Connect with us

Ne arıyorsun?

Argonotlar

Kütüphane

Non Plus Ultra’ya doğru

Şule Nur Alev ile “Non Plus Ultra/ Ötede Bir Şey Yok” sergi metnini hazırlama sürecinde gerçekleşen röportaj Argonotlar Kütüphanesinde

“Cayro” asitsiz kâğıt üzerine kalem 22,9x30,5 cm. 2023

Saliha Yavuz’un, Şule Nur Alev ile Vision Art Platform’daki ilk kişisel sergisi Non Plus Ultra/ Ötede Bir Şey Yok vesilesi ile, sergi metnini hazırlama sürecinde gerçekleştirdiği röportajı paylaşıyoruz. Sergi 22 Temmuz’a kadar görülebilir.

Sergi ismini antik bir post-klasik Akdeniz aforizmasından, Cebelitarık boğazının iki yanındaki Herkül Sütunları’nda yazan, gemilere daha ötesinin olmadığı, daha uzağa yelken açmamaları için bir uyarı olarak yazılmış olduğu iddia edilen Non Plus Ultra’dan ödünç alıyor. Senin için serginin çıkış noktası, bu başlıkla ilişkisi nedir?

“Non Plus Ultra” eser üretirken gitgeller biçiminde uzun süredir aklımı meşgul ediyordu zaten. Daha iyi olma, daha iyi yapma, bir adım daha da ileri gitme uğraşının kendisi ile ilişkilendirdim kendi içimde. İlk karşılaştığım andan itibaren en temelde, teknik beceri ile alakalı çaba hakkında açıklayamadığım bir hise tanı koyulmuş gibi hissettirdi. Bu konunun sadece benimle ilgili olmadığını, yalnız olmadığımı, bir tür insani refleks olduğunu düşünüyorum. Böyle olunca durum daha da çekici geliyor(şahsi kanaatim). Çünkü ben plastik bir değer üretmenin kendisini günce tutmak, not almak ile eşdeğer buluyorum. Eylemler gelip geçecek geriye kalan kaydın kendisi, anlatıcı değil. Bu şekilde düşününce daha da ısındım sınır meselesi etrafında gezinme fikrine ve kendi sınırlarımı temele yerleştirdim.

Daha önce 2018’de İzmir’deki Hayy Açık Alan’da, 2021’de Barın Han’ daki Atış Serbest sergisinde, 2022’de Vision Art Platform’daki Flux 2.0 seçkisinde işlerinle karşılaşmıştık. Hafıza, zaman, mekân ile ilişkileniyor işlerin. Bu kavramlarla ilişkine dair sürecinden bahsedebilir misin?

Bu kavramlar bence bizi biz yapan şeyler. İnsan olarak olduğumuz kişiyi, karakterimizi, insan olmaya dair her şeyimizi tamamen mekân,zaman ve hafıza arasındaki ilişkiye borçluyuz. Üçünden birisini bile denklemden çıkaracak olursak geriye kalanlar da işlevsiz hale geliyor. Kendini anlama çabası ile ilgili bir süreçte olduğumu düşünüyorum bu konular üzerine giderek.

Hayy Açık Alan’da sergilenen iş çerçeveyle sınırlanmış erken dönem bir retrospektifti benim için.  Öğrencilik zamanlarımdan beri dönemsel takıntılarımı ve kas hafızamı geliştiren şeyleri sembolik olarak bir arada derleyip toplayıp çerçeveye koymuştum. O gün geldiğim noktada neleri yaptım da buraya geldim sorusuna cevap arıyordum. Yolda yürürken dönüp arkaya bakmak gibi bir anlamı vardı benim için.

Şu an devam eden “Bir Zamanlar” isimli sergide aynı iş yine Hayy Açık Alan’da bir ikincisi ile sergilenmeye devam ediyor, bu söylediğim geldiğin yola bakma olayını 2018’de yaptığım eserden beridir olan zaman için tekrarlayıp en son tercih ettiğim estetik ile yeniden ürettim. 

