Fotoğraf sanatının simge isimlerinden, 1992 yılında yaşamını yitiren Şahin Kaygun’un eserleri 2014 yılında İstanbul Modern’de gerçekleşen kişisel sergisinden sonra ilk kez Galerist’teki “Oblique” sergisiyle 22 Ekim’e kadar izleyiciyle buluşuyor.
Sergi, bir fotoğraf sanatçısı olarak Şahin Kaygun’un farklı dönemlerde çektiği işlere ve işlerindeki kimi ortak noktalara odaklanıyor. Kaygun’un fotoğraf dili de üslubu da zaman içerisinde yer yer farklılaşır, bünyesine yeni olanak ve tercihler ilave ederken bu zenginleşme, beraberinde yeni arayışları da sürükler. Tam da bu noktada Kaygun’un neredeyse bütün bir fotoğrafçılık serüveni boyunca takip ettiği temel izleklerden birisi olan “oblique” meselesinden hareket eden küratör Yekhan Pınarlıgil, söz konusu bu sergiyle hem Kaygun’un arşivinden çıkan yeni işleri, hem de onun fotoğrafçılığının ana noktalarını yeniden vurguluyor.
Yekhan Pınarlıgil ile Şahin Kaygun fotoğrafçılığının ana meseleleri, sanatçının takip ettiği belli başlı izlekler, “oblique” kavramı ve Kaygun’un yeni bulunan işleri üzerine konuştuk.
Sanırım öncelikle serginin isminden başlamak doğru olacaktır, zira bu ismin/kavramın sergiyle de doğrudan ve özel bir bağı var. Neden “oblique” ve bu kavramı sergiyle nasıl iç içe geçirdiniz?
Esasında bu soruya verebileceğim birçok farklı cevap var. Bunlardan ilki ve belki de en derin, en anlamlı olanı kelimeyi Fransızcadan, İngilizceden ödünç almamızla ilgili. Türkçede tam bir karşılığı yok. “Eğik çizgi” diyebiliriz, ama oturmuyor. Esas amaç tabii ki Şahin Kaygun fotoğraflarındaki grafik yapıya işaret etmek. Ancak “eğik çizgi” başlığını kullandığımızda imgelerin plastik yapılarıyla ilgili sorunsal tam anlamıyla kafamızda canlanmıyor. Dolayısıyla “oblique” kelimesini kullanarak Türkçede bu alanda yeterli derece kelime haznesi (vocabulary) olmamasından da şikayet ediyorum. Gönül böyle olmamasını isterdi tabii, ama bu tercihle eksikliğin de altını çizmiş oluyorum. Bir de böyle bir başlık biraz mesafe koyuyor, bir durup düşünmek gerekiyor, nedir, nedendir diye. Diğer yandan, ki hikâyenin aslı bu olsa gerek, fotoğraflardaki plastik yapıya ve özellikle oblique’lik meselesine odaklandığımı işin en başında belirtmiş oluyorum.
Kaygun’un sanat yaşamının başlangıç noktası tam olarak neresidir?
Şahin Kaygun’un sanat yaşamı grafik sanatlar eğitimiyle başlıyor. Dolayısıyla genel olarak fotoğraflarında, mesela polaroidler gibi bizim çok da aşina olduğumuz imgelerin kompozisyonunda sıklıkla grafik öğeler görüyoruz. Bu yüzden bugün Şahin Kaygun okumak çok enteresan bir durum, çünkü esasında disiplinlerarası, yani farklı medyalar arasında geçiş yaparak çalışan bir sanatçı. Bir yanda grafizm var, diğer yanda fotoğraf elbette. Fotoğrafların içinde de renklisi var siyah beyazı var, imgelere yaptığı müdahaleler var, bazen neredeyse pentüre kayan bir fotoğraf anlayışıyla çalışıyor. Bir de tüm bunlara sinema ekleniyor. Hem sanat yönetmenliği yapıyor (Aaahh Belinda ve Dul Bir Kadın gibi filmlerde), hem de kendi yönettiği filmler var. Maalesef çok genç yaşta kaybettiğimiz için sadece iki tane film çekecek zamanı olmuş: Afife Jale ve Dolunay. Bu disiplinlerarası yaklaşım fotoğrafların yapılarına da yansıyor. Hatta onları neredeyse sinematografik bir eksende okumak da mümkün. Buna paralel olarak fotoğraftan çok etkinlenmiş bir sinemacı da diyebiliriz Şahin Kaygun için. Neredeyse “plastik sinema”dan bahsedebiliriz. Grafizm de aynı şekilde fotoğraflarda kendisini gösteriyor. Birçok eserinde çok ciddi bir grafik yapı söz konusu. Etkiler çok açık. Tasarımlar, kompozisyonlardaki büyük boşluklar, karanlıklar, tekrarlanan çizgiler, üçgenler, dikdörtgenler… Derinliğin tamamen çizgilerle, oblique’lerle sağlandığı işler bunlar. Ön plan ile arka plan onlar sayesinde birbirinden ayrılıyor. Fotoğraflarda âdeta bir içine alma, içine çekme durumu söz konusu. Ve bu durum bizim bu sergide gösteremediğimiz birçok fotoğrafında da net bir şekilde hissediliyor.
