Connect with us

Ne arıyorsun?

Argonotlar

Kütüphane

neredeyse sen, bir müzikal olmak istiyorsun

Zeynep Kayan’ın Zilberman İstanbul’da gerçekleşen “sandalye ile ikinci kez” sergisinin katalog metni Argonotlar Kütüphanesinde.

sandalye ile ikinci kez: prova II, 46 x 83,5 cm, 2023

nereye? nereye? düşüyorsun ve her kimsen ben de seninle birlikte düşmek istiyorum.*

gel, şimdiye düşelim birlikte. çünkü bizi sadece burası ilgilendiriyor. şimdi kayıp gider, an da öyle ve ben tam şu saniyede sonsuza kadar şimdideyim. şu anda ben uçuyorum, metaforik değil, hakikaten, bu andan sana yazıyorum, çünkü burada olma hali beni bir nevi yok-yer’e bağlıyor. bu yerde tüm zamanlarda, tüm benlerim ile iç içe, hem yaşanmış hem de hiç yaşanmamış gibi, olasılıklar silsilesinde şekillenecek bir ana kavuşmayı bekliyorum. olduğum yerde, hepimizi hissederek nefes alıyorum.

calvino: “her birimizin her bir noktası, ötekilerin her noktası ile kesişiyordu, bu da hepimizin bulunduğu tek bir noktada oluyordu”.

bu yok-yerde oldukça rahatım artık, biz de seninle bu yok-yerde kavuşmadık mı? fayanslı odalar, duvarda iz bırakmış kökler, kırmızı bir ip, eşzamanlılık(synchronicity) boy göstermişti. ve ben, şehrin 131 adım aşağısına inmiş, ve 112 sini geri tırmanıp sana anlatmıştım.

ilk insan ya da karga da bu yok-yerde kendini keşfeder, ve sonra oturup bekler, biraz emekler, oturup bekler, bir tohum diker, oturup bekler, ve bunları yaparken fark eder ki bir kuş var, ve o kuş bu insandan da evvel yok-yere gelmiş, yani o hep varmış, ve o kuş insanın yolculuğunda ona eşlik eder, yol gösterir… ve göklerden yere inen insan yavaşça dünyayı elleri ve hayal gücü ile yaratmaya başlar.

sana yazmak üzerine düşünüyorum, oturup bekliyorum, içimde uzun uzun anlatıyorum sana hikayeler, ve tekrar duvara bakıyorum. aramızdaki imge ve alıntılarda kendimi arıyorum. şimdi mektup da yazamayacağım elbette, çünkü bu, her ne ise başıma gelmekte olan, benden aksın ve kendi formunu bulsun istiyorum. sana hitaben ve senin ötende her şey ile buluşmasını istiyorum. bir itiraf, bir haykırış. erozyon.

köklerini kaybetmeden hareket edebiliyorsun.

yok-yer’de gerçekleştirilecek inşaatın başlangıcını hatırlıyorum. balçığın su ile karıştığı bulanık bir birikinti içinde yüzüyorsun. gittiğin yerlerden ceplerine atarak topladığın toprakları, yerleri unutmamak için ufak ufak suyuna karıştırarak içiyorsun. sen, nefes aldığın her yerdensin. bir başlangıç vardır. şimdi ona geri dönelim. burası çok tanıdık. bedenine kavuşmuş fakat henüz öte diyarlara adım atmamışsın. göbeğinden uzayan kordon seni çevreleyen dağlara bağlanmış.

burasının senin yeni yerin olacağını biliyorsun ve önce onu kozmikleştirmen gerekiyor. taşıdığın şeylerle yeniden yaratmaya ve yaratılmaya koyuluyorsun. önce dinliyorsun, ve burada karşılaşıyoruz. yan odada tavandan asılmış, sırası geldiğinde iplerinden çekilecek cesetler var. burası soğuk, küçük, dar bir alan. Burasını gönlünde taşırken, kendine yeni bir yer çiziyorsun.

