Zor zamanlardan geçtiğimiz aşikâr. Ekonomik kriz, barınma problemi, henüz güneş bile doğmamışken sevmediğimiz bir işe gitmek zorunda kalmak, yok olan mekânlarımız, yurtdışına giden veya aramızdan ayrılan sevdiklerimiz, baskısını her gün farklı biçimlerde göstermeyi bir şekilde başaran ve gitgide yükselen faşizm, dünyanın dört bir tarafında yükselen aşırı sağ ve LGBTİ+fobi… Nefes alacak, neşelenecek, direnç bulacak mecralar bulmakta zorlanıyoruz. Sanat, bugün hâlâ ve her şeye rağmen nefes almamızı, direnmemizi, güçlenmemizi, sözümüzü söylememizi sağlayan mecralardan biri olarak karşımıza çıkıyor. Hele bir de icra edilen sanat, kolektif bir şekilde ve aktivistler tarafından üretildiyse…
Küratörlüğünü Alper Turan ve Onur Karaoğlu’nun yaptığı, 9 Ocak’ta Barın Han’da açılan ve “Anlatı Gücü İttifakı: Sergi” adı altında SPoD, DEMOS, Politikada İyilik Hali, Havle Kadın Derneği, Pozitif Dayanışma, Van Star Kadın Derneği ve KuirGaming gibi farklı dernek ve aktivist sanatçıların kolektif üretiminden ortaya çıkan sergi, tam da tüm bu baskıya, zorluklara, karanlığa rağmen birlikte üretmenin ve sözünü söylemenin gücünü ortaya koyuyor. Birlikte söz söyleme ve bir dil kurma meselesi ise, bu serginin bel kemiğini oluşturuyor.
Sergiyi Nejbir Erkol’un Arıza isimli işi açıyor. A4 şeklindeki kağıtlardan oluşturulmuş bir şerit olan bir iş, tekrar eden bir kelime oyununa dönüşüyor: Art arda gelen şeritlerle ortaya çıkan arıza ve rıza kelimelerini iç içe geçirerek dilin geçişkenliği üzerine kurgulanmış bu iş, rıza göstermeyenin, boyun eğmeyenin, adaletsiz olana karşı çıkanın arıza görüldüğü bu toplumdaki konumu üzerine seyircinin aklına bir çengel çakıyor. Eğer Sara Ahmed’in terimleriyle konuşacak olursak, bu iş “feminist oyunbozan”ların arızalığına bir selam niteliğinde.
Aynı odada bulunan Serdar Soydan’ın arşiv çalışması, Zeki Müren’in gölgesinde kalmış Adnan Pekak gibi bir sanatçıyı, Zenne Necdet’i, Kudret Şandra’yı tekrar gün yüzüne çıkarıyor. Her şeye rağmen tüm var oluşlarını inadına ve onuruyla yaşayan bu figürler, Erkol’un dil oyunu üzerine kurulmuş işiyle rıza göstermemek ve arıza çıkarmaktan çekinmemek açısından bir diyaloğa giriyor. Bu odada bulunan Fatma Belkıs’ın Sarılıp Yılana isimli broşürleri anaakım sanat ve sergileme pratiklerine bir alternatif oluşturuyor.
Odayı takip ettiğimizde karşımıza yine dil meselesini dert edinen bir iş çıkıyor, ancak bu sefer merkeze alınan yazılı değil, görsel bir dil. Zeyno Pekünlü’nün Bağlantılar işi Anlatı İttifakı’nın toplantı notlarından yola çıkarak yaptığı bir görselleştirme. Yaklaşık iki yıl boyunca süren toplantıların bir izdüşümü olan bu iş, resmi toplantı notlarının tam aksi bir yerde durarak, İttifak’ın içinden geçtiği süreci izleyiciye ifade ediyor. Pekünlü’nün karalamaları, aynı zamanda toplantılar esnasında kurulan bağları, bu bağların birbiriyle kesişimini, kimi zaman ise kesişemeyen noktaları ifade ederek kolektif bir oluşumun geçtiği yolları anlatıyor. Pekünlü’nün işinin hemen karşısında Furkan Öztekin’in Ceyhan Fırat’ın mirasından ilhamla hazırladığı kolaj ve yerleştirmelerinden oluşan işi bulunuyor. Trans aktivist Ceyhan’ı kaybetmenin yas sürecini izleyiciye aktarmanın yanında, Öztekin arkadaşını hatırlarken bir tür direniş hafızası ve belleği oluşturuyor.