Tam da bu noktada belki oblique meselesine ilave edebileceğimiz bir diğer konu olarak Şahin Kaygun’un fotoğraflarındaki geometriden, geometrik durumdan söz edebiliriz. Bunlar birbirini tamamlayan konu ve unsurlar. Siz bu oblique-geometri ilişkisini nasıl yorumladınız?
Dediğin çok doğru. Kaygun’un fotoğraflarında sadece oblique yok, geometri ve formlar önemli bir yerde duruyor. Bir örnek alalım. Serginin girişinde renkli ve boyanmış bir polaroid var. Bacaklarını karnına doğru çektiğini düşündüğümüz başsız, kolsuz ve dolayısıyla bacaksız, çıplak bir gövde fotoğrafın sağ tarafında ortanın hemen aşağısında yatıyor. Âdeta salt bir forma indirgenmiş. Tende beliren omur-ilik ve kalça kemiği iki keskin çizgi çekiyorlar, bedenin çeperi sola doğru yatmış, kalın bir ok çiziyor. Sanatçı arka planı dört ayrı renk kullanarak tamamen boyayla kaplamış. Geometriden ibaret gövdeyi farklı renklerde iki beşgen ve iki dörtgenden oluşan yine geometrik bir dekor taşıyor. Ancak Şahin Kaygun’un geometrisi duygulardan arınmış, salt soğuk formlara indirgenmiş bir grafik yaklaşım değil. Tam tersine, sanatçı özellikle de oblique olarak tabir ettiğimiz çizgilerden faydalanarak kurgularına teatral bir dokunuş ekliyor, hissiyati, ya da başka bir deyişle imgenin dramasını neredeyse dokunulabilir bir öğe hâline getiriyor.
Evet evet. Üçgenler, dörtgenler, kareler, paralel formlar hemen kendisini belli ediyor.
Kesinlikle. Mesela birçok Kaygun fotoğrafında ortada bir imge, o imgenin içinde başka bir fotoğraf var. Geometri, üçgenler, dörtgenler birbirini tamamlayan unsurlar ve çok yaygınlar. En ünlü fotoğraflarına da baksanız bunun izlerini görürsünüz. Bunu doğrudan kendisi hiçbir zaman söylemiyor. Ben fotoğraflarımda bu tür formlar ve geometriler inşa ediyorum, demiyor. Ama biraz yoğunlaştığınızda varlığını hemen hissettiriyor. Sanki bıçakla kesilmiş gibi olan formlar, kompozisyonlarının birçok yerinde karşımıza çıkıyor.
Sergideki fotoğraflarında görebileceğiniz gibi kuş, tıpkı eller gibi sıklıkla kullandığı bir motif. Uçan kuşların kanatları, ya da ölü kuşların bedenleri fotoğrafları kesen çizgiler olarak beliriyorlar. Eller de Şahin Kaygun’un kompozisyonlarda kullanmayı sevdiği bir öğe. Hatta kuş şeklinde birleşen ya da kanat çırpma hareketi yapan eller… Fotoğrafı verevine bölen kollar, çizgi çizgi parmaklar ve onların gölgeleri…
Şahin Kaygun’un fotoğraflarında deneyselliğin önemli bir yerinin olduğunu; kendisinin yaşamı boyunca fotoğraf sanatı üzerinden birçok arayışa girdiğini söylemek mümkün. Bu sergi de aslında Kaygun’un özellikle bu yönünü vurguluyor. Bunlar anlık çekilen fotoğraflar değil, aksine üzerine çalışılan, oynanılan fotoğraflar. Kaygun’un bu deneysel yönü ve arayışları üzerine ne söylersiniz?
