Connect with us

Ne arıyorsun?

Argonotlar

Söyleşi

Beşinci yılında Hayy Açık Alan deneyimi

Ayşe Gür ve Saliha Yavuz tarafından kurulan Hayy Açık Alan’ı, İzmir’in dinamiklerini, sürdürülebilirlik ve dayanışma pratiklerini konuştuk.

İzmir’deki Kemeraltı bölgesinde Ayşe Gür ve Saliha Yavuz tarafından kurulan Hayy Açık Alan, yerel sanat aktörlerine ve inisiyatiflere destek sağlayarak İzmir’de kültür-sanat üretimine katkıda bulunan bir oluşum olarak beş yıldır faaliyet gösteriyor. Son yıllarda sanat inisiyatiflerinde hissedilen sürdürülebilirlik sorununu, İzmir’in izleyici/ziyaretçi kitlesinin farklılıklarını ve yerel komünitede dayanışma ruhunun önemini Gür ve Yavuz’la konuştuk. Ayrıca kültür-sanat alanında yeni yöntemleri ve yaklaşımları benimsemenin gerekliliğine değindik.

Son zamanlarda Türkiye’deki siyasi ve sosyal gelişmeler, sanat ve kültür alanını da etkiledi. Aslında uzun zamandır kültür ve sanat ortamında bir endişe ve belirsizlik mevcut. Peki Hayy’da durumlar nasıl?

Ayşe Gür: Şu anda herkes böyle motivasyonunu kaybetmiş, seçim sonrası sıkışan alanlarda hareket edebilme ve nefes alabilme gayretiyle kendi olanakları içinde mücadeleye devam edecektir. Bunun yanı sıra deprem, ekonomik kriz gibi etkenler de var. Genellikle işler biraz yavaş ilerliyor inisiyatiflerde. Yani telaşla proje üretme durumu yok, durgunluk gözlemliyoruz son zamanlarda ve bu sadece İzmir’de değil diğer şehirlerde de böyle. En büyük nedeni ekonomiydi zaten ama son dönemde depremle, politik gündemle birlikte herkes biraz ağırdan alıyor gibi geliyor. Hayy’ın kira ödemiyor olmasının konforuyla bu mekân hala ayakta ve son dönemde İzmir ve İzmir dışından gelen inisiyatiflerin yaptığı fonlu projelere mekânsal destek vererek Hayy yaşamaya devam ediyor. Hayy’da bir yaşam olsun istiyoruz ama artık bildiğimiz yöntemlerle değil. Programlamalar, bütçeler ve fonlarla telaş içerisinde yılda birçok programın olduğu bir oluşum yerine hem bireysel ve toplumsal hem de sanat alanında olanlar olarak biraz daha güvenli ve sakin adımlar atmaya ihtiyacımız var.

Bu sakinlik içinde Mayıs ayında “Bir Zamanlar” sergisi açıldı. Şule Nur Alev, Yunus Emre Erdoğan, Kaan Fıçıcı, Egemen Tuncer ve Hacer Kıroğlu’nun bir araya gelerek zaman meselesi üzerine ürettikleri işler var. 16 Temmuz’da başlayan sergi yaz boyunca randevu ile ziyarete açık olacak.

İkiniz de uzun yıllardır İstanbul’da sanat sektöründe yer alıyorsunuz. Ancak 2018 yılında İzmir’in Kemeraltı semtinde bir inisiyatif kurarak farklı bir deneyim yaşadınız. Bu süreçte, Hayy Açık Alan size neler kattı?

Saliha Yavuz: Hiçbir şey planladığın gibi gitmek zorunda değil. Bir de mesela izleyici profili farklı. Yani daha odaklı ve meraklı bir izleyici var. Kültür-sanat alanında genel geçer yöntemler sandığımız şeyler her yerde geçerli değil. Mesela iletişim, basın, sanatçı ilişkisi, bir galeri yönetimi. Bunların bir formatı var ama buna uymak zorunda olmadığımızı, farklı yöntemler olabileceğini gösterdi. Bir de bütçe ve zaman gibi şeylerin aslında çözülebilir şeyler olduğunu gördük. Bir şey yapmak istediğin zaman onu yapmanın farklı farklı yolları var. İstanbul’da bütçeler daha yüksek ve insanlarla iletişim bence daha zor, bir şey istemek için beş kere düşünüyorsun. Ama İzmir’deki organik insan desteği hem işgücü olarak hem düşünsel olarak İstanbul’da da bu desteği alabileceğimi gösterdi. İnisiyatifin devamlılığını sağlayabilmek için bir kâr derdi olmasa bile kurumsal yapıda geçerli olan bazı programlama yöntemlerini, etik değerleri benimsemenin önemli olduğunu gördüm bir yandan da.

A.G.: İzmir’e geldiğim andan itibaren İstanbul’un hızlı akışını geride bırakıp şehir kendi ivmesiyle hareket etmeni istiyor. İkimiz de kurumsal yerlerden geldiğimizden dolayı Hayy’ın getirdiği bir rahatlık var kaçınılmaz olarak. Ben kendi adıma diyebilirim ki İzmir’de biraz daha oluruna  bırakmayı öğrendim. Bazı durumlarda “aslında bu böyle de olabiliyormuş hiç de kötü değilmiş” diyebilmek beni motive eden şeyler oldu.

Hayy Açık Alan, beş yıllık faaliyet döneminde birçok sanatçı ve inisiyatifi ağırladı ve destekledi. Bu bağlamda, Hayy Açık Alan olarak sürdürülebilirlik açısından karşılaştığınız zorluklar neler?

