Connect with us

Ne arıyorsun?

Argonotlar

Söyleşi

Sinir uçları, ağlar, yankılar

İki boyutlu bir kesit gibi gözüken videoları, tiyatro sahnesini andıran yerleştirmeleri, zengin sanat pratiği ve alegorik anlatımlarıyla İnci Eviner’in son solo sergisi “Bir Adanın Sinir Uçları” üzerine

"Bir Adanın Sinir Uçları" sergisinden görünüm, Fotoğraflar: Nazlı Erdemirel

İnci Eviner’in son kişisel sergisi, “Bir Adanın Sinir Uçları”, Dirimart Pera’da 3 Eylül’de açıldı. Sergi, ismini aynı adlı videodan alıyor ve bu videoya Atölyenin Yankıları adlı bir yerleştirme eşlik ediyor. Kırk yılı aşkın sanat pratiğine Frieze Sculpture 2024, 58. Venedik Bienali Türkiye Pavyonu temsili ve daha nicelerini sığdırmış Eviner’in, ayrıca 2016’da İstanbul Modern Müzesi’nde retrospektif bir sergisi bulunuyor. 

Kendine has bir imge dağarcığıyla kurguladığı ve iki boyutlu bir kesit gibi gözüken videoları, bir tiyatro sahnesini andıran sergi yerleştirmeleriyle Eviner, tarihsel bir bakışla, çevrelendiği kültürün kodlarını sorguluyor, sorgulatıyor. Sanatçı, desenin merkez olduğu zengin sanat pratiğinde bilinçaltını dürten alegoriler yaratıyor. Bu söyleşide, kendisine halihazırda sorulan soruları yöneltmekten ziyade, adanın bilinçaltı çağrışımlarını ve kavram olarak neye tekabül ettiğini, eserlerindeki hayvan figürlerini ve fabl ile olan bağını, bu serginin üretim süreci ile sanatçının pratiğinde nereye oturduğunu konuştuk. Sergi 3 Kasım’a kadar görülebilir.

Serginin iki kısımdan oluştuğunu düşünebiliriz, Bir Adanın Sinir Uçları adlı 5’39”luk bir video ve Atölyenin Yankıları adlı yerleştirme. Videoyla başlamak istiyorum. Sanat pratiğinizin temel taşlarından biri olan ve sizinle özdeşleşmiş bir anlatımdan bahsediyoruz. Video çok katmanlı, yaşadığımız coğrafyaya dair de mühim birkaç tarihi olaya atıf bulunuyor. Bir ada karşılıyor bizi, fonda huzursuz hissettiren bir müzik. Neler oluyor bu adada?

Ada fikri her zaman şekil değiştirerek de olsa yapıtlarımda yer aldı. Bazen kavram olarak bazen bir soyutlama olarak hayal ile gerçeğin çatıştığı bir yer olarak videolarımda topografik kesitler de yer aldı. Bir Adanın Sinir Uçları nörolojik ağların sardığı bu Ada’da bitki ve hayvan oluşun hayatın nosyonlarıyla karşılaştığını görüyoruz. Bu karşılaşma Ada’nın katmanları arasına gizlenmiş topografik duygu senaryoları olarak ortaya çıkar. Bunların bir kısmından bahsedecek olursam; camii minaresinden uzanan sarı perukla kır atın kuyruk hareketi arasındaki benzerlik ya da çelişki olarak ifadesini bulabilir. Minarelere gizlenmiş imgelerde kadının arzusundan duyulan korkunun izlerini sürmek istedim. Her türlü dualiteden uzaklaşarak meselelerin çok katmanlı gerçekliğine gizlenmiş psişik ve kültürel imgeler arasında dolaşmayı seviyorum. Böylece sürekli birbirini dönüştüren hareketli imgelerin yeni anlamlara dönüşmesini deneyimlemek mümkün.