Türkiyeli sanatçılar için bence bu çok enteresan bir durum, çünkü özellikle o dönemde benim bildiğim kadarıyla bu derece deneyselliğe yatkın başka bir fotoğrafçı yok. Tabii ki karanlık odada bir şeyler deneyen farklı sanatçılar var, ancak basılı fotoğrafla oynayan, fotoğrafı boyayan, kazıyan, tekrar tekrar çerçevelendiren, tekrar ve alıntıyı plastik olarak kullanan ve bu meseleye bu denli eğilen bir başka isim ben hatırlamıyorum. Fotoğrafin olabilecek bütün imkânlarını, bütün sınırlarını zorluyor Şahin Kaygun. Üstelik çok erken bir dönemde yapıyor bunu. Tabii Batı için değil, Türkiye için geçerli bunlar. Diğer taraftan yaklaştığımızda başka bir okuma söz konusu.
Bu deneyselliğin ilk adımını aslında oblique’te görmek mümkün. Fotoğraf bildiğiniz gibi çok katı sınırları olan bir medya. Dikdörtgen bir çerçevenin içinde oluyor her şey. Birkaç istisna hariç bu formun dışına çıkmak hiç kolay değil.
Evet, fotoğraf sanatında form aşağı yukarı belli, sınırları anlaşılabilir.
Kesinlikle. Dikdörtgen çerçeve, ortak olarak kabul gören, biraz da medyanın doğasından kaynaklı bir form, formdan da öte kolay kolay sorgulanmayan bir sınır. Şahin Kaygun için oblique belki de sınırlardan kurtulabilmenin ilk aşaması, o katı çerçeveden çıkabilmenin en direkt, en pratik yolu. Dikdörtgeni kesme, katılığına, soğukluğuna dramatik bir dokunuş ekleme denemesi olarak da düşünülebilir. Zaten sınırları zorlamayı seven bir sanatçı Şahin Kaygun, oblique dışında da birçok farklı denemesi var. Mesela karanlık odada fotoğrafın kimyası ile oynuyor, detayları siliyor, kontrastı zorluyor. Farklı imgeleri aynı kareye basıyor. Baskı sonrasında yüzeyi kazıyor, eklemeler, çıkarmalar yapıyor, boyuyor. Bunlarla da yetinmiyor, kadrajla oynuyor, sürekli değiştiriyor. Farklı fotoğrafları kesip biçerek birbirine ekliyor ya da bir imgeyi kurgudan kurguya taşıyor. Olanakları sonsuz gibi.
Şahin Kaygun bahsinde diyebiliriz ki bir fotoğrafa yapabilecek tüm müdahaleleri yapar, bunu dener. Devri için düşünüldüğünde bu da onu ayrıksı kılan yönlerinden biri.
Evet evet, gerçekten de imkânları dâhilinde olan hemen hemen bütün denemeleri yapıyor.
Çerçeve, sizin bu sergi kapsamında ön plana çıkardığınız, bir fotoğrafın sınırları üzerine çeşitli tartışmaları da beraberinde getirebilecek özel bir konu. Kaygun’un fotoğrafçılığı da sanırım bu tartışmayı gütmek için iyi bir örnek olsa gerek. Kaygun, kariyeri boyunca fotoğraf çerçevesini nasıl eğip bükmüş, onu nasıl zorlayıp şekillendirmiştir?
Burada yine Türkçe sözcük haznesinin yeterli olmadığı bir alana geliyoruz… Sanatçının birçok fotoğrafında görünen kısım çerçevesinin dışında kalan kısmı da öneriyor (suggérer/suggest), ya da ima ediyor. Bakış görünmeyenle de iletişim hâlinde. Sınır ortadan kalkıyor bir nevi, devamlılık oluşuyor. Fotoğrafin dışına, sınırlarının ötesine taşıyoruz, aynen oblique ya da aşırı kontrast örneklerinde olduğu gibi.
Çerçeve ve oblique arasında da bir diyalog var Şahin Kaygun’un işlerinde. Dikdörtgenin soğuk ama kusursuz çeperini oblique çizgiler âdeta yamultuyorlar. Kaygun dört kenar ile yetinmiyor, oblique ile, eğik çizgilerle fotoğrafa hem bir dinamizm, hem de ona yeni alanlar ilave ediyor. Dışarıdan gelen bir müdahale gibi neredeyse.
Sanatçının sıklıkla yaptığı başka bir şey de çektigi fotoğrafın çerçevesiyle oynayarak onu başka fotoğraflarda tekrar kullanması. Bir fotoğrafı çekiyor, sonra onu basıp kesip biçiyor. Ve yeni bir görüntüye dâhil ediyor. Bir nevi montaj; esasında farklı zamanları, farklı bağlamları ve birbirinden uzak gibi gözüken öğeleri bir araya getiriyor.
O hâlde Şahin Kaygun’un fotoğrafçılığında bir tür kolaja yaklaşan kimi durumların da olduğunu söyleyebiliriz.
