütüphane /

Sadakat timsalinden kentsel sembollere sanatta sokak köpekleri

Seda Niğbolu’nun Sanat Dünyamız’daki sanat tarihinde sokak köpeklerinin temsiline odaklanan yazısı Argonotlar Kütüphanesinde.

İnci Eviner, Kırık Manifestolar, 2010 3 Kanallı HD Video 3’ döngü, 6 kanallı ses enstalasyonu

Köpeklerin sanat tarihinde oynadığı rol kültürel ve kentsel dönüşümlerle birlikte büyük değişim gösterdi ve giderek daha politize bir hal aldı. Kamusal alanın bir sembolü olan sokak köpekleri ise marjinalleştirme ve soylulaştırmanın yanında hayvan haklarını ihlal eden yasaların da varlığıyla birlikte son dönemin sanatında giderek daha fazla karşımıza çıkan bir metafor artık.

Lascaux’un mağara resimlerinden Antik Mısır’ın mezar süslemelerine, Roma mozaiklerinden Antik Yunan çömleklerine köpeklerin sanattaki temsili tarih öncesine dayanıyor. Bu canlıların varlığını sanat tarihi için özellikle ilgi çekici kılan ise ifade ettiklerinin farklı kültürler, dönemler ve akımlar boyunca ne denli değiştiği. 19. yüzyıla kadar daha çok insanın yol arkadaşı, av partneri (ve bununla birlikte aristokratik etkinliklerin eşlikçisi), koruyucusu ve ruhani mekânların bekçisi olarak görülen köpekler daha ziyade sadakat kavramıyla ilişkilendirildiler. İnsan ve hayvan arasındaki simbiyotik ilişkinin hem vahşi doğanın hem de vahşi doğayı ıslah etmenin sembolü olarak görülen köpeklerin temsili medeniyetin gelişmesiyle birlikte giderek farklılaşıp güncel toplumsal konulara ayak uydurdu. Erken dönemin biçimin önde olduğu hayvanlarından daha sembolik kompozisyonlara geçiş insan-hayvan ilişkisinin daha yakın ve mahrem, bazen de yıkıcı olduğu anlatıların önünü açtı.

Osman Hamdi Bey (1842-1910), Arzuhalci, Tarihsiz, 110×77 cm, Tuval üzerine yağlıboya, Sakıp Sabancı Müzesi Resim Koleksiyonu

Dadaizm ile birlikte anılan Fransız avangard sanatçı Francis Picabia’nın Hayvan Terbiyecisi isimli eseri, köpeği sadece bir hayvan değil modern sanattaki geleneksel değerlerin ve ehli anlayışların bir alegorisi olarak değerlenmiştir örneğin. Gerçeküstücü bir yaklaşımın ağırlıkta olduğu resimleriyle olduğu kadar köpekseverliğiyle bilinen Giorgio de Chirico ise onları masumiyet timsali ve doğal dünyayla kurduğumuz bağlantı olarak resmederken köpeklere metafizik bir nitelik de kazandırmıştır. Velázquez’in Las Meninas (Nedimeler, 1656), Titian’ın Boy with Dogs in a Lanscape (Manzarada Çocuk ve Köpekler, 1565-1576) ve Courbet’nin Self Portrait with a Black Dog (Siyah Köpekle Otoportre, 1842) gibi eserlerinin oluşturduğu ve köpek figürünü sanatsal kanon içerisine yerleştiren resimlere atıfta bulunan Giorgio de Chirico, 1950’lerin sonunda bir konferans metninde şu dönemde her zamankinden de güncel olan şu sözleri sarf etmiştir: “Hayvanların korunması her şeyden önce uygarlığın bir ifadesidir. Bir ülke ne kadar medeniyse, insanın –yani medeni insanın– zayıf olanı koruma ve savunma görev duygusu da o kadar kendiliğinden ve doğal olarak ortaya çıkar. Hayvanlar, yalnızca insanın iradesine bağlı varlıklar oldukları için, özellikle zayıflar kategorisine girerler. Bu unutulmamalıdır. Zayıfların korunması yalnızca bir nezaket göstergesi değil, aynı zamanda ahlaki eğitimin de bir göstergesidir. Hatta bunun ahlaki eğitimin ABC’si olduğu bile söylenebilir.”

