Connect with us

Ne arıyorsun?

Argonotlar

Söyleşi

Tüm imkânsızlığa rağmen: Antakya’da Sıfır Noktasında Sanat

6 Şubat depreminin ardından bir araya gelen Antakya Performative Collective ve Janus Artzine’in Sıfır Noktasında Sanat projesini konuştuk.

Fotoğraf: Melissa Kurtuluş

Sıfır Noktasında Sanat, 6 Şubat depreminin ardından bir araya gelen sanatçıların, kayıpların ortasında umut ve ifade alanları yaratma çabasından doğdu. Antakya Performative Collective ve Janus Artzine işbirliğiyle yürütülen proje, Antakya’nın köylerinden parklarına uzanan, mobil atölyelerle şekillenen bir sanat hareketine dönüştü.

Depremin harabeye çevirdiği kentlerde, yeniden inşa sadece tuğlalarla değil, aynı zamanda hatırlamayla, anlatmayla ve dayanışmayla mümkün. Sıfır Noktasında Sanat bu saiklerle yola çıktı. Kayıpların yasını tutarken, kamusal alanı yeniden düşünmek, çocuklarla hikâyeler anlatmak, sanatla iyileşmek ve hatırlamak için.

Bir WhatsApp grubunda başlayan dostluk, bir karavanın mobil sanat mekânına evrilmesiyle Antakya’nın çeperlerinden merkezine uzanan yaratıcı bir harekete dönüştü. VAHA programının desteğiyle şekillenen bu kolektif çaba, sadece bir proje değil; mekânsızlıkla baş etmenin, bellekle kurulan ilişkinin ve kültürel ifade biçimlerinin kapsayıcılığını ortaya koyan çok katmanlı bir deneyim olarak devam ediyor.

VAHA işbirliğiyle hazırladığımız bu yazı dizimizde programın ikinci döneminde (2023-2024) yer alan hubları yakından tanıyoruz. Antakya Performative Collective’den Melissa Kurtuluş ve Janus Artzine’dan Ezgi Aysever ve Macide Yalçınkaya’yla kolektiflerini ve ortak projeleri Sıfır Noktasında Sanat’ı konuştuk.

Sıfır Noktasında Sanat, nasıl bir kültür-sanat alanı? Nasıl bir araya geldiniz?

Melissa Kurtuluş: Biz zaten arkadaş olan; ama dağınık şehirlerde yaşayan bir grup insandık. Arada sırada buluşmak istiyor ama herkesin zamanına uyan bir ânı bulmakta zorlanıyorduk. Başta sadece yazıştığımız, haberleştiğimiz bir WhatsApp grubumuz vardı. Zamanla, birbiriyle temasını yitirmeyen bir arkadaş çevresine dönüştü. Sonra deprem oldu. Bir gün, hatırlamıyorum hangimizdi, biri VAHA’nın çağrısını paylaştı. “Birlikte bir şey yapabilir miyiz?” diye düşünmeye başladık. Zaten birkaç kez online olarak buluşmuştuk, yüz yüze görüşmeler de olmuştu. Sonra hep birlikte “Neden başvurmuyoruz?” dedik. Bu noktada hem Antakya için hem de kendimiz için elimizden gelen bir şey yapmak istedik. Başvuruyu da bu motivasyonla yaptık.

Proje fikrini yazarken, önce yaşadığımız kayıpları, süreci, yasın kendisini düşünmeye başladık. Kamusal alanın ne olduğu, bir mekânı kaybetmenin ne demek olduğu gibi sorular üzerinden ilerledik. Bu kavramlar projeyi şekillendirdi. Bir arkadaşımın geçmişte yürüttüğü bir köy okulu projesi vardı, o sırada bir karavan almışlardı. Depremden sonra yurt dışına giden bu arkadaşım, “Antakya’da ihtiyaç varsa karavanı kullanabilirsiniz” dedi. Karavan bir barınma aracı olarak düşünülmüştü ama sonrasında projeye eklemlendi. Ve mobil bir sanat aracına dönüştü. Kayıp bir mekânı başka bir biçimde yeniden yaratma fikriyle birleşti bu. Bu iki fikir -karavan ve proje- kendi içinde birleşti.

Fotoğraf: Melissa Kurtuluş

Bu karavanla ne gibi etkinlikler düzenlediniz?

