Connect with us

Ne arıyorsun?

Argonotlar

Eleştiri

Jürinin ölümü

“Türkiye Sanat Tarihine Çoğul Bir Bakış” çalışması esnasında jüriyi öldürdük çünkü hâkim anlatıların hatırlanır kıldığı yapıyı tekrar ederek daha da önemli hale getirmek istemedik.

John Morgan, The Jury, 1861.

Geçenlerde okuduğum bir makalede karşıma çıkan şu cümle beni gülümsetti: “Edebiyat eleştirisi açısından düşünüldüğünde, Annie bir bakıma Roland Barthes ekolünün bir takipçisi olarak düşünülebilir: Ona göre Misery’nin ölümü bir trajedidir, ama yazarın ölümü olsa olsa elverişsiz bir durum teşkil eder.”[1] Makalede bir yazara hayran olma durumunun uç noktalarını göstermek için örnek verilen, beni de yapıbozumuna getirdiği bu yeni yorumla kendine hayran eden Annie, Stephen King’in aynı adlı romanından uyarlanmış 1980 yapımı, Türkçeye Ölüm Kitabı olarak çevrilmiş, orijinal ismi Misery olan filmin ana karakteri. Filmde Annie bir trafik kazasından kurtardığı Paul’ün yıllardır bayılarak okuduğu romans kitap serisinin yazarı olduğunu anlıyor. Ama öğreniyor ki, Paul daha ciddi romanlar yazmak için son kitabında serinin başkahramanı Misery’yi öldürmüş. Annie kazada iki bacağı kırılmış ve ona muhtaç olan Paul’ü zorlayarak yeni bir kitap yazmasını ve Misery’nin seriye geri dönmesini sağlamak için her yolun mübah olduğunu düşünüyor, buna Paul’ün bacaklarını tekrar kırmak da dahil. Her ne kadar işkence veya baskı altında yazı yazdırma tavrını desteklemesem de, Annie’nin bu sevdiği ve büyük ihtimalle kendini özdeşleştirdiği karakteri kurtarmak pahasına yazarı öldürmeyi göze alma şeklinde vuku bulan uç halinin bir çeşit Barthes yorumu olarak değerlendirilmesi hoşuma gitti. Bir yandan da son yıllarda yapıbozum ve postmodern düşüncenin getirdiği görecelik lensinin alt-right düşüncesini beslediği, hakikat sonrası dönemin aslında bu görecelik durumundan beslendiğine dair okuduğum teoriler tekrar kafamda dirildi. (Ama bunu şimdilik kenara koyalım, birazdan geri döneceğim.) Sanırım makaledeki cümlenin aklımda kalmasının sebebi, hem 1967’de kitabın ilk basımından beri süregelen edebi ve teorik ciddiyetle beraberinde getirdiği sonsuz tartışmayı tek atışla ve muzipçe ayaklar altına alması, hem de yakın zamanda grup olarak işlediğimiz başka bir cinayeti bana hatırlatması.

Geçtiğimiz kış ve ilkbaharın sergi gezemediğimiz ya da gezmeye pek cesaret edemediğimiz aylarında beni güncel sanat dünyasına (tabii ki Zoom üzerinden) bağlayan hatlardan biri Argonotlar’ın daveti üzerine bir araya geldiğimiz grup çalışması oldu. Sayısını bilemediğim ama beni yaklaşık ayda bir dürttüğünü hissettiğim Google doc, Doodle poll, Zoom daveti, e-mail, Wetransfer’a gönderilen ses kayıtlarından sonra, itiraf edebilirim ki Argonotlar ekibinden Ozan Ünlükoç ve Kültigin Kağan Akbulut’un şahitliğinde, Özlem Altunok’un yürütücülüğü ve biz davetlilerin (Ezgi Bakçay, Erden Kosova, Kevser Güler, Osman Erden ve Övül Durmuşoğlu) bitmez tartışmaların sonucunda kolektif kararlar aldık, jürilikten önce yürütücü ekibe, sonra da editörlüğe evrildik. Elli işi öne çıkaracak bir liste yerine aday gösterilen 276 işin hepsini kapsayan bir görselleştirmede karar kıldık, kelimelere takıldık, tartıştık, sonunda dağınık ve çok taktikli bir yazı serisinde karar kıldık. Bana şimdi verilen görev, bunu nasıl ve neden yaptığımızı sizi çok sıkmadan anlatmak.