İnsandan Bağımsız Değerini Kazanan Bir Figür

Daha modern zamanların köpekleriyse giderek insanın korumasında bulunan ya da onu koruyan bir varlık olarak temsil edilmenin önüne geçer ve kendi özgün değerini kazanır. Doğayı modern yaşamın panzehiri olarak gören, Alman ekspresyonizmi temsilcisi Franz Marc’ın Naziler tarafından “dejenere sanat” olarak nitelendirilen Sibirya Kurdu portresinden Francis Bacon’ın kızgınlık ve acı dolu tehditkâr köpekleri ya da Keith Haring’in insan gibi iki ayaklı resmedilmiş dans eden köpeklerine duygu uyandırmak için sahiplerine ihtiyaç duymazlar artık. Kavramsal sanatçı Sophie Calle’in 1979 yılında çektiği 176 fotoğraflık serisi The Sleepers’taki (Uyuyanlar) kimi fotoğraflarda yatakta uzanan birinin bu mahrem ve savunmasız anını bir köpekle paylaştığını görürüz. Daha yakın zamanda, Serena Catone, Sophie Calle’i bir köpekle birlikte görüntülemiştir. Le Cénotaphe de Sophie (Sophie’nin Anıt Mezarı, 2017) işinde Calle yüzünü eliyle kapatırken ondan farklı bir duruşu olan köpek insanın göremeyip belki sadece bilinç dışı ile algıladığını doğrudan gören, gerçeğe doğrudan bakmaktan korkmayan bir varlık niteliğine bürünür.

Vahap Avşar, Uyuyan Dev, 2022, Çelik zincir

Köpekler sürü hayvanı doğaları gereği sanat tarihi boyunca çoğunlukla insan ile aralarındaki ilişkileri içinde değerlendirilse de güncel sanatta kamusal alandaki temsilleriyle birlikte iyiden iyiye kendi kimliklerini kazanırlar. Sadakat ve boyun eğmenin ötesinde bağımsızlık, başkaldırı ve yaşamın çelişkilerinin ta kendisi onlarda vücut bulur. Doğrudan kültürel, toplumsal, politik ya da salt duygusal mesajlarla izleyiciyi daha katılımcı bir bakışa davet ederler. Stilize ve soyut yorumlar ve kimi zaman da hiperrealist heykellerle dışarıdaki hayatta kendi özel yerlerini bulurlar. Kamusal alandaki bu temsillerin en bilineni Jeff Koons’un 60.000 çiçekle bezenmiş ve kendine Bilbao’daki Guggenheim Müzesi’nin önünde yer bulmuş olan Puppy (Yavru Köpek, 1992) heykeli olsa gerek. Yüksekliği 12 metreyi aşan bu Terrier heykeli, Edinburgh’da sahibinin mezarını 14 sene boyunca koruyan ikonik sembol Greyfriars Bobby ya da Tokyo’daki ünlü Hachiko heykeli gibi sanat tarihsel anlamda bir yeri olmayıp sadece duygusal bir mesaj veren ve saygı duruşunda bulunan anıt heykellerden soyutlamacı niteliğiyle ayrılır. Yaşama ve doğaya karşı oyuncu ve kucaklayıcı bir tavrın kutlanmasıdır bu heykel. Dev boyutuyla, Koons’un “kitlelerle iletişim” olarak tanımladığı sanatsal vizyonuna uygun şekilde kendisiyle etkileşime çağırır. Reklam ve eğlence endüstrisinden beslenen sanatçının bu heykeli ilk bakışta onu öyle algılamak çok kolay olsa da sadece dekoratif olmanın çok uzağındadır ve çok fazla ikiliği temsilinde barındırır. Bilgisayar modellemelerini 18. yüzyıl bahçeleriyle, kutsal ve ruhani olarak temsil edilen varlıkları gündelik ve materyal yaşamla, doğanın büyümesini .ürümeyle ve tüketimle, zarafeti aşırılıkla bir araya getirir. Ama tüm bu yorumlar bir yana sanatçının niyeti nihayetinde “güven ve güvenlik duygusu” telkin etmektir.

Marjinalleştirme ve Dışlanmanın Sembolü

Kamusal alanda köpeklerin rolünü yeniden hayal edenlerin en etkililerinden bazılarıysa onu aktivizmlerinin bir aracı olarak kullanan sokak sanatçıları olmuştur. Kent sanatı projeleri, duvarlar ve diğer kamusal alan tasarımlarıyla sadece komünite ve hayvanlar arasındaki bağı güçlendirmez, köpeği idealize bir eşlikçi ya da iş hayvanı olmaktan çıkarıp tüketim kültürü ve modern hayatın kaosunu yorumlayan, kimlik ve sosyal normları sorgulayan sembollere dönüştürür. Tıpkı Banksy’nin kapitalizmin işleyişini temsil eden ünlü duvar işi Man with Dog’da (Köpek ve Adam, 2018) olduğu gibi. Ağzına bir ödül kemiği uzatılan köpek adamın arkasına sakladığı ölümcül bir silahla tehdit edilmek üzeredir. Banksy’nin işi itaat ve kontrol kavramlarını köpek imgesi üzerinden aktarır.