Benim için Ada fikri pek çok karanlık çağrışımıyla Yassıada – “Demokrasi ve Özgürlük Adası” ve Hayırsız Ada’da cisimleşti. Videoda topografik kesitlerden birinin içine yerleşen kırık dökük mahkeme mobilyaları “Özgürlük ve Demokrasi” adasından geliyor. Siyasi bir görüşün adalet simgelerinin temsil edildiği bu adada yapay olarak sözde demokrasi tarihinin karanlık sayfalarının anıtlaştırıldığını görüyoruz. Bu adayı ziyaret benim için temsil politikalarını bir kere daha sorgulamama neden oldu. Bu temsil katmanlarını oluşturan kavram ve imgelerin videoda bazen kimliğimizin sorgulamaktan korktuğumuz derinliklerine nüfuz eden korkuların ortaya dökülmesi de olabilir. İktidarın ve şiddetin temsili yoktur ancak etkilerini görebilir, özellikle kendi psişik yapımızın karanlık odalarına girerek izini sürebileceğimizi düşünüyorum. Bu izler bir araya geldiğinde insan olmanın ve bir topluma ve kimliğe ait olmanın sorumluluğunu da paylaşmamız gerektiği gerçeğiyle yüzleşmek için bir olanak olabileceğini düşünüyorum.

Kırk yılı aşkın bir sanat pratiğiniz var ve dolayısıyla eserlerinizin belli bir imge dağarcığı var; bunlardan biri Antigone. Bu videoda Antigone’un karşısına elinde baltalı biri çıkıyor ve tam oduna vurmak üzereyken dans etmeye başlıyor. Öte yanda, yıkık minareler (oryantalist ressam Antoine Ignace Melling’in çizimlerinden esinlenmiş) ve kukla oynatıcısının kuklasını oynatamayıp onunla mücadele etmesi; bunların hepsi bana arada kalmışlığı, sıkışmışlığı çağrıştırıyor. Tüm bunların tarihle bağı nedir? Antigone nasıl oldu da baltalı birinin karşısında yeniden ele alındı bu eserde?

Video demek konuşma dilinde bize bir kolaylık sağlasa da, ben yaptığım işlerin hareketli resim olduğunu düşünüyorum. Bu videonun merkezinde bir sahne var ve bu sahneden kukla ve kukla oynatıcısı arasında sürekli bir mücadeleye tanık oluyoruz. Aynı zamanda kuir temsiller arası kurgulanmış kimlikler ya da öznelliğin bir çeşit tartışması olarak da anlayabiliriz. Burada nefretten şefkate pek çok duygunun sürekli birbirinin yerini almaya çalıştığını görebilirsiniz; kostümün ışıltısı yasaklı bir arzunun ifadesi gibi… Uzun zamandır bu pırıltılı kumaşlardan kostümleri kullanıyorum. Bu da kadın arzusundan korkulan bir kültürde yaşıyor olmaktan gelebilir. İşte bu korkunun ölüm ve yaşam arasında kendine bir varlık imkânı arayışı da denebilir.  

Kukla ve kuklacının mücadelesinde Japon Bunraku kukla geleneği ve bu konuda Roland Barthes’ın yazdığı bir makale benim için oldukça önemli oldu. Özneleşme süreçlerini düşünürken kendimi de bu kaosun ortasına atmaktan çekinmedim. Sanatçının yaşadığımız çağın kaosundan uzak duramayacağını ve bu kaosun ağırlığından ve baskısından ancak kendini özne olarak çoğaltarak hafifletebileceğini düşünüyorum. Bu bir anlamda  çalışırken sanatçının kendi ağırlığından kurtulduğu ve yüzünü kaybederek derinlerde indiği bir deneyim. Bu derinliklerde, kültürel alışkanlıklar ve nosyonların köklerini bulmak mümkün. Kimliğimize kazınan bu alışkanlıkları bulup çıkarmak gerektiğini düşünürüm. Bilinçaltı bu işleyişte bilinçle girdiği çatışmada sürekli imgeler üretir. Bu imgeler bazen öznel olduğu gibi alıntılar da olabiliyor. Melling pastoral bir oryantalist olarak işlerimde yer alıyor. Hasköy’de cephesi ptb olan ev tipi camii oldukça ilgimi çektiği için yerini aldı. Diğer bir alıntı Ergene’de zehirli akan bir nehrin kenarına kurulmuş bir gecekondunun geride bıraktığı plastik perde parçası ve biraz ötede Antigone bedenini saran ve onu hareketsiz bırakan parlak kadife bir korsenin içinde bizimle dalga geçer gibi bize bakar. Baltalı adam şiddet ve günlük jestler arasında savrulurken kararsız kalır. Siyah yarasa adamlar cinsellik ve inanç arasında sıkışan bedenler olabilir. Alıntı imgeler ve öznel imgeler diğer işlerimde olduğu gibi bir araya geliyorlar.

