Connect with us

Ne arıyorsun?

Argonotlar

Eleştiri

Bir Zamanlar Kavranamayan’ın ardından

Zaman her an yeniden başlıyor, ağaçlar büyüyor, patates plastiğe dönüşüp buharlaşıyor, akan sular donuyor, balonlar sönüyor, kelimeler yok oluyor, tavuklar büyüyor.

Hera Büyüktaşçıyan, Skin Deep, 2021, Heykel, halı ve ahşap yapı. Fotoğraf: Zeynep Fırat © Hera Büyüktaşçıyan ve Protocinema. Sanatçı ve Green Art Gallery, Dubai izniyle. Bir Zamanlar Kavranamayan sergisi kapsamında, Protocinema, 2021.

Sergiyi görmek için Kabataş’tan Beykoz’a giderken yaklaşık bir saat süren motor yolculuğunda bir zamanlar kavranamayanın neye işaret ettiğini düşünüyorum. Belki de kavrayamadığım bazı şeyleri dönüş yolculuğunda kavrayabilmiş olmayı ve onlardan “bir zamanlar” kavrayamadıklarım olarak bahsedebilmeyi umuyorum.

2011’de Mari Spirito tarafından kurulan Protocinema’nın 10. yılını kutlarken düzenlediği Bir Zamanlar Kavranamayan, Abbas Akhavan, Hera Büyüktaşçıyan, Banu Cennetoğlu, Ceal Floyer, Gülşah Mursaloğlu, Zeyno Pekünlü, Paul Pfeiffer, Amie Siegel ve Mario Garcia Torres’in işlerini bir araya getiriyor. Sergi, 1810 yılında ayakkabı ve deri üretimi için kurulan, 2005 yılından itibaren film platosu olarak kullanılan Beykoz Kundura Fabrikası’nda gerçekleşiyor. Mekânın iki yüz yıllık geçmişi, serginin zamanla kurduğu katmanlı ilişkiye dahil oluyor.

Girişin sağına ve soluna doğru uzanan sergi alanının ortasında birbirine dikilmiş transparan parçalardan oluşan şeritler tavandan yere uzanıyor. Her biri elektrikli ocaklar üzerine yerleştirilen içi su dolu çelik kaplar üzerinde konumlanan bu şeritler, patatesten üretilen plastik parçalardan oluşuyor. Kaplarda ısıtılan su buharlaşıp patates plastiğini yavaş yavaş eritiyor. Gülşah Mursaloğlu’nun “Dolanan Alanlar, Ayrışan Uçlar” (2021) yerleştirmesinde kurduğu bu sistem ısıyla ve zamanla değişip dönüşüyor. Zamanın bu denklemin önemli bir parçası olduğunun altını çiziyor. Bu sistemin değişim ve dönüşümü aslında yerleştirmenin merkezindeki malzemenin üretim aşamasında başlıyor. Patatesin plastiğe dönüşümü, tanıklık etmediğimiz emek-yoğun ve zaman alan bir süreç. İzleyici olarak “Dolanan Alanlar, Ayrışan Uçlar”ın ömrünün kısa bir dönemine tanıklık edebildiğimi fark ediyorum. Aslında günlük ilişkilerimizde de sürekli değişen ve dönüşen, doğası gereği sabit olması mümkün olmayan dinamik bir akışı takip ediyoruz ve karşılaştığımız kişilerin belli bir zaman aralığındaki durumlarına tanıklık edebiliyoruz. Zaman, durumları önce ve sonrasını kavrayamayacağımız şekilde karmaşıklaştırıyor. Yerleştirme, zamanla kurduğumuz ilişkiyi maddeselleştiriyor.

Lara Fresko Madra, sergi yayınında yer alan “Çoklu Zamanda Duyumsamak”başlıklı metninde “Peki, geçmişin bu denli bugünde yankılandığı bir zamanda nasıl hayatta kalıyoruz?” diye soruyor. Bu soru hem serginin mekânla kurduğu ilişki hem de işlerin kendi içlerindeki zamansallığı dahilinde farklı perspektifler açıyor. Abbas Akhavan “kaynak”(spring, 2021) adlı çalışmasında, şehrin çeşitli yerlerinden kaldırılmış çeşmelerden topladığı bakır boruları dairesel bir şekilde yerleştiriyor ve donduruyor. Madde halleri arasında ısı ve zaman ilişkisini kullanarak bir geçiş sağlıyor ve geçmişte akışkan olanı dondurarak tarihsel süreci bozuntuya uğratıyor. Yüklü bir tarihe sahip nesnelerin geçmiş işlevini elinden almak bir hayatta kalma stratejisi olabilir mi? Hera Büyüktaşçıyan da “Skin Deep” (2021) adlı yerleştirmesinde hem binanın tarihi ve yüzeyiyle ilişki kuruyor hem de geçmişi farklı bir malzemeyle yeniden kurguluyor. Çalışmada Ayasofya’nın örtülen mermerlerini referans alan halı parçaları, tavandan yere uzanan ahşap bir çubuktan başlayarak esnek ve kıvrımlı bir yapıda önümüze seriliyor. Halı parçalarıyla mermer hissi veren yüzey, üstü kapatılan kültürel mirasın farklı bir formda yeniden kurgulandığı bir yapıya dönüşüyor. Bu çalışma üzerine düşünürken farklı sanatçıların dekolonyal bir strateji olarak sömürgeci heykellerin veya yapıların üzerini örttüğü, boyadığı, kapattığı pratikleri hatırlıyorum ve Ayasofya’nın cami olarak kullanılmaya başlandığı süreçte mozaiklerin örtülmesinin bu pratiklerle kurduğu tuhaf ilişkiyi fark ediyorum. 