Aynen. Kesinlikle kolaj kelimesini kullanabiliriz. Bazen objektif yardımıyla, kamera içi kolaj yapıyor, bazen ise sonrasında, dışarıdan. Fotoğrafları kimi durumlarda kesiyor, boyuyor, siliyor aynı zamanda. Esasında istemediği bütün detayları, daha önce grafizm etkisinden söz etmiştik, bu şekilde müdahalelerle ortadan kaldırıyor. Bu yaklaşımın sonuçlarını tiyatrocularla ilgili eserinde görebiliriz. Orada bir yandan karanlık oda “hileleri” ya da “oyunları”, diğer yandan da kontrastı aşırıya götürmek yoluyla detayları görünmez kılıyor. Sadece çok küçük birkaç öğe kalıyor ki, teatral etki daha güçlü olarak hissedilsin.
Tam da bu noktada belki Şahin Kaygun’un fotoğrafçılığında kontrastın yerinden söz ederek devam edebiliriz. Gerek “Oblique” çerçevesinde gördüğümüz işlerinde gerekse diğer fotoğraflarında Kaygun’un yarattığı kontrastın önemli bir yerinin olduğunu söyleyebiliriz. Bu onun imzası olarak da yorumlanabilecek bir konu bana kalırsa, çünkü aynı zamanda bir devamlılık, sürerlilik de vadediyor. Peki Kaygun kontrastı kompozisyonlarında nasıl kullanıyor?
Doğru, kontrastı zorlamayı ve zorlayarak işlerinde kullanmayı çok seviyor Şahin Kaygun. Çok nadiren gride kalıyor. Bazen salt siyah ve beyaz, ara tonlar olmayan fotoğraflar görüyoruz. Bu da deneysellik hikâyesinin bir parçası. Yine oblique’e dönebiliriz bu noktada. Oblique çizgiler arasında en dramatik olanı. Theatral anlamda bir dramdan bahsediyorum tabii. Mümkün olduğunda dramayı arttırabilmek için, jestin ve görüntünün theatralliğini ortaya çıkarabilmek için kontrasta ve/veya oblique cizgilere başvuruyor. Bu iki plastik strateji arasında bir benzerlik ya da bir iletişim var diyebiliriz diye düşünüyorum.
“Oblique” sergisinde Şahin Kaygun’un daha önce hiç görülmemiş fotoğraflarına da yer veriyorsunuz. Bu fotoğraflar nereden çıktı, onlara dair ne söylersiniz?
Kimi fotoğraflar daha önceki sergilerde vardı, kimileri ise bu sergi ile ilk kez gün yüzüne çıktı. Bir kısmını kendi basmış, ancak bugüne kadar herhangi bir sergide gösterilmemiş. Bir kısmını ise basmamış dahi, biz negatiflerden elde ettik.
Sanırım Kaygun’un kızı Burçak Hanım ile dostluğunuzun da hem bu serginin hem de buradaki fotoğrafların yeniden gün yüzüne çıkmasında özel bir yeri var. Bu birlikte çalışma süreci nasıl gelişti?
Esasında Burçak ile kendi işleri vesilesiyle tanışmıştık. Daha sonra babasından vs. bahsederken onun fotoğrafçılığı üzerine yakın zamanda yeni bir şey olmadığından dem vurduk. Onun dönemine yoğunlaşan bir küratör olmama rağmen, Şahin Kaygun ismine karşı bir zaafım vardı, çünkü onun deneysel tarafı beni hep kendisine çekiyordu. Sonra yavaş yavaş araştırmaya, arşivlerde calışmaya başladım. Böylelikle Elipsis Galeri’de yaptığım “Gizli Yüz” adlı sergi ortaya çıktı. Buradaki fotoğraflarda yüzler silinmiş durumda. Ya hiç yoklar, ya da sanatçı bir şekilde onları örtecek, gölgeleyecek bir yol buluyor, şapkayla kapatıyor, boyuyor, buzlu camın ardından çekiyor, hatta çerçevenin dışarısında bırakıyor. Bazen de kumaşlarla kapatarak tanınmaz hâle getiriyor. Ben bu yaklaşımda, 1980’lerdeki “kimlik erimesi” meselesinin izlerini görüyorum. Enteresan bir sergi olmuştu açıkçası. Orhan Pamuk’un senaryosunu yazdığı, Ömer Kavur’un Gizli Yüz’ü de aynı dönemleri konu alıyordu. O da benim çok hoşuma gitmişti. Onunla da bir paralellik kurmuştuk. Mehmet Eroğlu’nun Yüz, 1981 isimli bir kitabı da vardı. O da yüzü olmayan bir polisin hikâyesini konu ediyordu. 80’lerin dönem ruhu bu eserlerde hemen fark edilebiliyordu. Sergide biraz da bunu vurguladık. Bir sürü polaroid çıkarmıştık ortaya. Şahin Kaygun macerası benim için böyle başladı.