S.Y.: Yani aslında bizi zorlayan şey toplumsal kaygılardı. Sürdürülebilirlik bir dert değil, çünkü Hayy bir mekân olarak orada, hâlâ orada bir çalışma yapılabiliyor ve bir teknik altyapı var. Ama toplumsal dertler bireyleri etkilediği için hem toplumsal kaygılar hem de ekonomik kaygıların hepsi bu şeyin bileşenlerini de etkiliyor, yani üyelerini de etkiliyor. Hepimizdeki değişim aslında bizdeki değişim bu anlamda. Türkiye’de non-profit olup fonlarla iş yapmaya çalışan birçok yapı benzer dertlerle uğraşıyor son zamanlarda.

Bu noktada, periferi bölgelerde kâr amacı gütmeyen sanat kurumlarını, bu zorlu şartlara rağmen motive eden şey nedir sizce?

A.G.: Atölyede kalacak üretimlerin, konuşmaların bu mekânlar sayesinde daha da yaygınlaşmasına sebep oluyor diye düşünüyorum. 

S.Y.: Burada güncel sanatı geliştirenlerle tüketenlerin aynı insanlar olmasının aslında birbirini desteklediğini düşünüyorum. Burada yaşayan sanatçıları besleyen, var olacakları bir alan yaratıyor.

Son birkaç yıl içinde hem kişisel projeler hem de kolektif projeler için Hayy Açık Alan kapılarını açtı. Son dönemde gerçekleştirilen üretimlere odaklanırsak, bu projelerin nasıl geliştiği hakkında biraz bilgi verebilir misiniz? Yani, Hayy Açık Alan olarak bu projelere nasıl katkı sağladınız ve sürecin nasıl işlediğinden biraz bahsedebilir misiniz?

S.Y.: Yaptıkları işlerle bizi heyecanlandıran insanlarla çalışmak bizim için hep doğal bir süreç olarak işledi diyebilirim. Son dönemde Hayy’ın düzenli bir projesi olmadığı için kolektif bir proje olması koşuluyla alanı herkese açtık. Ayrıca tanımadığımız inisiyatiflerle de böylece tanışmış olduk. Pandemi sırasında Geniş Açı’yla “Mahalleİzmir” isimli bir proje yaptık. Ama 2022’deki TissueLab’ın sergisi var mesela. Aslında onlar sadece mekânda çalışmak için Hayy’ı istediler biz bunu bir projeye dönüştürelim istedik. Sergi ve bununla ilgili iletişim çalışması yapalım dedik ve bunu kamusal bir projeye dönüştürdük. Hayy’ın ortaklığında gelişen bir proje olarak. Ondan önce de “Zamana Takılmak” ve “Sesli Resim” vardı. Ezgi Yakın’ın küratörlüğünü yaptığı “Zamana Takılmak” Hayy’da gerçekleşmek üzere önceden kurgulanmış bir projeydi. “Senkron” kapsamında Metehan Özcan ve Umut Altıntaş’ın Sesli Resim videosunun gösterimi yine böyle program kapsamında olan bir şeydi.

A.G.: Evet, Geniş Açı’yı İstanbul’daki çalışmalarından da tanıdığımız için benim açımdan süreç daha kolay işledi ama aslında pandemi döneminde çevrimiçi olarak gerçekleştirilenler benim için daha zordu. Hissedemediğim, içinde yer alamadığım projeler de oldu bu yüzden. İnisiyatif veya kolektiflerin ürettikleri projeleri sergilemeleri için gelen tekliflerle mekânsal destek sağlamak adına Hayy işbirliği yapıyor. Ama tabii birebir yanlarında bulunamadık o yüzden yine sürecin içinde hissetmek benim açımdan daha zor.

Hayy bundan sonraki süreçte yoluna nasıl devam edecek?

A.G.: Önümüzdeki dönemde, Eylül ayında Sınır/sız ekibinin sergisi İzmir dinamiği dikkate alınarak Hayy’da gerçekleşecek.

S.Y.: Bu yıl sanat alanındaki bir projenin süreçleri ve aktörlerine dair bir dizi seminer ve atölye planlıyoruz. Ayrıca pandemi öncesi Galeri Nev Ankara’nın kitap arşivinden bağışladığı yayınlarla birlikte genişleyen kütüphanemizi herkesin kullanımına açacağız. Bunlara Milli Reasürans Sanat Galerisi’nin yayın arşivinden bağışlar da ekleniyor.


Bu yazı bir Avrupa Birliği projesi olan CultureCIVIC: Kültür Sanat Destek Programı’nın desteklediği “Sanat Haberciliğini ve Eleştirisini Yerelden Geliştirmek” projesi kapsamında Argonotlar tarafından komisyon edilmiştir. 

İlginizi Çekebilir

Duyurular

border_less ARTBOOK DAYS’in altıncı edisyonu, bu sene 3–5 Mayıs tarihleri arasında Yapı Kredi Kültür Sanat Yayıncılık ev sahipliğinde gerçekleşiyor.

Söyleşi

Larissa Araz ile Versus Art Project'te gerçekleşen “In Hoc Signo Vinces” sergisi üzerine konuştuk.

Eleştiri

Gizem Akkoyunoğlu'nun Sanatorium'da gerçekleşen "Kudretin Silüetleri" sergisini Oğuz Karayemiş değerlendirdi.

Söyleşi

Kundura DocLab vesilesiyle İstanbul’a gelecek olan Rabih Mroué ile dünya ahvalini, tiyatro ve performans ilişkisini ve İstanbul’la bağını konuştuk.