Bu farkındalık, yerleştirmenin yakınında yer alan “ÇOKİYİBİLİYORUMAMAYİNEDE” cümlesiyle de ilişkileniyor. Banu Cennetoğlu’nun siyah folyo balonlardan harflerle bir araya getirdiği bu cümle tavanda süzülüyor, yer yer bazı harfler dönüp tavana yaklaşıyor ve balonlar zamanla yavaş yavaş sönüyor. Balonların yer değiştirmesi, hareket etmesi, sönmesi veya birbirine çok yaklaşmasıyla cümlenin esnemesi, yayın formunda karşımıza çıkan katı cümlelere kontrast bir yapı oluşturuyor ve belki de bilginin sorgulanabilir ve esnek olduğunu hatırlatıyor. Fransız psikanalist ve etnolog Octave Mannoni’nin 1969 tarihli aynı adlı makalesinden alınan bu ifade, bir yanılsama sistematik olarak ifşa edildiğinde bile, insanların batıl bir şekilde ona tutunmaya devam ettiği ikili bir bilinç sistemi anlayışını öne sürüyor. Çalışma, biliyor olmanın bazen politik bir aksiyon almak için yeterli olmadığını hatırlatıyor.

Sergide, zamanla kurduğumuz katmanlı ve karmaşık ilişki film kurgu süreçleri üzerinden de ele alınıyor. Zeyno Pekünlü, “Kamerasız” (2021) filminde Dziga Vertov’un Kameralı Adam (1929) filmini 325 farklı videoyu bir araya getirerek yeniden yapıyor. Vertov’un filminde görülen çalışan Sovyet vatandaşları ve makineler zamanın modern Sovyetler Birliği imgesini destekliyor. Üst üste binen görüntüler, dondurulan kareler, hızlandırılmış veya yavaşlatılmış görüntüler, atlamalar gibi pek çok farklı teknik deneyen film dinamik bir tempoda ilerliyor. Zeyno Pekünlü ise bir video platformundan bulduğu videoları orijinal filmin kurgusuna paralel bir şekilde bir araya getiriyor ve filmi kamera olmadan kurguluyor.

Mario García Torres ise “Spoiler Serisi”nde bazı popüler filmlerin sonlarını açıklayan posterler sunuyor. Örneğin: “Selvi Boylum Al Yazmalım’da Türkan Şoray Kadir İnanır’la Birlikte Gitmiyor,”  “Dövüş Klübü’nde Brad Pitt ile Ed Norton Aynı Kişi,” “Duvara Karşı’da Sibel Kekilli Son Anda Vazgeçiyor.” Sonunu bilerek izlemenin filmin katmanlarını daha iyi okumamızı öne süren bir araştırmadan yola çıkan Torres, filmin devam ettiği süre boyunca ilerleyen, gelişen ve sonlanan hikâye anlatma deneyimini bir cümle ile bozuntuya uğratıyor.

Hu Fang, “Dear Navigator” başlıklı metninde şöyle diyor: “Hangi noktadan başlayarak zamanı ölçmemiz mümkün? Bu anın geçişi, geçmişi ve geleceği anında etkiliyor (bu anda, bu ana çoktan girmişken, etrafımdaki her şey değişti, değişiyor): Bu andan başlayarak, sürekli bu andan başlayarak, zamanda her an yeni bir başlangıç değil mi? […] Zaman için üzülüyorum çünkü kendini öldüremiyor.”[1] Beykoz’dan Kabataş’a dönerken yaklaşık bir saat süren motor yolculuğunda bir zamanlar kavranamayanın neye işaret ettiğini yeniden düşünüyorum. Zaman her an yeniden başlıyor, ağaçlar büyüyor, patates plastiğe dönüşüp buharlaşıyor, akan sular donuyor, balonlar sönüyor, kelimeler yok oluyor, tavuklar büyüyor, filmler yeniden kurgulanıyor, sonları baştan biliniyor, doğal kaynaklar paraya dönüşüyor. Bir zamanlar kavranamayan, belki de bugünün geçmişi ve geleceği etkileyebilme gücüne, geçmişin bu denli yankılandığı bu zamanda onu yeniden kurgulayarak hayatta kalabilme kapasitemize işaret ediyor. 


[1] Hu Fang, “Dear Navigator,” içinde What’s Love Got to Do with It? (e-flux & Sternberg Press, 2017) s. 65-107.

İlginizi Çekebilir

Eleştiri

Gizem Akkoyunoğlu'nun Sanatorium'da gerçekleşen "Kudretin Silüetleri" sergisini Oğuz Karayemiş değerlendirdi.

Söyleşi

Kundura DocLab vesilesiyle İstanbul’a gelecek olan Rabih Mroué ile dünya ahvalini, tiyatro ve performans ilişkisini ve İstanbul’la bağını konuştuk.

Eleştiri

LGBTİ+ sanatçıların işlerinden ve kuir üretimlerinden oluşan KIRIK inisiyatifinin hazırladığı gösterim programını İrem Karaaslan ele aldı.

Söyleşi

Sanatçı Gülsün Karamustafa ve küratör Alex Klein, jeopolitik manzaraların, siyasi etkileşimin ve direnişe ilişkin sanatsal araçların Karamustafa'nın yaşamının en gelişimsel yıllarını nasıl şekillendirdiğine odaklanıyor.