Connect with us

Ne arıyorsun?

Argonotlar

Gündem

“Bu nakış nakış işlediği resimle” Orhan Taylan’a veda

4 Kasım Cumartesi günü tedavi gördüğü hastanede yaşamını yitiren ressam ve heykeltıraş Orhan Taylan’ın ardından: Çok özel bir insandınız ve evet, topyekûn direndiniz.

Orhan Taylan Atölye-evinde, Nisan 2022. Fotoğraf: Tuğçe Yılmaz

“Maziyi biliriz ama oradan geçmeyiz
Aramakla geçirmeyiz yaz gecelerini
Dünün altın şövalyeliklerini
Kimsek oyuz. Sormayız
biz kimiz. Zira hâlâ buradayız
Sonsuzluğun elbisesinin söküklerini yamıyoruz.”[1]

Ressam ve heykeltıraş Orhan Taylan, 4 Kasım Cumartesi günü Koç Üniversitesi Hastanesi’nde hayatını kaybetti. Taylan, yaklaşık üç haftadır aynı hastanede tedavi görüyordu. Taylan’la geçen sene mart ayında Argonotlar’da yayımlanan “Türkiye Solunun Görsel Hafızası” yazı dizisi kapsamında Asmalı Mescit’teki atölyesinde buluşmuştuk. 1 Mayıs 1977 ve diğer 1 Mayıslar, araştırma alanlarımdan biri olduğu için Taylan’ı biliyor ve herkes gibi ben de en çok meşhur 1 Mayıs 1976 afişiyle tanıyordum.

Atölyesine giderken elbette heyecanlı; ama itiraf etmek gerekirse daha çok endişeliydim. Belirli bir kariyere ulaşmış sanatçılar, gazeteciler ya da siyasiler, çoğu zaman sizi eşiti olarak görmezler çünkü çoğu zaman ve onun için sadece o an orada varsınızdır.

Taylan’ın atölyesine girdiğim andan itibaren ise bu korkunun ceketimle birlikte duvara asıldığını gördüm. Taylan ve Fersa Pulhan Acar; beni hemen bu atölye-evin ortasında bir masaya davet ettiler. Orhan Bey ne içeceğimi sordu. Kahve? Vardı; ama bir yandan rakı masası hazırlanıyordu. Masa hazır olana kadar söyleşiyi bitiririz, diye düşündüm. Öyle de oldu. Bu rakı masasındaki sarımsak ve zeytinyağlı çiğ enginar mezesini asla unutmayacağım.

Orhan Bey önce üniversite, sonra sendika, sonra parti ve en nihayetinde cezaevi “kariyerini” anlatıyor. Derviş’in dediği gibi maziyi biliyor; ancak orada yaşamıyor. Hatta geçmişi anlatmak, başarılarını da anlatmak manasına geldiği için başlangıçta çekindiği bir sohbet bu. Ancak sonra konu meşhur 1 Mayıs afişine geliyor ve Taylan burada Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu’nun (DİSK) eski genel sekreteri Mehmet Ertürk’le olan arkadaşlığına değiniyor: “Mehmet’e ben size afiş yapayım, dedim. Yap bakalım, dedi. Sonra baktılar tuttu bayağı ve popüler oldu iş, bütün sokaklar afişlenmeye başlandı.”

Böyle berrak ve mütevazı bir şekilde anlatsa da Türkiye solunun görsel arşivindeki en kıymetli yerlerden biri Taylan’a ait. Ve bu afişler, işin kolayına kaçarak Sovyet Rusya’dan “ilhamla” tasarlanmış afişler değil. Taylan’ın 1961’de İtalya’ya gittiği dönemde İtalyan solundan ve sanatçılarından öğrendiği tekniklerle yarattığı işler bunlar. Bu da Orhan Taylan’ın afiş tasarımlarına ayrı bir özgünlük katar.

Roma’nın Kasımpaşası’ndaki ev

Onun İtalyası, henüz savaş sonrası koşullarından çıkmamış ve hâlâ yoksulluğun hâkim olduğu bir İtalya. Kendi deyimiyle “Roma’nın Kasımpaşası’nda” bir ev kiralıyor Taylan ve Roma Güzel Sanatlar Akademisi’ne başlıyor. Mahallede ve okulda son derece popüler olan İtalyan Komünist Partisi’nin cazibesine o da kapılıyor: “Bir kere hiç unutmuyorum okul arkadaşım, tabii o da komünist, sokakta yürürken karşımızdan gelen birine baktı ve yere tükürerek küfür etti. Neden tükürdün, dedim. Troçkist çünkü, dedi. Bu kadar yaygın ve popülerdi yani komünist olmak. Benimsediğiniz ideolojinin bu kadar talep görüyor olması, ona özenilmesi muhteşem bir histi.”

Söyleşiye renk katan Fersa Hanım söze her girdiğinde, Taylan’ın aklına Kuzgun Acar ile yaptıkları işler geliyor. Muazzam bir iş anlatıyor örneğin ve bu, benim günlerce aklımdan çıkmıyor. Günlerce de arıyorum; fakat arşivlerde kırıntısına dahi denk gelemiyorum. Taylan, Lastik-İş Sendikası’nın kuruluş yıldönümünde Kuzgun Acar’ın lateksten bir lastik işçisi heykeli yaptığını söylüyor: “Boyu, bir insanın boyundan büyüktü.” Bunlar şimdi nerede, diye soruyorum, önce 12 Mart 1971, sonra da 12 Eylül 1980 darbeleriyle işlerinin nasıl kaybettirildiğini ya da kendi elleriyle yok etmek zorunda kaldıklarını anlatıyor.