Sonra İstanbul Modern’de bir sergi oldu. Önce serginin co-küratörü olacaktım, sonra içerik konusunda anlaşamadık, danışman olarak devam ettim. Sergiden ziyade retrospektife yakın bir şey yapmak istediler. Retrospektif aslında biraz defteri kapatmak gibi, bir son nokta ya da epilog! Oysa Şahin Kaygun’u yeni göstermeye başlıyoruz. Ama tabii İstanbul Modern’in müze olarak farklı bir yaklaşımı var.
Sonrasında Merih Akolul’un da desteğiyle Galerist, Şahin Kaygun’un temsilini üstlendi ve üç koldan (Burçak, ben ve Galerist) yeni bir sergi üzerine kafa yormaya başladık. Araya pandemi gibi öngörmediğimiz engeller de girdi, ama sonunda “Oblique” izleyicilerle buluştu.
Peki bu serginin dışında henüz gün yüzüne çıkmamış başka Kaygun fotoğrafları var mı? Başka projeler, sergiler düşünüyor musunuz?
Tabii, var. Şu an net bir proje yok ama kafamda tasarladığım, ama enteresan olacağından emin olduğum başka sergiler var. Umarım benim dışımda da Kaygun üzerine çalışan başka küratörler, tarihçiler ve eleştirmenler olur. Maceranın başındayız!
Sergi kapsamında Kaygun’un oblique kullanımına farklı dönem ve seriler üzerinden yaklaşıyor, nihayetinde ortaya oldukça geniş bir perspektife yayılan uzun bir serüven çıkarıyorsunuz. Kaygun’un bu sergide özellikle üzerinde durduğunuz “özgün ve dramatik fotoğraf dili” üzerine ne söylersiniz?
Söylenecek o kadar çok şey var ki burada özetlemek neredeyse imkânsız, bir kitap yazmak gerekiyor âdeta. Ancak şu var: Şahin Kaygun’un fotoğraflarının diğer kullandığı medyalara geçirgen olması sanırım dilini özgün kılan en önemli özellik. Bu sayede bir yandan geometriyi kullanarak son derece etkileyici kurgular oluşturuypr, diğer yandan da sinema sayesinde bu kurgulara hikâye, başka bir deyişle drama biçiyor. Sergideki fotoğraflar oldukça uzun bir döneme yayılıyorlar ve hızlı bir bakışla bile bu iki özelliği gözlemleyebiliyoruz. Her bir imge müthiş bir iç yapıya sahip, aynı zamanda hikâyesiyle zamana göğüs geriyor.
İmgeler, özellikle de farklı form, kompozisyon ve içerikle yeniden, bıkılıp usanılmadan üretilen imgeler Şahin Kaygun fotoğrafçılığının en önemli özelliklerinden birisi olarak görülebilir, ki devri de düşünüldüğünde bu durum daha da anlamlı görülebilir. Sizin için Kaygun fotoğrafçılığının temel imgeleri nelerdir? Bu sergide hangi imgelere yoğunlaştınız?
Adıyla da ifade etmeye çalıştığım üzere, bu sergide içerikten çok fotoğraf yapısına, plastiğine odaklandım. Şahin Kaygun’un deneysel yönünü ve fotoğraflarındaki grafik yapıyı gösterebilmek için oblique çizgisine yoğunlaştım. Tabii yine de Şahin Kaygun dağarcığı içerisindeyiz, çıplak kadın bedenleri var, yüzlerini açık etmeyen, çizgilerin yanında eller ve kuşlar var, bazen kendileri, bazen gölgeleri… Tabii ki gölgeler ve karanlıklar var, derin boşluklarda küçük detaylar, küçük detaylarda canlanan hikâyeler…
Şunu ekleyeyim o hâlde: Şahin Kaygun’un bu sergide ilk defa gün yüzüne çıkan fotoğrafları onun fotoğrafçılığına dair yeni bir şeyler söylüyor mu?
Şahin Kaygun’un fotoğrafçılık imgesini değiştirecek değil, ama bu imgeyi zenginleştirecek daha birçok fotoğrafını sergide gösterdiğimizi söyleyebilirim. Bütün fotoğraflar Kaygun imzasını üzerinde taşıyor bana kalırsa, ama bizi şaşırtan, alışıldık kulvarların dışına çıkan işleri, serileri var.