M.K.: Projeyi yazarken depremin üzerinden yaklaşık altı ay geçmişti. O dönemde Antakya’da zaten ayakta kalan bir mekândan bahsetmek mümkün değildi. O yüzden karavanla çeperlerde, köylerde etkinlik yapmayı planladık. Çünkü şehir merkezinde kimse kalmamıştı. Daha sonra merkezde, insanlar dönmeye başladığında ve bazı mekânlar yeniden açıldığında, karavan ulaşımı sağlayan bir araca dönüştü. Atölyeleri düzenlemek için işbirliği yaptığımız mekânlara giderken karavanı kullandık. Böylece karavan hem atölye malzemelerini hem sanatçıları taşıyan bir işlev kazandı.

Misafir sanatçılar karavanda kaldı, şehirde gezerken kullandılar. Başlangıçta düşündüğümüzden farklı bir şekilde işlevlendi. Ama bizim sabit bir mekânımız olmadığından, her defasında ulaşabileceğimiz yeni alanlar yaratmaya çalıştık. Örneğin Karaçay, Samandağ gibi yerlerde atölyeler yaptık. Merkezde ise özellikle parklar önemliydi çünkü kamusal olarak kalan nadir yerlerdi. Çay ocaklarını, parkları kullandık. Affan Kahvesi’nin yeni konteyner alanında da bir bellek çalışması yaptık. Her seferinde farklı bir mekân kullandık.

Peki bu etkinliklerinize kimler katılıyordu? Daha çok çocuklar mı, kadınlar mı örneğin? Ne tür etkinlikler yaptınız?

M.K.: Etkinliklerin çoğu çocuklara yönelikti. İki önemli atölyemiz vardı. Biri zeytinle ilgiliydi, çünkü zeytin, Antakya’da çok güçlü bir kültürel anlam taşıyor. Bu atölyede birlikte zeytin toplama pratiğinden yola çıkarak çocuklarla hikâye anlatıcılığı temelli bir animasyon atölyesi yaptık.

Bir diğer atölyemiz ise çocukların çizimlerini kapsıyordu. Çocukların yaptığı çizimleri bir animasyon sanatçısı hareketlendirdi. Biz de onların seslerini kaydettik. Depremle ilgili duygularını ifade ettikleri resimleri anlattı çocuklar. Bu kayıtları animasyonlara yerleştirdik ve ortaya kısa bir film çıktı. Henüz filmi paylaşmadık; ama ilerleyen süreçte bir festivalde ya da YouTube üzerinden yayımlamayı planlıyoruz.

Bir de depremi doğa olayı olarak anlatan, kaderci bakış açısını sorgulayan bir atölyemiz daha oldu. Bir psikoloğun çocuklar için yazdığı bir kitabı birlikte okuduk. “Deprem Allah’tan gelen bir şey” gibi söylemleri kırmak, daha bilimsel bir anlatı sunmak istedik. Çocuklar bu anlatıya kendi duygularını çizerek yanıt verdiler ve ortaya ayrı bir anlatı çıktı.

Bu atölyelerde daha çok Antakyalı sanatçılar mı yer aldı, yoksa şehir dışından konuklarınız da oldu mu?

M.K.: Toplamda 14 atölye yaptık. Bunlardan altısında misafir sanatçılar vardı, yani şehir dışından gelen sanatçılar. Geriye kalan 8 atölyeyiyse yerel sanatçılarla yürüttük. Biz zaten iki kolektifiz ve bu kolektiflerin içinden gelen sanatçılarla başladık. Sonra çevremizdeki sanatçı arkadaşlarımızla devam ettik. Sanatçıları seçerken önceliğimiz teknik bir öğretim yapmaktan çok, sanat aracılığıyla ifade alanı açmaktı. Yani serigrafi öğretmekten çok, serigrafiyle ifade etmeyi önemsiyorduk.

Bu yüzden davet ettiğimiz sanatçıların Antakya’ya dair bir ilgisinin, bir ilişkilenme biçiminin olmasını önemsedik. Yerel ve şehir dışından gelen sanatçıların yanı sıra, Polonyalı sanatçı Pawel Korbus da atölyelerimize eşlik etti. Kendisi 2012’den beri Antakya’yla ilişkilenen bir performans sanatçısı.

Pawel Korbus atölyesinden, Fotoğraf: Murat Germen

Projenizde iki kolektif görünüyor. Bu ayrım nasıl yapıldı, ortaklık nasıl gelişti?

