Connect with us

Ne arıyorsun?

Argonotlar

Söyleşi

Can Aytekin’le “Bugünkü Program” üzerine

Sinema, resim ve efemera objeler üzerinden kurgulanan yeni bir dünya vadeden serginin odağında Metin Erksan’ın Sevmek Zamanı ile Ayrılsak da Beraberiz filmleri var.

Bugünkü Program sergisinden görünüm.

Can Aytekin, geçtiğimiz günlerde Versus Art Project’te izleyiciyle buluşan yeni kişisel sergisi “Bugünkü Program”da sinema, resim ve efemera objeler üzerinden kurgulanan yeni bir dünya vadediyor. Aytekin’in aklının bir köşesinde hep bir “üçleme” fikriyle hareket ettiğini gösteren sergi, aynı zamanda sanatçının geçmiş sergileriyle ilerleyen süreçte izleyicilerle buluşabilme potansiyeline sahip işlerine dair göndermeleri bir araya getiriyor. “Bugünkü Program”ın odak noktasında ise Metin Erksan’ın Sevmek Zamanı ile Ayrılsak da Beraberiz filmleri yer alıyor.

Can Aytekin’le yeni kişisel sergisi “Bugünkü Program”, sanatçının sinemayla ilişkisi ve bu ilişkinin üretimlerine etkisiyle serginin odak noktasında yer alan filmler üzerine konuştuk. Sergiyi 21 Mayıs’a kadar Versus Art Project’te görmek mümkün.

Yeni kişisel serginiz “Bugünkü Program”la Versus Art Project’te izleyicilerle buluşuyorsunuz. Serginin ismi kadar aklınızdaki üçleme fikri de oldukça ilgi çekici. Öncelikle sergi projesi nasıl gelişti?

“Bugünkü Program” adından da anlaşılacağı gibi sinemayı çağrıştırıyor bize. Ben konuya resim üzerinden dahil oluyorum. Resim ve sinema ilişkisi çok eski ve çok boyutlu bir mevzu. Giotto’nun Padova’da bulunan Arena şapeli dönemin sineması olarak değerlendirilir hep. Caravaggio’nun, Vermeer’in resimleri sinemacılar için çok temel referanslar olmuştur. Zaten Kurosava, Fellini… birçok sinemacı resim kökenlidir. Sinemacılar resmi çok iyi biliyorlar. Bunun tersi ise kolay söylenemez. Ben de hikâye anlatımı ve temsil konusuna sinema üzerinden katılıyorum. Doğrudan filmin kendisiyle ilgili çok fazla bir şey yok sergide. Metin Erksan’ın 1965 yılında çektiği Sevmek Zamanı filmi hiç gösterime girmemiş. Ben yıllar sonra bu film için bir gala yapmayı hayal ettim. Afişler, sinema fenerleri vs. tüm bu efemera malzemeyi yeniden ürettim.

Bugünkü Program sergisinden görünüm.

Sanatçının yaptığı işleri ve sergilerini bir devamlılık içerisinde düşünmesi ve tüm edimlerini de buna göre gerçekleştirmesi kendi içerisinde oldukça önemli bir denge ve üretim sürecini de barındırıyor olsa gerek. Bu çerçevede “Bugünkü Program”, daha önceki işlerinizle/sergilerinizle ne tür bağıntılar kurdu ve gelecek/yeni işlerinize nasıl bir yön verecek?

İlk sergilerim, yani “Tapınak, Kaya ve Bahçe” baştan hesap edilmeden bir üçleme gibi ortaya çıktı. Öğrencilik döneminde yaptığım hiç sergilemediğim “Taht” resimleri serisi de bunlarla ilgili aslında. Seriler hâlinde çalışmayı seviyorum. Bunların arasında bazen biçimsel benzerlikler ortaya çıkıyor. Şairlerin aynı kelimeyi kullanarak çok farklı anlam katmanları yaratmalarından esinlenerek ben de benzer biçimlerle başka bir bağlam yaratmak istiyorum. 2019 yılında Riverrun’da “Gelecek Program” adlı bir sergi yapmıştım, “Bugünkü Program” onun devamı gibi. Daha sonra üçüncü bir sergiyle devam etmesini umuyorum. Ama illa böyle olması da gerekmiyor.   