Sergide geçen yaz yasaklanan ve polis eşliğinde toplatılan Trans Pride sergisinden bir seçki de bulunuyor. Trans Hafıza Kolektifi Arşivi’nin yaptığı bu seçki, transfeminist hareketteki önemli kırılmaları yansıtan video enstalasyonlar ve çeşitli transfeminist aktivistlerin veya oluşumların çıkarttığı fanzinlerden oluşuyor. Bir tür karşı hafıza denemesi olarak adlandırabileceğimiz bu seçki, geçen yaz Trans Pride sergisini gezme fırsatını kaçırmış kişilere onun direniş ruhunu taşıyan bir bellek oluşturuyor.
Trans Pride sergisinin arşiviyle konuşan, bu serginin direnişçi ruhunu taşıyan işlerden birisi, Üzüm Derin Solak’ın Geceyi Karanlıktan Kurtar isimli fotoğrafı. İstanbul Boğazını arka plana alan ve iki bedeni bir araya getiren bu fotoğraf, şehrin ikiye bölünmüşlüğünden yola çıkarak queer bedenlerin ikili cinsiyet sisteminin dayatmalarına karşı kırılganlıklarını olduğu kadar, bu sisteme sığmayarak; sistemi aşarak bir arada bulunmanın gücünü gösteriyor.
Sergide yine dille ilişkisi bakımından dikkat çeken işlerden biri, Gregg Bordowitz’in işi. “The AIDS Crisis is Still Beginning”/ “AIDS Krizi Hâlâ Başlıyor” yazılı bir pankartın yerleştirmesinden oluşan bu iş, ABD’deki ilk AIDS salgını esnasında ortaya çıkan söylemlere yönelik protest bir tavır olarak okunabilir. Türkçeye tıpkı Bordowitz’in yaptığı gibi bir dil oyunuyla çevrilen bu iş, artık 90’larda olmasak bile AIDS’e yönelik stigmaların devam ettiği, önleyici ilaçlara erişimin güç olduğu bir ülkede yaşayan bizler için durumun aciliyetinin ve bu aciliyete yönelik politika oluşturmanın zorunluluğunu ortaya koyuyor.


Bordowitz’in işinin hemen sonrasında karşımıza çıkan Kiki GgNash’ın Gullüm Perisi resmi, “kişisel olan politiktir” şiarından ilham alınmış bir resim. Kiki GgNash’ın kendi kişisel hikayesi, çocukluğu, translık deneyimi, ailesiyle olan ilişkisi gibi meseleleri dert edinen bu iş, aslında bir tür kendini yeniden yaratma pratiği olarak okunabilir. Kiki GgNash’ın tuvali yakarak icra ettiği bu resim, hem heteronormatif ailenin dayattığı kalıplara dair bir yıkımı, hem de bu yıkımdan doğru kendini yeniden inşa etme eylemini ifade ediyor.
Cansu Yıldıran’ın Havle Kadın Derneği’ndeki aktivistleri fotoğrafladığı Örtünme(me)nin Akışkanlığı işi, Müslüman kadınların kapanma ve/veya açılma deneyiminin fotoğraflanmasından oluşan bir yerleştirme. Yıldıran’ın kendi kişisel sergisi “Vargit Çiçekleri”nde de kullandığı bu teknik, fotoğrafların parçalı bir şekilde yerleştirilmesinden oluşuyor. Tam da beden meselesini ve bu bedenler üzerindeki çeşitli tahakküm biçimlerini dert edinen bu işin kullandığı parçalı teknik, bedenin çeşitli bölümlerine -örneğin göz, saç, yüz gibi- atfedilen anlamları tekrar sorgulamamıza alan açıyor.


Serginin üst katında bulunan ve Belit Sağ’ın sansür ve otosansür meselesinden yola çıkarak kurguladığı iki video, biri sanatçı biri araştırmacı iki kişinin kendilerini, sanatları ve araştırmaları karşısındaki konumlarını, bu konumlardan ve dış baskılardan doğan korkuları, kaygıları izleyiciye yansıtıyor. Sevil Tunaboylu’nun ve Ruken Ay’ın kendi deneyimlerini aktarması üzerinden kurgulanan bu video enstalasyonlar, aynı zamanda sergide bulunan son işler.

Bir dil oyunuyla açılan bir serginin, sansür ve otosansür meselesini dert edinen işlerle bitmesi aslında izleyiciye bir tür izlek de sunuyor: “Anlatı Gücü İttifakı: Sergi”, egemenlerin sansürüne, baskısına, zulmüne ve çeşitli tahakküm biçimlerine inat, dili eğip bükerek, oynayarak, görselleştirerek, parçalı bir dil yaratarak, kimi zaman ise kendimizi korumak adına otosansür uygulayarak ve fakat bu otosansür hâlini hiçbir şekilde olumlamayarak, beraber kolektif bir dil inşa etmenin çabası. Sergide bulunan bütün işler ise, bu kolektif, oyuncul, “bozuk” dilin kurulmasını sağlayan öğeler. Sonuç olarak, “Anlatı Gücü İttifakı: Sergi”, sanatın ve kolektif üretimin, baskıya ve sansüre karşı nasıl çatlaklar yaratabileceğini gösteren güçlü bir örnek olarak karşımıza çıkıyor.