Büyük haber şu: Biz de bu Türkiye Sanat Tarihine Çoğul Bir Bakış çalışması esnasında jüriyi öldürdük. Sanırım Argonotlar okurları da bu haberi alınca Annie’nin okumayı sevdiği ucuz romanların yazarı Paul’ün ölümüyle ilgili hislerini paylaşırlar. Burada da gerçek bir trajedi yok, olsa olsa hafif bir can sıkıntısı, işleri zora sokan (özellikle editörler düşünüldüğünde) bir münasebetsizlik söz konusu, ama kesinlikle büyük bir kayıptan bahsedilemez.

Fakat bu cinayete giden süreci açıklamadan önce üzerinde durduğumuz kelimeler, tarih aralıkları ve bunlardan türeyen yan tartışmalardan kısaca bahsetmek isterim, çünkü bu süreçte en çok önemsediğimiz paylaşım aslında bu fikir alışverişiydi. Bir yandan jüriyi öldürdüğümüze hepimiz sevinmişken bir yandan da erimeye başlayan eleştirel düşünce kasının[2] ve zaten saldırı altında olan uzmanlaşma fikrinin[3] bu tipik yapıbozumu uygulamasıyla tamamen dağılması kendi bünyemde bir korku olarak varlığını hâlâ sürdürüyordu. (Latour’un da dediği gibi, “Beşeri bilimlerin amacı yıkıma yapıbozumu eklemek miydi?) Ama korktuğum gibi olmadı, seçicilik otoritesi dağılıp havaya karışırken uzmanlık ve profesyonellik elden gitmedi. 

Argonotlar, çevrimiçi platformlarda devam eden ama aslında çok alışıldık bir dergicilik uygulaması olan, profesyonellere sorarak anket yapma taktiğini aslında önemli de bir eksikliği kapatmak için kullanmak istiyordu. Maksat aldıkları fonu değerlendirerek hem Türkiye sanat yazımında eksik gördükleri “iş çözümlemesi” ya da “yakın okuma” diyebileceğimiz, aklımızda kalan eserleri masaya yatırarak hem tarihsel değeri olacak, hem de gerektirdiği düşünce egzersizi sayesinde yazanların da bir bakıma elini zorlayacak metinler üretilmesini sağlamaktı. Elli yazardan böylesi 50 metin çıkarma denemesi bile kendi içinde önemli ve bu koşullarda gayet iddialı: Genel içerik üretimini yükseltmeye davette bulunan, talepkâr ama bir o kadar da gerekli bir jest. Şimdiki haliyle proje biraz kabuk değiştirdiyse de bu niyeti iletmeyi, Argonotlar’ın anket üzerinden eksikliğini kapatmak istediği boşluğun işaretlenmesini önemsiyorum.

Argonotlar ekibi bu çalışmaya başlarken yaklaşık 200 kişilik bir sanat emekçisi listesi belirlemiş, onlara gönderilecek davet mektubunu da bizim bu altı kişilik grubumuzla paylaşmıştı. Bu noktada kullanılan jargonda, bizim de içinde olduğumuz 200 kişi “büyük jüri”, şimdi editör olarak geçen altılı ise “küçük jüri ekibi” oluyordu. Bu noktada projenin ismi de 60 Sonrası Türkiye Çağdaş Sanatında 50 Eser olarak geçiyordu. Dikkatli ve düşünerek kelime seçen kişiler olmamızın ortak noktalarımızdan biri olduğunu anlamak uzun sürmedi. İtirazlar, tartışmalar, çeşitli yapıcı arızalar daha bu noktada kendini göstermeye başlamıştı. Önce kapışması bizden öncelere giden “çağdaş-güncel” kelime seçimi gündeme geldi.[4] Daha yaygın kullanıldığı ve Argonotlar ekibinin daha kapsayıcı olduğu düşündüğü için kullanmak istediği “çağdaş”a bu seferlik fazla itiraz edilmedi, onun başlıkta kalmasına izin verildi. Ben kişisel sebeplerden günceli tercih ederdim, belki başka bir zaman bu tartışmaya bugünden yeni aktörlerle tekrar bakmak ve tartışmak da mümkün olur. Ama anlaşılan o ki aslında çağdaş ve güncel terimlerinin Türkiye özelinde tarihsel araştırma ve teori dayalı gerçek bir değerlendirmeye hâlâ ihtiyacı var.