M.K.: Aslında başta bu ayrımı teknik olarak düşünmedik. Daha çok o anda ortak yaşadığımız deneyimlerden yola çıktık. Ama projeyi yazarken herkesin alanı ve deneyimi doğrultusunda iş bölümü oluştu. Kimi proje yazma kısmını üstlendi, kimi uygulamayı. Önceden mimar, mühendis olan arkadaşlar vardı. Janus Artzine ile ortaklaştık, çünkü o zamana kadar birlikte birçok atölye yürütmüştük. Bu da süreci kolaylaştırdı.

Siz bölgede yaşayan ve üreten sanatçılarsınız. Öncelikle kendinizden bahseder misiniz?  

Ezgi Aysever: Multidisipliner bir sanatçı ve eğitmenim. 2019 yılında Mustafa Kemal Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Sanat ve Tasarım Bölümü’nde yüksek lisansımı, “Hatay Arkeoloji Müzesi Örneğinden Yola Çıkarak Hediyelik (Hatıra) Eşya Üretiminde Kullanılmak Üzere Hazırlanan Tasarım Önerileri” başlıklı tez çalışmamla tamamladım. 6 Şubat 2023 depremlerine kadar Antakya’daki atölyemde üretimlerimi sürdürüyordum. Kentin tarihi, mimarisi ve arkeolojisinden ilhamla oluşturduğum özgün desenleri; kumaş boyama, serigrafi ve ahşap baskı gibi geleneksel yöntemlerle birleştirerek çeşitli ürünler tasarladım. Yurt içinde ve yurt dışında birçok karma sergide yer aldım. Kişisel ve kültürel belleğimdeki öğeleri; müzik, doğa ve arkeoloji gibi farklı disiplinlerle buluşturarak evrensel bir tasarım dili oluşturmaya devam ediyorum. 2017 yılından bu yana Macide Yalçınkaya ile birlikte Janus Artzine Projesi’ni sürdürüyorum.

Macide Yalçınkaya: Resim öğretmeni ve tasarımcıyım. 2011 yılında Mustafa Kemal Üniversitesi Resim Öğretmenliği Bölümü’nden mezun oldum. Sanat eğitimi alanında çeşitli uluslararası programlara katıldım. Hâlen görsel sanatlar öğretmenliği yapıyorum. Antakya, Urfa, İstanbul ve İzmir’de düzenlenen karma sergilere katıldım. Sanatsal üretimlerimi Antakya’daki atölyemde sürdürüyorum. 2017 yılından bu yana Ezgi Aysever’le Janus Artzine Projesi’ni yürütüyorum.

Fotoğraf: Melissa Kurtuluş

Peki, Janus Artzine neler yapıyor?

E.A. ve M.Y.: 6 Şubat bizim için unutulmaz bir kırılma noktası oldu. Hem Janus Artzine hem de Antakyalı iki bağımsız sanatçı olarak kentimizle kurduğumuz bağ ve yansıttığımız üretimler bugün birer tarihsel kayıt niteliği oluşturuyor. Bu kaybı yaşayacağımız aklımızın ucundan geçmezdi. İyi ki kentimize sarılmışız, iyi ki üretmişiz ve iyi ki hayattayız diyoruz. Hikâyemizi anlatmaya devam etmek istiyoruz. 

Janus Artzine, A3 kraft kağıdını özel bir katlama tekniğiyle hazırladığımız bir sanat projesi.  Antakya’da yaşayan iki ayrı sanatçı olarak, iki yüzlü Roma tanrısı “Janus” imgesinden referansla kâğıdın iki yüzünde kendimize ait ifade alanı oluşturduk. Amacımız halihazırda devam eden üretimlerimizin Antakya ve dışında görünür ve ulaşılabilir olmasını sağlamak.  

2018 Ocak ayında başlattığımız bu projede şimdiye kadar farklı zaman aralıklarıyla beş sayı yayımladık. İlk üç sayının içeriği, Antakya’nın tarihi ve kültürel yapısına işaret eden bize ait çizim ve metinlerden oluşuyor. Dördüncü sayıda kişisel sanat pratiklerimizden ipuçları verdik ve her okuyucuya bize katılabilmeleri için interaktif bir alan bıraktık. Beşinci sayımızda ise caz müziğinin ruhunu görsel olarak yorumladık. Her sayıda farklı içeriklerle sürece devam ediyoruz.

VAHA işbirliği ve ulusötesi bu tür işbirlikleri size nasıl bir deneyim kazandırdı?