Bu videoyu izlerken aklıma Biz, Başka Yerde (2019), Harem (2009), Ulusal Zindelik ya da Modern Çöküşün Bakımı (2013) gibi daha önceki işleriniz geliyor: İki boyutlu bir perspektifle, bir kesit gibi gördüğümüz video anlatı; içinde yaptığı hareketi sürekli tekrarlayan ve sayıklayan karakterler, antropomorfik detaylar ve biyolojik yapısı değiştirilmiş hayvan imgeleri görüyoruz. Pratiğinizde bunu sıklıkla, özellikle bunu deneyimleyen kadınlar üzerinden yapıyorsunuz. Bu sayıklamalar, tekrarlar ve döngülerin, ifade edilemeyene –indirgemek gerekirse bilinçaltına– dair olduğunu biliyoruz. Bu act’lerin pasif bir hareket değil de, aksine birer aksiyon olarak görülmesi gerektiğini söylüyorsunuz. Biraz açar mısınız bu güçlü karakterleri ve bu ‘aksiyon’ halini?

Videolar bir çeşit hareketli resim olarak pek çok katmanı bünyesinde barındırma imkânına sahip. Bu katmanlar bazen mimarinin ideolojik planlarının üst üste çakıştırılarak tekinsiz koridorlar oluşturur ve bu koridorlarda modernizm ideolojisini başarasızlığa uğratan ve sürekli kendini tekrar ederek başka bir enerjinin açığa çıkmasına yardım eden figürler vardır.

Yaptığım işlerin biraz minyatüre benzediğini düşünüyorum. Olayları farklı zaman aralıklarında üst üste çakıştırmak ve aralarındaki gizli ilişkilerin peşine düşerek bir çeşit rasyonel olanla irrasyonel arasında ilişkiler kurmaya çalışıyorum. Çalışma biçimim çizerek zihnimden imgeler toplayarak başlıyor ve aynı zamanda ağırlığını hissettiğim politik sorunları kavramsallaştırmak üzere bir süre kitaplara dalıyorum.

Derken çizimler oyuncularla atölyede provalarla yavaş yavaş şekilleniyor. Stüdyoda devam eden çekimler bana sayısız kısa video çekimden elde edilen çıktıları yere yayıp aralarında ilişkiler kurarak senaryolar oluşturmamı sağlıyor. Bu süreçte daha önceden planlamadığım ve oyuncuyla aramda anlık etkileşimle ortaya çıkan aksiyonlar da videonun gidişatını etkileyebiliyor. Bu süreçte tesadüfler ve tesadüfleri çağıran bir çalışma yöntemi kullandığımı söyleyebilirim. Bu uzun soluklu çalışmanın her anı benim için oldukça heyecan verici. Her seferinde kendimi şaşırtmak ve yeni bir şeyler keşfetmek için çalışmak ve bu süreçleri kontrol etmeye çalışırken birden ortaya çıkan beklenmedik aksiyonları bir sonraki videoya taşımak; bu çalışma yönteminin çok disiplinli bir yaklaşımla mümkün olduğunu düşünüyorum. 

Antropomorfik detaylar üzerine, Bard’daki eğitimim sırasında şair Haytham El-Wardanî’den aldığım “On Quoting” dersinden bir anekdot paylaşmak istiyorum. Kelile ve Dimne adlı, 8. yüzyılda Abdullah İbn-i Al Mukaffa tarafından yazılmış bir fabl örneği, alıntılama (quoting) ve hayvanların dile gelmesi üzerine. Haytham bu dersi Kelile ve Dimne ile açmıştı ki bizlere alıntılamanın ve hayvanların dile gelmesinin ne demek olduğunu tartışalım. Bunun, insanların yarattığı acılar karşısında konuştuğumuz dilin yetersiz kalmasıyla ilgili olduğunu ve bunları ifade etmek adına başka canlılara, varlıklara, nesnelere ihtiyaç duyulması üzerine konuştuk. Sizin eserlerinizde de, mesela Meydan Korkusu (2021) ya da Bir Adanın Sinir Uçları’nda (2024), sık sık insan merkezli bir hayat akışına aniden giren hayvan imgeleri veya antropomorfik detaylar görüyorum. İşlerinizde insan merkezli bir anlatımdan ziyade, insanı var olan düzenin ortak ama üstün olmayan bir parçası olarak gösteriyorsunuz. Tam da bu fabl örneğinden hareketle, buna dair, nasıl kesitler izliyoruz işlerinizde? İnsanın üstün olmadığı sanat işlerinizin kendine has evreninde, hayvan figürleri neyi ifade ediyor sizin için?