Bundan sonra masaya yatırılan konu, Argonotlar ekibinin önceden belirlediği 1960 tarihi tartışmanın başlangıç noktası oldu. Güncel ya da çağdaş sanat ne zaman başlamıştı sorusu (1945 İkinci Dünya Savaşı sonrası mı, 1989 Berlin Duvarı’nın yıkılışı sonrası mı, ikisinin arasında bir yer mi?) aslında Türkiye özelinde kelime seçimiyle de bağlantısız olarak düşünülemez. Batı dünyasında güncel/çağdaş sanat ne zaman başladı tartışmaları gayet  üretken bir şekilde devam ediyor,[5] hatta şimdi sözde periferinin dahil olduğu daha kapsayıcı denemeler de var.[6] Küreselleşme fikri temelli argümanlar da güncel sanatı bu durumun bir sonucu kadar aktörü olarak da görebiliyor.[7] Başka teorilere göreyse sanat modern zamanlardan beri küreseldi yönünde.[8] Her neyse, Türkiye’ye dönersek “1960’lar” bir şekilde bir dönemeç olarak kullanılagelmiş bir dönemselleştirme olsa da, aslında 1960’larda yaşanan sosyal ve politik hareketlerle yapılan üretim arasında bir örtüşmenin olmadığı, yalın örnekler dışında sanatsal olarak bir kırılmanın da teşhis edilemeyeceği bir 10 yılı kapsadığından, kavramsal sanatlar gelen düşünsel yapının ve üretim şekillerinin yaygınlaşmasının gözle görülebilir olduğu bir zaman aralığı olarak ‘70’ler tabirinde karar kılındı. Ama grafiğin de gösterdiği üzere, 1950’lerden bile işler önerildi, bence bunların da grafiğe girmesi bu düşünsel egzersizlerin devam ettiği, yorumlandığı, sabit ve katı çizgilerle ayrışmadığına kanıt niteliğinde.

Bu 50 yıllık hafıza yoklamasına katkıda bulunmaları ümidiyle hazırlanan metin  yaklaşık 200 sanat çalışanına yollandığında ve 10’ar eserlik bir liste hazırlamaları istendiğinde, göz önünde bulundurulmasında mutabık olduğumuz bazı hassasiyetleri de Özlem bizim için güzelce sıraladı: Kabaca şehir dağılımları, toplumsal cinsiyet, yurtiçi-yurtdışı üretimleri, kullanılan malzeme ya da yöntem gibi listenin kapsayıcı ve çeşitliliğe önem veren bir seçki olması umudu paylaşıldı. Gelen cevaplar aslında ilk etapta metodların kusurlu, profesyonellerin dar zamanlı, hafızanın dayanıksız, pandeminin de yıpratıcı olduğu verisinden öteye geçti mi bilmek mümkün değil. 200 kişiden sadece 50’sinden geri dönüş oldu, cevaplar son zamanlarda büyük sergilerle kariyeri kutlanmış sanatçıların ya da çok görünür mekânlarda gösterilmiş işlerin ağırlığını ortaya koyuyordu. Malzeme bazlı olmayan, özellikle performans işleri listede neredeyse hiç yoktu. İşler zamana eşit yayılmamıştı, son 10 yılda üretilmiş veya gösterilmiş işler ön plandaydı ve tabii İstanbul menşeli sanatçılar da öyle.

Hal böyleyken, jüriye de bu listenin paylaşımını ve buradan üretilecek yazıların sipariş edilme sürecini bir nevi “hack”lemek düştü. Çünkü hâkim yapıların görünür ve hatırlanır kıldığı bir yapıyı biz de tekrar ederek daha da önemli hale getirmek istemedik. Öncelikle 276’lık listenin tamamını görünür kılmakta uzlaştık. Sonra kusurlu da olsa bu listenin bize söyleyebileceği şeyleri dinlemek gerektiğinde birleştik. Jürilikten editörlüğe çekilirken okları kendimize de yönelttik, bizim de yeterince çeşitli konumları temsil etmeyen, farklı da olsa birtakım imtiyazların şekillendirdiği bireyler olarak seçici pozisyonunda olmamızın yetersizliğinde ve rahatsızlığında buluştuk. Bazen pragmatiklik adına bu üstesinden gelinemez gibi görünen ve mükemmel metodun imkânsızlığı üzerine şekillenen konuşmalarda konfor alanına geri dönme dürtülerimiz de oldu, onları olabildiğince yatıştırdık. Yeni benimsediğimiz konum, yürütücü ekip/editörler olarak, bizlerin araştırma sonuçlarını değerlendireceğimiz dinleyicilere açık bir söyleşi yapma ihtimalini değerlendirdik. (Şimdilik bunu erteledik, belki yazı serisi biraz şekillendikten sonra bu fikre geri dönülebilir dedik.) Bir yandan bu listeye aşırı anlam yüklemeden, ortaya çıkan tablonun kendisinin de değerlendirilebileceği yazıları da içeren çeşitli yöntemlerle (açık çağrıyla ya da seçerek, sanat dünyasından veya başka disiplinlerden, profesyonel ya da öğrenci) isteyenin listedeki bir işe, isteyenin bütün bir döneme yoğunlaşacağı, listede olmayanlara da değinen çeşitli yol ve yöntemler düşündük. Sonunda yöntem tartışmasından tarihsel değerlendirmeye, tematik incelemeden eser okumaya kadar geniş bir yelpazede yazılar sipariş etmeye karar verdik. Ekipteki herkesin (editör altılı ile Argonotlar’dan Özlem, Kültigin ve Ozan) kendi yöntemlerini belirleyerek beş yazarla çalışarak beş yazı ortaya çıkmasını sağlamasında karar kıldık. Farklı perspektiflerle yazılmış incelemeler önümüzdeki zamanlarda Argonotlar’da yayınlanmaya devam edecek.