M.K.: Aslında çok katmanlı bir katkı sağlıyor. Bir yandan başka bir bakış ve deneyim getiriyor. Biz 2018 yılında kurulduk. O dönem herhangi bir kurumsallaşmaya gitmedik, daha bağımsız bir kolektif yapıydık. Depremden sonra dernekleşme sürecimiz başladı. VAHA, dernek olarak yer aldığımız ilk proje oldu. VAHA ile yürüttüğümüz proje kapsamında toplam 14 atölye gerçekleştirdik. Bunlar çok farklı alanlara yayılan çalışmalardı: Çizim, fotoğraf, baskı… Bunun dışında stop motion atölyesi yaptık, performans atölyemiz oldu, çizim atölyeleri düzenledik. Çocuklar kendi karakterlerini tanıttıkları bir animasyon bile çekti. 14 atölyenin hepsi birbirinden farklıydı ve bizim için gerçekten bir yaşam kaynağı oldu.

VAHA bize ulusötesi işbirlikleri de sağladı elbette. Bu işbirlikleri farklı yerlerden gelen sanatçılar için başka bir tecrübe oluyor. Aynı zamanda görünürlük sağlıyor, sanatsal ifadenin çeşitliliğini artırıyor. Yani hem bireysel olarak sanatçılar için bir öğrenme alanı yaratıyor hem de yaptığımız işi daha geniş bir çerçevede görünür kılıyor.

E.A & M.Y.:“Sıfır Noktasında Sanat” projesi, deprem sonrasında kendi duygu ve deneyimlerimizi dayanışma içinde ifade edebilmemiz için bir imkân yarattı. Kültür, sanat ve eğitim alanlarında, deprem sonrası tanık olduğumuz pek çok uygulama ve deneyim oldu. Bölgeye farklı şehirlerden gelen insanların perspektiflerine ek olarak, orada yaşayan ve üretenler olarak bizim de kendimizi ifade edebileceğimiz bir dayanışma sürecine dahil olmamız bizim için çok kıymetliydi.

VAHA programı sayesinde ulusötesi bağlantılarımız arttı. Kültürel çalışmalara dahil olan yeni insanlarla tanışmak, perspektifimizi genişletmek açısından çok besleyiciydi. Tanıştığımız kültür aktörleri sayesinde, başka coğrafyalarda nasıl çalışmalar yapıldığını daha yakından görme ve bu alanlarda iletişim kurma fırsatı bulduk.

VAHA Programı hakkında:

VAHA programı, Türkiye ve Avrupa’daki bağımsız kültür sanat mekânları ve kurumlarını desteklemek ve ulusötesi dayanışma ağı kurmak amacıyla 2020’de başladı. Program, Türkiye’nin çeşitli kentlerinden iki veya üç kültür sanat mekânı/ kurumunun bir araya gelerek oluşturduğu hub’ların hem yereldeki faaliyetlerini hem de ulusötesi ortaklıklar kurup geliştirmelerini desteklerken, bir yandan da kültür aktörleri ve sanatçıların profesyonel gelişimlerine katkıda bulunacak çeşitli olanaklar sunar. VAHA, Anadolu Kültür ve zusa girişimi olup, Stiftung Mercator ve European Cultural Foundation tarafından finanse edilmektedir.

Programa ve VAHA hub’larına dair daha detaylı bilgiye VAHA web sitesi üzerinden erişebilir, hub’ların çalışmaları ve etkinliklerini VAHA Instagram sayfasından takip edebilirsiniz.

İlginizi Çekebilir

Söyleşi

Dîwan Uluslararası Tiyatro Akademisi, Mordem Sanat ve Amed Tiyatro ile Kürtçe tiyatro eğitimi, uluslararası işbirlikleri ve sivil toplum desteğinin önemini konuştuk.

Söyleşi

Sanat, kentlerin kültürel belleğini güçlendirirken, ekonomik eşitsizlikler ve sosyal zorluklar bu rolü zorlaştırıyor. Urban.koop’tan Alp Arısoy ve NUN Kültür ve Sanat’tan Yammen Jazbeh ile...

Duyurular

Avrupa Konseyi Ülkeleri ve Kosova’ya açık olan başvurunun son tarihi 2 Şubat Pazar!

Söyleşi

Mersin ve Akdeniz coğrafyasının kendisinde bıraktığı izleri tuvale taşıyan Ahmet Yeşil, son sergisi "İz/ler"de izleyicisine yine renk ve ritim üzerinden bir dünya sundu.