İnsan merkezli anlatımlardan çoktan vazgeçmemize neden olacak şiddet dolu olaylar yaşadık ve bu konuda sarsılmaz şüphelerimiz oluştu. İnsanın muktedir bir otorite olarak yapıtlarımda her zaman ortasına yerleştirmek yerine onu farklı varoluşlarla sürekli sınıyorum. Fabllar ve mitoloji ve günlük hayatımız ve müzik, dans ve siyaset sürekli bizi şekillendiriyor. Bütünün parçası olarak benim karakterlerim kendilerini tekrar ederek bazen yaşamın saçmalığını ifşa ederler, bazen de bu döngüler bize bir sır verir.

Bu sergide de gördüğümüz kostümlerin, Bir Adanın Sinir Uçları’nda da gördüğümüz oyuncuların sizin üretiminizin ayrılmaz bir parçası olduğunu görüyoruz. Hatta video işlerinizde, Evden Kaçan Kızlar’da (2015) ya da Harem’de (2009) sahne tasarımı, kostüm ve koreografiyle bir tiyatro sahnesi kurguladığınızı söylemek mümkün. Bu kadar interdisipliner çalışmak kolay olmamalı. Bu alanda kendinizi nasıl besliyor, disiplini nasıl sağlıyorsunuz?  

Atölyenin Sesi yerleştirmesi atölyede video çekimlerinde kullandığım kostüm ve proplarla birlikte yaşamak onları fırlatıldıkları köşeden çekip çıkarmak arzusuyla şekillendi. Onlara kendilerini mekânda yeniden tanımlamalarına olanak vermek için güçlü bir istek duydum. Evden Kaçan Kızlar’da yer alan ayna, heykelin sergi mekânında kendine yer bulması ve Biz Başka Yerde işinden ranzayla buluşması önceden tasarlamadığım bir etkileşimi gerçekleştirdi. Bu aynı zamanda sanatçının ürettiği ve her birinin belli bir konsepte hizmet ettiği objelerin kendi başlarına varlık kazanmaları benimle onlar arasındaki ilişkiyi yeniden düşünmeye yöneltti.

Çokdisiplinli düşünmeyi ve üretmeyi temel pratiğim olan çizime bağlıyorum. Çizmek sürekli evrilerek başka malzemelerle kolayca buluşabiliyor. Çizerek düşünme alışkanlığım hem hayal kurmayı, hem de kavramsal düşünmeyi içinde barındırıyor.

Sahneler kurmayı ve bu sahnelerin kesitlerine aksiyon halinde hikâyeler yerleştirmeyi seviyorum. Bu çok imkânlı çalışma biçimi hem bir eş zamanlılık yaratıyor, hem de bana minyatür geleneğini hatırlatıyor. Sınırlı bir görsel anlatım katlanarak çoğalıyor ve anlam katmanları çelişkileri de açığa çıkarabiliyor. Böylece dualitenin ara yüzleri dışarda bırakan keskinliğinden kurtulup pek çok detay ve ara anlamlarla derinleşebiliyorum. 

Bu odadaki arşiv materyalleri arasında Yassıada (Demokrasi ve Özgürlük Adası) Yargılamaları’na dair bir referans, Bir Adanın Sinir Uçları’nda vuku buluyor. Bu videodaki adanın Türkiye yakın tarihindeki birkaç olaya atıfta bulunduğunu söyleyebiliriz. Jungçu bir bakıştan ve Freud’un “Idea of Uncanny” (Tekinsizlik Kavramı) fikri üzerinden “ada” dediğimiz olgunun aslında arada derede, bilinçaltıyla bilinen dünya arasında sıkışıp kalma halinin verdiği bir tekinsizlik hissine tekabül ettiği söyleniyor. Tam da bu noktadan, bu videodaki ada kavramının Türkiye’nin hesaplaşmaktan kaçındığı felaketler tarihinden, kolektif hafızadan bizlere kalan tekinsizlik/tedirginlik duygusunu bu videoda hissediyorum. Daha da ileriye taşıyarak, kurguladığınız sahnelerin, sergi enstalasyonlarının da hep birer ada gibi ortaya çıktığını görüyorum. Ada olarak kurguladığınız sahneleri ve son videonuzdaki adayı da düşünerek, tedirginlik hissinin pratiğinizde ve sizde nasıl bir yeri var?