[1] Roupenian, Kristen. “The Author, the Work, and the No. 1 Fan.” The New Yorker, 5 Ağustos, 2021. https://www.newyorker.com/culture/personal-history/the-author-the-work-and-the-no-1-fan.

[2] Latour, Bruno. “Matters of Fact/Matters of Concern,” Critical Inquiry, 2004 Kış sayısı: 225-248.

[3] Kakutani, Michiko. The Death of Truth: Notes on Falsehood in the Age of Trump. 1st Edition. New York: Tim Duggan Books, 2018.

[4] Bakınız “Sanat çağdaş mı, güncel mi?” Radikal, 21 Ekim 2007. http://www.radikal.com.tr/kultur/sanat-cagdas-mi-guncel-mi-829239/

[5] Bu konuda benim en sevdiğim kitap: Meyer, Richard. What Was Contemporary Art? Repint edition. Cambridge, Massachusetts: The MIT Press, 2016; ama daha kolay tüketilir birşey arıyorsanız biraz yıllanmış olsa da e-flux’ın bu konudaki serisi genel fikirleri takip edebilmek için fena değildi: “What Is Contemporary Art? Issue One – Journal #11 December 2009 – e-Flux.” https://www.e-flux.com/journal/11/61342/what-is-contemporary-art-issue-one/ ve “What Is Contemporary Art? Issue Two – Journal #12 January 2010 – e-Flux.” https://www.e-flux.com/journal/12/61332/what-is-contemporary-art-issue-two/.

[6] Mesela Okwui Enwezor’un Haus der Kunst’ta başlattığı ama devamını getiremediği sergi serisinin ilk ayağı Postwar (14 Ekim 2016-26 Mart 2017) bu tür bir efor olarak düşünülebilir. Bilmeyenler için kataloğu müthiştir: Enwezor, Okwui, Katy Siegel, and Ulrich Wilmes, eds. Postwar: Art between the Pacific and the Atlantic, 1945–1965. Munich; New York: Prestel, 2017.

[7] Lee, Pamela M. Forgetting the Art World. Illustrated edition. Cambridge, MA: The MIT Press, 2012.

[8] Jones, Caroline A. The Global Work of Art: World’s Fairs, Biennials, and the Aesthetics of Experience. Illustrated edition. Chicago; London: University of Chicago Press, 2017. Kitabı okumaya üşenenler için, SALT’ta davetim üzerine bir konuşma da yapmıştı: https://www.youtube.com/watch?v=L1Ti3174mrs

İlginizi Çekebilir

Duyurular

Argonotlar Almanak 2024'ün basılı olarak yayımlanması için başlattığımız destek kampanyasının detayları bağlantıda!

Söyleşi

Uluslararası Sinop Bienali’nin yaratıcı sürecinin merkezinde yer alan Hal kolektif’le, şehirle kurduğu bağlar ve katılımcı bir yaklaşımla gerçekleştirdiği projeler üzerine konuştuk.

Söyleşi

Diclekent’teki yeni mekânları vesilesiyle Merkezkaç Sanat Kolektifi’nden Uğur Orhan’la konuştuk.

Eleştiri

Almanya'daki ırkçı cinayetleri konu alan "Üç Kapı" sergisini Alâra Kuset değerlendirdi.