“Bugünkü Program”ın ilham noktası Yeşilçam, özellikle de film afişleri, lobi fotoğrafları ve sinema fenerleri. Bir sanatçı olarak Yeşilçam size nasıl ilham verdi?

Yeşilçam bir dönemdeki bir ruh hâli gibi geliyor bana. Ortak bir üretim biçimi. Klişelerle günübirlik çalışan pek de işin sonunu düşünmeden hızlıca kotarılan filmler. Genelde sokakta ve aynı mekânlarda, aynı kişilerin çektiği ve ister istemez her şeyin bir diğer filmde devam ettiği bir sinema. Burada aynı sette iki filmin birden çekilmesi, siyah-beyaz filmlerin boyanması vs. pek de şaşırtıcı değil. Özel set kurulamadığından sokaklarda çekilen filmler sayesinde İstanbul birçok filme dahil oluyor. Bu sayede gerçek hayatla kurgusal olanın karışması da beni çok etkiledi.

Bugünkü Program sergisinden görünüm.

Efemera malzemeyi kullanma biçiminiz bu sergiye yön veren temel meselelerden birisi. Ele aldığınız malzemeyi oldukça farklı biçim ve üsluplarda değerlendiriyor, ortaya Yeşilçam etrafında anlamlı bir örgü çıkarıyorsunuz. Bu noktada, malzeme size nasıl ışık tuttu, siz onu nasıl değerlendirmeyi tercih ettiniz?

Sevmek Zamanı filmindeki Boyacı Halil karakteri ve Ayrılsak da Beraberiz filmindeki Afişçi Mehmet karakteri üzerinden çizim, boya ve afişlerle kaplı duvarlar sergiye giriyor. Kâğıdın tutkal yardımıyla şekillenmesi söz konusu. Kâğıt söz konusu olunca boyaların, spreylerin yanı sıra mürekkepler ve baskı teknikleri de işe dahil oluyorlar. Kâğıdın transparanlığı, kat izlerini ve nem izlerini saklaması filan derken olay bir sürece ve mekâna yayılmaya başlıyor. Ayrıca burada bazı isimleri anmak isterim: Okulda biz öğrenciyken sinema afişlerinin üzerine resim yapan Antonio Cosentino, gazete kâğıtlarını üst üste yapıştırarak heykeller yapan İrfan Önürmen, Hakan Gürsoytrak’ın “Danyal Topatan” portresi, Arslan Eroğlu’nun gençliğinde sinema fenerleri boyamış olması çalışırken hep aklımdaydı.

Can Aytekin, İsimsiz, 2021, Kâğıt üzerine karışık teknik, 235 x 295 cm. Sanatçının ve Versus Art Project’in izniyle.

Sergi mekânının “asıl Yeşilçam”a bu kadar yakın olması ve sergi zamanının İstanbul Film Festivali’ne rastlaması sanırım sizin için de ayrıca özel olsa gerek. Gerek “Bugünkü Program” gerekse evvelki sergiler ile sinema üzerinden kendisine yeni bir evren kuran çağdaş bir sanatçı olarak, sinemayla ilişkiniz üzerine ne söylersiniz? Sinema, sizin sanatınızda ve yaşantınızda kendisine nasıl bir karşılık buluyor?

Evet film festivali sürpriz oldu. Galerinin yer aldığı Hanif Han da zaten Gazeteci Erol Dernek Sokak’ta yer alıyor. Bahsettiğiniz gibi “asıl Yeşilçam” burası. Beyoğlu çok değişse de hâlâ bazı izleri bulmak mümkün. Sinemayı çok seviyorum. Resim ve sinema ilişkisi çok büyülü bir şey. Çok iyi bir izleyiciyim diyemem, sinemaya gitme alışkanlığım da azaldı ne yazık ki.

Sevmek Zamanı ve Ayrılsak da Beraberiz, sergiye yön veren ve sizin de üzerine uzun zaman çalıştığınız iki önemli Metin Erksan filmi. Neden ve nasıl bu iki filmi birlikte kurguladınız?