Vahap Avşar, I hate America and America hates me, 2019, 4 kanal video düzenleme

Bu toplumsal eleştiri ve mesajlar söz konusu sokak köpekleri olduğunda daha can alıcı bir nitelik kazanır. Özellikle sokak köpeği popülasyonunun yoğun olduğu ülkelerde bu imge kendini terk edilme, evsizlik, yabancılaşma, sosyal marjinalleştirme ve fakirliğin olduğu kadar hayatta kalma ve direnişin gücü olarak da gösterir. Sokak köpeklerine karşı adaletsiz muamele diğer sosyal mücadele ve eşitsizliklerin de sembolü olur artık. Bu yaklaşımın en bilinen örneklerinden biri Ai Weiwei’nin toplumun sokak hayvanlarını göz ardı etmesiyle insanları göz ardı etmesi arasındaki paralelliği göz önüne seren ve yerinden edilmiş, hakları elinden alınmış mülteciler ile savunmasız canlılar arasında bağ kuran köpek temsilleridir. Ötekileştiren, dışlayan, sahipsiz bırakan zihniyetin tüm canlıları soktukları konum aynıdır. Sokak köpekleri güncel sanatta ana akım kültür tarafından dışarıda bırakılan her şeyin bir metaforudur artık. Onlara karşı olan sorumluluğumuzu olduğu kadar insanlara karşı sorumluluğumuzu da hatırlatan bu işler arasında Zhang Huan’ın Pilgrimage – Wind and Water in New York (Hac Yolculuğu – New York’ta Rüzgar ve Su, 1998) performansı da vardır. New York’ta bir müze avlusunda buz bloklarından oluşan bir yatağa uzanırken etrafı köpeklerle sarılıdır sanatçının. Kendi bedeninin kırılganlığını köpeklerin maruz kaldığı yaşam koşullarıyla ölçerek hassasiyetleri gözden geçirmemizi sağlar. New York’taki çok sayıda sokak köpeğine çok iyi bakıldığını söyleyen Yuan, insanlar gibi köpeklerin de dış çevreye karşı duyarlı olduğunu ve olası tehlikelerden korktuğunu söyler. Farklı kültürlerin bir aradalığını yücelten iş aynı zamanda kültür şokunun yarattığı korkuyu da anlatırken köpekleri hem canlılık hem de savunmasızlığın bir sembolü olarak kullanır. Michael Rakowitz Eti Sizin, Kemiği Bizim’de (2015) kullandığı alçıya Sivriada’da bulunmuş köpek iskeletlerini ve Anadolu’daki terk edilmiş Ermeni çiftliklerinden bulunmuş hayvan kemiklerini karıştırır. Bu eski bir gelenektir ve sanatçı geleneksel zanaatı canlandırıp sürdürürken bunun neyin pahasına yapıldığına da dikkat çeker.

Michael Rakowitz, Eti Sizin, Kemiği Bizim, 2015, Alçı kalıpları Sivriada’da bulunmuş köpek iskeletleri, Anadolu’da terk edilmiş Ermeni çiftliklerinden bulunmuş hayvan kemikleri. Fotoğraf: Sahir Uğur Eren, İKSV Arşivi