sandalye ile ikinci kez, 6’11”, 2023

orası hem bir manzara, hem bir uzay boşluğu, hem bir koğuş hem de bir yuva. ve göbek bağıyla tutunan bedenin. neredeyse, annenin karnından çıktığında kesilen bağını tekrar örüyorsun, bu sefer sen bir şeyi kendine bağlıyorsun ve onu çekiyorsun, ve bütün o gerilim, belirsizlik, gerginlik, hepsini tekrar yaşıyorsun. sana bahsetmiştim, yeni bir ev yapılacağı zaman, evin temelini atarken bir yaratılış dansı tekrar edilmeliydi. bu senin dansın. kendini dans ederek yaratıyorsun.

o, bana daha doğmadan anneannemizin rahminde, oluşmayı beklediğimizi anlatmıştı.  henüz annemiz ilk nefesini içine çekmeden, biz onun henüz şekillenmemiş ve tamamlanmamış organlarında hayata gözlerimizi açmak için sıramızı beklemişiz.

kendi nefesinin bile ekosunu duyduğun bu yerde nefesin ötesinde bir ses var, onu ortaya çıkartmak için kollarını sıvadın. ‘vici, vici, bızzzzz ve sessiz bir sürüklenme’ bağlı olduğun gergin ipinin çapasını arıyorsun. ipi kopardığın o vakit, boşlukta süzülen düğümleri tekrar bağlayacaksın. bir büyücü gibi şapkandan sandalyeyi çıkarıyorsun. (o gün kartlarda da sana büyücü çıkmıştı.) sandalyene oturanları, oturamayanları, daha oturtacaklarını düşünüyorum. senin bir yansımanı, gölgeni ya da auranı da görüyorum orada. kendini kendine mi çekiyorsun? göbek bağını sandalyeye sabitlediğin an, onu tekrar harekete geçiriyorsun, ve tekrar, ve tekrar. üzerine bir şeyler koyuyorsun, ve onların düşmesini izliyorsun. mütevazı bir taht olan sandalyende, senin parçacıklarının kırılmaları, yankı ve ekoları tüm odayı, ve bilinçaltımızı sarıyor.  bütün bu dansta bir şey var ki, kağıda geçemeyen, tanıdık, içinden hemen sana sıçrayan şey.

o şeyler sesler ve sesler mekanın iç sesleri. mekan da sensin. (sesi içimin sesi gibi, zorlanmanın sesi) tüm bu gıcırdamaların, sıçramaların, sürüklenmelerin, nefes alışların, akan suların, fısıltıların, düşen kağıtların, yanan resimlerin küllerinde sen bir müzikal olmak istiyorsun.

bu şekil almamış yok-yerde sana eşlik eden, altında boşluğu, üstünde seni taşıyan, jenerasyonlar arasında taşıdığın, çektiğin, sürüklediğin, kaldırdığın sandalyen var. bu senin başlangıç hikayen. kendinden bir kendin daha yaratıyorsun.

kendinden bir şey yaratmak ciddi bir iştir. kendimi yaratıyorum. yaptığımız sadece zifirî karanlıkta kendimizi arayarak yürümek. acı veriyor. ama bunlar doğurmanın ağrıları işte: bir şey doğuyor böylece. kendisi oluyor.

‘sadece senin bildiğin, kontrolün senin elinde olduğu bir canavar yaratmak istiyor ve onun ustası olmak istiyorsun.’ evet. evet. çünkü bu sana tatmadığın bir kuvvet verecek. odanın karanlığında kalmış kendine, kendisini göstermek için bir şans. ellerimizle şekillendirdiğimiz canavarlarımız, zamanda asılı kaldığımız o günlerde, yataklarımızın altından çıkarak odalarımızda sessizce bizimle buluştular. sana özgürlük veriyorum. önce sıvı kesesini yırtıyorum. sonra da göbek bağını. sen de kendince hayattasın artık. senin canavarını seninle birlikte tanıyorum. yankılarının kulaklarımda çınladığı, kendi gölgenle savaştığın, gölgene güç verip onu köşeye sıkıştırdığın, senin çıkardığın sesleri taklit etmesini beklediğin, ve beklediğin canavarın. senin hareketlerini kopyalayan, senden çoğalan bu canavar, bedenini keşfedip ritim tutarken ilk ortaya çıkan kuş ve insanı da hatırlatıyor bana. yok-yerdeki jest arayışlarında, dünyanı yaratırken tekrarladığın, senden doğan işaretlerle duvarlarda açılıyorsun.