İki filmde benzer temalar var. İkinci filmi Erksan bitirmeden bırakmış, yapımcı tamamlamış. Filmler arasındaki geçişler çok ilginç. Örneğin bu dönemdeki filmlerin çoğunun müziği Metin Bükey’e ait. Samanyolu’nun melodisini başka bir filmde dinleyebilirsiniz. Resimler geçmiş hikâyelerden ya da gelecek ütopyaları gösterse de aslında sadece siz bir an için baktığınızda var oluyorlar. Metin Erksan’ın filmdeki karakteri de bir resme sürekli bakıyor. Ne görüyor acaba? Ben de bu yüzleri seyretme hikâyesine katılmak istedim. Resim söz konusu olduğunda geçmiş, gelecek kelimelerinin pek bir anlamı yok bence, eşzamanlılık söz konusu. Bir resme baktığınızda o anda her şey olup bitiyor.

Bugünkü Program sergisinden görünüm.

Hafıza ve mekânla ilişkiniz bu sergide de daha önceki iş ve sergilerinizde de dikkat çeken önemli başlıklardan. Peki hafıza, kendisini mekânla mı somutlaştırır, fiziksel bir görünüm kazandırır? Hafıza-mekân ilişkisini siz nasıl yorumluyorsunuz?

Pandemi döneminde hep evde kalınca kapalı galeri mekânında bir sergi yapmak üzerine düşündüm. Tüm pencerelerin açık olduğu, sokaktan gelen seslere açık hatta sokağın izlerini galeride devam ettiren bir sergi yapmayı istedim. Hafızayı sadece çekmeceli bir dolap ya da büyük bir evin odaları gibi kapalı mekânlar olarak kurgulanması yerine yürürken sağda solda gözümüze takılan görüntüler olarak etrafa saçmak istedim. Böylece sürekli değişen kadrajlar ve kurgular ortaya çıkıyor.

Yeşilçam, bugün birçok isim tarafından “melankoli”, “romantizm” ve “nostalji” gibi kavramlarla birlikte değerlendiriliyor. Siz ise “bellek” üzerinden arşiv değeri de yüksek bir araştırma, sergi, sanat süreci yürütüyorsunuz. Sizin Yeşilçam’a yaklaşımınızı ve bu durumun işlerinize yansıma biçimini bunca özel kılan nedir?

Bir kitap kapağı ya da film afişi yaptığınızda şüphesiz bir temsiliyet söz konusu. Ama diğer kitap kapakları ve diğer afişlerle daha çok ilgilisiniz aslında. Benim yaptığım serginin bu anlamda filmlerle fazla bir ilgisi yok. Sinema mimarisi, lobi düzenlemeleri, sinema fenerleri vs. sokakta devam eden görme biçimlerini konu ediyorum. Sonuçta konusu ne olursa olsun bir sergi yapıyorum, çeviri yapıyorum. Bu çeviri meselesi birçok şeyi açıklayabilir. Sürekli çeviri yapıyoruz.

Bugünkü Program sergisinden görünüm.

Serginin önemli noktalarından birisi de mekâna özgü yerleştirme biçiminde kurgulanması. Bu durum aynı zamanda sergiye ve işlerinize “biriciklik” katan da bir tutum. Tıpkı onca efemera malzemenin, afiş ve fenerin bugün var olmayışı, ancak bir zamanlar biricik oluşu gibi. Zaman kavramını da derinden hissettiren bir mesele bu: biriciklik ve mekânla birlikte var olma/yok olma hikâyesi. Serginin mekânla ilişkisi ve biricikliği üzerine ne söylersiniz?

Benim için mekân çok önemli. Daha önceki sergilerin izi, tozu, tortusu mutlaka mekânda kalıyor. Baştan aşağıya yenilenmiş bir mekân yerine çok az müdahale edilmiş, yerleşmeye ama kalıcı olmamaya çalışan bir düzenleme peşindeyim. Bunun için yanımda getirdiğim, göstermek istediğim şeyler var. Her şey izleyicinin mekâna girmesiyle başlıyor, sonra etrafındaki şeyleri görüyor, sonra da çıkıp gidiyor. Biricik dediğiniz aslında izleyicinin o an hissettiği şey. Tekrar geldiğinde ya da sonra hatırladığında bambaşka bir şeye dönüşebilir bu his. Bir kaç ay sonra sergi zaten ortadan kalkıyor. Hiç şüphesiz sonrasında fotoğraflar, yazılar filan kalıyor. 