Soldan sağa, oturanlar: Orhan Taylan, Seniye Fenmen, Susanne Mahlmeister, Necla İbrahim Habib, Avni Memedoğlu; ayakta: Zehra Aral. Kaynak: Salt Araştırma arşivi.

Gözaltı süreçlerinde Taylan’ın yüzlerce kitabına el konuyor ve tabii buna da çok içerliyor. Atölye-evini soruyorum, zamanında devletin sanatçılara verdiği destek sayesinde burayı edinebildiğini söylüyor: “Şimdi böyle bir şey imkânsız tabii. Yaşıyorum diye bile öfkeli olabilirler bana, eserlerimizle ve zekâmızla topyekûn direndik onlara,” deyip gülüyor.

Taylan, 6 Kasım günü Bebek Camii’deki öğle namazının ardından Aşiyan Mezarlığı’ndaki aile kabristanına defnedildi. Sanatçı dostları, işçiler ve sevenleri onu uğurlamak için bir araya geldi. Taylan’ın meşhur 1 Mayıs afişinin üzerine konulduğu tabutunun aramızda durduğu, havada asılı kalan ağırlığın ve kederin içinden, imamın sesi yükseldi: “Bu nakış nakış işlediği resmi âdeta sevgili peygamberimizin bize daha alınteri kurumadan işçinin-emekçinin hakkını verin, nasihatını hatırlatıyor. Bir saat adaletle hükmetmek, bir sene ibadet etmekten daha hayırlıdır, nasihatını hatırlatıyor.”

Orhan Taylan’ın cenaze töreninden bir kare. Fotoğraf: Tuğçe Yılmaz

“Bizim cenazemiz”

Orhan Taylan elbette 1 Mayıs 1976 afişinden ibaret değil. Aynı yıl 13. Antalya Uluslararası Film ve Sanat Festivali, Resim ve Heykel Sempozyumu için yaptığı ilk duvar-resmi “Prometheus”u bana bilgisayarından gösterdiğinde gerçekliği ve gerçek dışılığı karşısında büyülenmiştim. –Duvar resmi, 12 Eylül 1980 Darbesinden sonra Kenan Evren’in emri ile kapatılıyor–. Fakat şunu eklemem gerekiyor: Taylan, oğlu Ferhat Taylan, yakın dostu Yusuf Taktak ve sanatçı Bedri Baykam ile DİSK’li işçilerin omuzlarında taşındı. Camiden mezarlığa geçişte, DİSK’li işçiler kendi aralarında şöyle konuşuyordu:

“Mezarlığa gidecek miyiz?”
“Gideceğiz tabii, bizim cenazemiz bu.”

Doğruydu. Camide ve mezarlıkta her an gördüğüm DİSK önlüklü işçilerin, mezarına pembe ve beyaz siklamenleri özenle eken belediye işçilerinin cenazesiydi belki de bu en çok. Orhan Taylan, Türkiye işçi sınıfının sesini her yere taşımıştı.

Sürekli okunan Fatihaların ardından deniz gören bir yere bıraktık Orhan Taylan’ı.

Bu yazıyı, geçen seneki söyleşide aldığım ses kaydından “kalanları” dinleyerek, buluşmamıza dair hafızamı zorlayarak ve elbette çok üzgün bir şekilde yazdım. Sabah cenazesine katıldığın  birinin sonradan sesini dinlemek garip bir hismiş.

Cenazede gazeteci kimliğimle bulunduğum için o kalabalıkta veda edemedim size Orhan Bey. Nasıl denk geldiğini bilmediğim bir şekilde, cenaze arabanıza binmeme ve mezarlığa kadar size eşlik etmeme rağmen. Şimdilik atölyenizde çalan güzel müziklerden biriyle ve bu yazı vasıtasıyla vedalaşıyorum sizinle. Çok özel bir insandınız ve evet, topyekûn direndiniz.


[1] Mahmud Derviş, “bu şiirin bitmesini istemiyorum”, Arapçadan çeviren: Mehmet Hakkı Suçin, Yapı Kredi Yayınları, 2016, İstanbul.

İlginizi Çekebilir

Söyleşi

Uluslararası Sinop Bienali’nin yaratıcı sürecinin merkezinde yer alan Hal kolektif’le, şehirle kurduğu bağlar ve katılımcı bir yaklaşımla gerçekleştirdiği projeler üzerine konuştuk.

Söyleşi

Diclekent’teki yeni mekânları vesilesiyle Merkezkaç Sanat Kolektifi’nden Uğur Orhan’la konuştuk.

Eleştiri

Almanya'daki ırkçı cinayetleri konu alan "Üç Kapı" sergisini Alâra Kuset değerlendirdi.

Kütüphane

Özkan Işık’ın İMÇ YÜZONBİR'de devam eden “Kısır Gecesi” sergisinin metni Argonotlar Kütüphanesinde.