Ada pek çok düşünür ve yazar için verimli bir metafor olmuş. Beni en çok etkileyen Kafka’nın Ceza Kolonisi öyküsü ve “Demokrasi ve Özgürlük Adası”, eski adıyla Yassı Ada’yı ziyaret… Bu adada gördüklerim yalnızca çarpık bir fantezi dünyası değil, aynı zamanda sözde çağdaş sanatın dilini kullanarak üretilen heykel ve yerleştirme uygulamalarıdır. Demokrasinin simgelerinden biri hukuk kitapları, mahkeme, gözü bağlı elinde terazi tutan dev heykel vs. Daha pek çok heykel ve barkovizyon, gerçekten korku tüneline girmiş gibi oldum. Öte yandan video için Hayırsız Ada bana korkunç bir geçmişin simgesi gibi gözüktü ve orada konaklamaya karar verdim.

Bir söyleşinizde “sağ elin ezberlediğini sol elle unutmaya çalışıyorum” demişsiniz. Bu cümle beni çok etkiledi. Kırk yılı aşkın sanat pratiği olan bir sanatçı, her yaptığınız iş retrospektif açıdan sanat pratiğinizde özel bir yere oturuyor. Bu cümleyle tam olarak ne ifade etmek istediniz? Sağ elin ezberlediğini solun unutacağı bir sonraki adıma nasıl karar veriyorsunuz?

Sanat benim için hiçbir zaman bir anlatı kalıbı olmadı. Kendimi sürekli sınayarak yeni heyecanlar peşine düştüm. Hazırda bulduğum ya da çoktan kazanmış olduğum yeti ve marifetlere güvenmemeyi çok erken yaşta öğrendim. Benmerkezci davranış biçimi bizden önceki erkek sanatçıların bir kısmında oldukça yaygındır. Bir sanatçı için egocentric davranışın onun tüm yaratıcılığını tüketecek bir tuzak olduğunu düşünürüm. Sanat yaparken bir yanınızda özgürce üretmenin verdiği haz, diğer yanınızda şüphe olmalıdır. Kendi öz kaynaklarınızı cömertçe kullanırken toplumla ilişki içinde olmak gerektiğini düşünürüm. Samimiyet ve şüphe ayrılmaz bir ikili benim için.

Derslere sanat lafı etmeden sanatı arayıp bulmak için geliştirdiğim yöntemlerle başlardım, bu da oldukça özgürleştirici, bireysel ve toplumsal fikirler için yaratıcı uygulamalara dönüşürdü. Böylece sanat korkusundan kurtulmuş olurduk ama aynı zamanda kendi küçük yaratıcılıklarımızı sanat olarak tanımlamanın mümkün olmadığı gerçeğiyle karşılaşırdı öğrenciler. Bu noktada öğrencinin kendiliğinde self sorgulamaları başlardı. Bu da elbette sanatın ciddi bir sorumluluk olduğu gerçeğiyle karşılaşmamızı sağlıyor. Sanatı yaşamsal bir ihtiyaca dönüştürmek ve onu sürekli merakla besleyerek canlı tutmak benim için önemlidir.

İlginizi Çekebilir

Söyleşi

Raziye Kubat’la dağ köyüne dönüşünü, romantik imgelerden uzak bir perspektifle, doğanın sertliği ve direnişiyle şekillenen yaratım sürecini konuştuk.

Kütüphane

Sanat Dünyamız dergisinin "Sanat Tarihi Nasıl Yazılır?" temalı Eylül/Ekim 2024 tarihli sayısında yayımlanan Sezin Romi'nin yazısı Argonotlar Kütüphanesinde.

Söyleşi

Civan Özkanoğlu ile .artSümer'de gerçekleşen ilk kişisel sergisi "Hepimiz Biliyoruz"u konuştuk.

Duyurular

Argonotlar Almanak 2024'ün basılı olarak yayımlanması için başlattığımız destek kampanyasının detayları bağlantıda!