Guttorm Guttormsgaard arşivinden, Fotoğraf: Lara Ögel

kaynağını aradığın o iç ses ile karşılaşma anında yanındaydım. 4 sene önce diyor ve bana, beni gönderiyorsun. arkamda beni gizlice kaydeden sen, yuvana dönüp bu müzikalin tohumlarını atacaksın.

boşlukta oluşan şeyleri de hatırlamak istiyorum biraz. bir felsefede, varoluşun sonsuz ışığı kasılarak bir boşluk yaratır ve bu boşlukta doğar yaratılış süreci. bu kasıntıyı bir katarsis, bir karşılaşma olarak görüyorum. sana buzdan ve sudan, zaman zaman katılaştığımdan ve sonra da eridiğimden bahsetmiştim. öyle bir diyarda gerçekleşiyordu ki bunlar, parmaklarımın ucunda tadı. gidiyorum, geliyorum, iç organlarımda, parmaklarımda kasılmayı bekliyorum. seni kabul edebilmem için önce kendimle boşluğumda karşılaşmam gerekiyor.. inayet açıklıklardan sızar fakat sadece onu kabul edecek bir boşluk var ise, ve bu boşluğu yaratan ta kendisidir aslında. ne olur, ne olur kabul edelim bize gelenleri.

seni tanıdığımda senin birden fazla olduğunu bilmiyordum, hatta bahsettim mi seneler önce, o bana senden kurtulmamı önermişti (o günden beri seni arıyorum) ve dedi ki, ‘sen’ ‘o’ değilsin. bundan çok emindi. fakat sana tekrar rastladığımda, artık o zamanki senden daha başka bir şey olduğunu gördüm. taşa, toprağa, havaya, kristallere, yıldız kümelerine, okyanusa, gölgelere, suretlere, renklere, seslere bir çok şeye dönüşmüştün. sana hep fısıldadığım ikilikleri de tanıdım sayende, ve ne anladıysam senin ortaya çıkmanda anladım. sen ve ben iki ayrı varoluş olmaktansa birbirimize dönüşen, ama aslında bir olan varlıklarmışız. şimdide açılırken hatırladığım ve bildiğim her şeyi geride bırakıyorum. içgüdümün, seslerin, dokuların beni oluşturmasına ve yeni çağrışımlar yapmasını arzuluyorum. ve temelimize iniyorum.

her şeyin temelinde şükran var. bu an var. beni okuyan sen varsın.


*C.G. Jung, Kırmızı Kitap (Çev. Okhan Gündüz)

Clarice Lispector, Yaşam Suyu (Çev. Başak Bingöl Yüce)

Yerçekimi ve İnayet Simone Weil (Çev. M. Mukadder Yakupoğlu)

Italic bölümler Zeynep Kayan & Lara Ögel arasında geçen mektuplaşmalardan alıntılar.

İlginizi Çekebilir

Kütüphane

Zeyno Pekünlü’nün SANATORIUM’da gerçekleşen "Bütün Ahları" sergisinin metni Argonotlar Kütüphanesinde.

Duyurular

Argonotlar ekibi olarak baharın gelişini kutlamak için hazırladığımız sergiler ve etkinlikler seçkisi karşınızda!

Kütüphane

İMALAT-HANE'de 6 Ocak - 6 Nisan 2024 tarihleri ​​arasında yer alan TUNCA'nın "Muhatabı Olmayan Mutfak" sergisinin katalog metni Argonotlar Kütüphanesinde.

Söyleşi

İrem Tok ile “Karanlıkla Buluşmak” üzerinden yakın dönem işlerini, insansız hikâyelerini, kültür-doğa-insan üçgenini ve SAHA Studio’daki çalışmalarını konuştuk.