Türkiye sanatında da sokak köpeklerinin, genelde köpeklerin yeri yıllar geçtikçe değişime uğramıştır. Osman Hamdi Bey’in 19.yüzyıl İstanbul siluetinde iki sokak köpeğini resmeden Arzuhalci’sinde (tarihsiz) sokak hayatının dekoratif bir unsuru gibi görünen köpekler Burhan Doğançay, Özdemir Altan gibilerinin resimlerinde kimsesizlik, yoksulluk ve açlıktan özgürlük ve bağımsızlığa kadar çeşitli toplumsal söylemlerde bulunmak üzere kullanılan bir araçtırlar, artık kendi kimliklerine sahiptirler ve izleyicinin vicdanına da hitap ederler. Daha yakın dönemdeyse özgürlük ve savunmasızlığın çelişkisini kimliklerinde barındırırlar. Vahap Avşar’ın I hate America, America hates me videosu ve zincirden Uyuyan Dev heykelinde ehlileştirme çabası ile vahşilik ve yabancılaşmanın ikiliğini yansıtan bu varlıklar, artık kendilerine daha sembolik bir yer bulmaktadır. İstanbul gibi büyük şehirlerin sokak sanatında ise toplumsal ve estetik bir referans noktası olarak kent toplumunun sosyal yapısını, kentleşme sürecini, hayvan haklarını aktaran bir simgeye dönüşürler. Genellikle şehrin terk edilmiş alanlarında ve kenar mahallerinde yoğunlaşmış bu canlılar ötelenmiş olanın, sosyal eşitsizliğin kurbanı olanın bir sembolüdür. Kentleşme sürecinin onların yaşam alanlarını daraltması modernleşmenin insana getirdiği sıkıntıları temsil etmenin yanında hayvan haklarına dair etik sorunları da gündeme getirir.

Nermin Er, Karşılaşmalar 1, detay, 2021 Kâğıt üzerine kâğıt rölyef ve mürekkep, 50×150 cm

Feminist okumalara açık işlerde de sokak köpeklerinin varlığına giderek daha sık rastlıyoruz. İnci Eviner Kırık Manifestolar (2010) işinde kimlik inşası ve göçmenlik konusunu aktarırken İstanbul’un köpeklerini de karşımıza çıkarıyor. Nermin Er’in Karşılaşmalar I ve II (2021) adlı eserlerindeki kent siluetinde karşımıza çıkan köpek figürleri insanın kent yaşamında kendi dışındaki varlıklar ve doğaya hâkim olmaya dayalı ilişkisiyle kentleşme sonucunda daralan yaşam alanlarını hatırlatıyor. Ve tüm bunlar üzerinden insanın tahakkümü eşitliğe tercih eden karanlık yanını göz önüne seriyor. Virginie Yassef, İstanbul’da da sergilenmiş olan Dog’s Dream’de (Köpeğin Rüyası, 2021) hem insanlara hem de köpeklere ait olan rüya görme kavramı üzerinden onlarla aramızda bilinç yüzeyini aşan türler arası bir bağ kurar. İstanbul’un kenar mahallelerinde çekilen insansız Annika Eriksson videosu I am the dog that was always here (Ben hep burada olan köpeğim, 2013) ise bir sokak köpeğinin gözünden soylulaştırmaya kurban giden kentsel varoluşun yalnızlığını ve terk edilmişliğini gösterir.

Sokak köpekleri ve genel olarak köpeklerin insanlarla olan ilişkilerinin yoğunluğu, karmaşıklığı ve tarih içindeki dönüşümü düşünülünce onların doğayla, diğer insanlarla, kamusal alanla ve sosyopolitik sistemlerle olan ilişkilerimizde neden çok özel bir metafor rolünü taşıdıkları daha iyi anlaşılıyor. Nihayetinde insanı da onları da ilişkileri içerisinde tanımlayan temel unsurlar hayatta kalma ve bağ kurma güdüsü. Ve bunları tehdit eden vahşi politikalar var olduğu sürece sokak köpekleri hem sembolik anlamda hem de etik sorumluluklarımızı hatırlatan somut mesajlarla büyük ihtimalle sanatta daha da çok karşımıza çıkacaklar.


Bu yazı ilk olarak Sanat Dünyamız dergisinin “Kentin Doğası: Birlikte Yaşamak” (Kış 2025) adlı 203. sayısında yayınlanmıştır.

İlginizi Çekebilir

Kütüphane

Dirimart Yayınları'ndan çıkan Jack İhmalyan kitabında yer alan Ömer Faruk Şerifoğlu'nun makalesi Argonotlar Kütüphanesinde.

Kütüphane

Sosyolog Nazlı Ökten'in dünya tarihinde ve sanatında takının yerine dair kaleme aldığı metin Argonotlar Kütüphanesinde.

Millî Reasürans Sanat Galerisi Arşivi

Millî Reasürans Sanat Galerisi arşivi dizimizin dördüncü konuğu Arif Aşçı! Károly Aliotti'nin kaleme aldığı sergi metni Argonotlar Kütüphanesinde.

Eleştiri

“Bir Arada” sergisi Fulya Çetin ve İlhan Sayın’ın doğa, insan bedeni, ekosistem ve kent gibi temaları farklı ama birbirine temas eden biçimlerde işleyen eserlerini...