“Odaklanmamış görme” sizin sergi çerçevesinde ayrıca odaklandığınız, sergi mekânının ortasına yerleştirdiğiniz ve tüm alanı ortadan ikiye “yaran” duvarla pekiştirdiğiniz bir kavram. Odaklanmamış görmeyle neyi kastediyorsunuz ve bu kavram üretim sürecinize nasıl yansıdı?

Odaklanmamış görme Juhani Pallasmaa’dan öğrendiğim bir kavram. Sadece çerçevelenmiş alana odaklanmış optik görme yerine odaklanmamış, bedenin doğrudan katıldığı haptik bir görmeden bahsediyor. Tenin Gözleri adlı kitabında şöyle diyor Pallasmaa: “Çevrel görme bizi mekânla bütünleştirirken, odaklanmış görme bizi mekânın dışına iter, salt bir izleyici kılar.” Merleau-Ponty’nin, Cezanne üzerine yazdığı Göz ve Tin kitabını da anabiliriz burada. Sergideki duvarı sadece bir sınır olarak değil de yürürken takip ettiğimiz bir pano olarak düşündüm sergide. Sadece üzerine bir şeyler asılan bir taşıyıcıdan farklı olarak işlerin bir parçası olarak düşündüm.

Brikolaj üretim ve figüratif hikâye anlatıcılığı serginin beslendiği önemli kaynaklardan. Sinemanın da kendi içerisinde hep bir anlatım barındırdığı düşünüldüğünde bu durum daha da anlaşılır bir hâl alıyor. Üretim modeliniz ve figüratif hikâye anlatıcılığınız üzerine ne söylersiniz?

Brikolaj üretim çok planlanmış, tasarlanmış olarak değil de kendiliğinden, biriktirilen lüzumsuz şeylerin bir araya gelmesiyle ortaya çıkan bir üretim biçimi. Levi-Strausse daha çok yaban toplumların söylensel düşüncesini açıklarken kullandığı bu kavramı ben sanat ve zanaatin birbirine karıştığı güncel bir yaklaşım olarak ele alıyorum. Levi-Strausse’un söylediği gibi “nasıl olsa bir işe yarar” diyerek lüzumlu lüzumsuz biriktirme huyu bende de var.

Bundan üç yıl evvel Riverrun’da açtığınız “Gelecek Program” başlıklı serginiz aslında “Bugünkü Program”a dair de bir fragman, öncül, haberci olarak yorumlanabilir. Peki “Bugünkü Program”ı da bir sonraki serginin habercisi olarak görebilir miyiz? Devamlılık esas mıdır?

Planlama bir çıkış noktası olabilir ama benim için önemli olan şey süreç içinde beni şaşırtabilecek şeylerin ortaya çıkma olasılığı. Bu şekilde hemen rotayı başka tarafa çevirerek devam etmek daha taze şeyler ortaya çıkarıyor. Atölye ortamındaki sakarlığı seviyorum. Renkler, boyalar, kağıtlar, malzemeler kendi hâllerinde çok önemliler. Devam eden şey yaşantı aslında. Atölyedeki sürecin içinde ara vermeler, unutmalar, kaybedip sonra bulmalar, ters yöne sapmalar, geri dönüşler, zıplayarak başka bir tarafa geçmek de var.

İlginizi Çekebilir

Duyurular

border_less ARTBOOK DAYS’in altıncı edisyonu, bu sene 3–5 Mayıs tarihleri arasında Yapı Kredi Kültür Sanat Yayıncılık ev sahipliğinde gerçekleşiyor.

Söyleşi

Larissa Araz ile Versus Art Project'te gerçekleşen “In Hoc Signo Vinces” sergisi üzerine konuştuk.

Eleştiri

Gizem Akkoyunoğlu'nun Sanatorium'da gerçekleşen "Kudretin Silüetleri" sergisini Oğuz Karayemiş değerlendirdi.

Söyleşi

Kundura DocLab vesilesiyle İstanbul’a gelecek olan Rabih Mroué ile dünya ahvalini, tiyatro ve performans ilişkisini ve İstanbul’la bağını konuştuk.