Barın Han’da durum biraz farklıydı çünkü Atış Serbest’te ikili ilişkiler üzerinden bir birliktelik vardı. Ben ve Elif Çelebi bir aradaydık. Benim kurgum yerleşik hayata geçme, bir yere demir atma çabam ile ilişkiliydi. Bunun için de hafızamda önemli yer tutan, kişisel bağlarımın olduğu çiçek türlerini sembol olarak kullanmıştım. Çiçekler bir çeşit harita pini gibi faklı lokasyonları temsil ediyordu.

Flux 2.0’da daha çok mekân haritaları olarak ürettiğim işleri bir araya getirmiştim. Yuvarlak mono baskılar, Ötede Bir Şey Yok’a dahil olan fasad işlerin ilk versiyonları ve çizgisel soyut haritaların hepsi bir aradaydı.

Non Plus Ultra’daki yeni seri ne zamandır devam ediyor?

Aslında bu serinin daha az kontrollü versiyonları lisans derecemin son zamanlarında yaptığım defterlerle başladı sanırım. Kendi boyadığım kâğıtlarda kasıtlı rastlantısal lekeler vardı ve o lekeler içerisine küçük mimari öğeler(şatolar, katedraller, köprüler vb.) yerleştiriyordum. Bu mekânlar kompozisyondaki lekelerin de algılanışını değiştirip manzaralara dönüştürüyordu. Temel mantık izleyiciyi bu mekân parçalarını aramaya iterken bilinçsiz bir şekilde lekeleri keşfetmeye yöneltmekti.

Non Plus Ultra’ya doğru gelirken önceki işlerinle nasıl bir bağ kuruyorsun? Temelleri Here You Are’da atılmış gibi.

Kesinlikle öyle oldu. Here You Are benim için çeşitli yönlerde dönüm noktası, bir yuvarlak takıntısı önceki soyut mono baskı işlerimde de vardı ama bu biçimlendirme şeklinde değil. Sanırım biçimsel olarak yüksek lisans tezim süresince maruz kaldığım estetik bunu tetikledi, bir yandan parlak küreler ve benzer objeler üzerine hâlihazırda bir fetiş ve gelenek var sanat tarihi boyunca. Benim üretimim olan mimarinin temel amacı da küreyi taşıyor olması. Çizerken ilk verdiğim karar kürenin pozisyonu, gerisi onun etrafında şekilleniyor. Ama çiçek etütlerini yapmıyor olmasam sanırım en başta bu hayali mekânları ya da soyut işlerimi yapmam da mümkün olmazdı. Organik formları çalışmak kendi kalıplarımın dışında bir akışkanlık veriyor kas hafızama. Zorda kalınca evdeki bitkilere bakınıyorum hemen, Çünkü benim tahminin olacak olasılıkların dışında bir güzellikleri var.

Soyut mekânlarla ilişkin nedir sence? Varolan mekânların soyutlaması bilindik olandan hareketle daha olası iken, varolamayan soyut bir mekân nasıl kurulabilir? Meditasyonlarda yarattığımız alanlardan, varlıklardan hareketle yazdıkların ve işlerin bende bu soruyu canlandırdı.

Ben bunu inşa edilemezlikle tanımlıyorum kendim için. Belki zorlasak edilebilir hale de gelebilir bilmiyorum. İşin o yönü tamamen mimarlığın konusu, biraz da o yüzden hep fasad şeklinde benim işlerimde yapılar. Çünkü benim yaptığım şeyler en temel şeyden muaf, statik kaygım yok yere basmak zorunda değil, işlevsellik kaygım yok. Bir amaçsızlık üzerine inşa ediliyor bir bakıma. Sezgisel olarak tamamlıyorum kompozisyonları da. Sanırım bir yerde hafıza mutlaka giriyor işin içine, Here You Are’da bazı işlerde gördüğüm bildiğim yerlerden de küçük parçalar var. İşin tümüne bakınca bunun için ek bir çabam yok akışkan davranmaya çalışıyorum sadece, organik formlar tekrar devreye giriyor sanırım burada.

Bu seriyi ya da Here You Are’ı da içine alarak renk ile çalışsaydın nasıl bir fark olurdu? Siyah beyaz ve grinin tonları bu gidilecek son noktada nereye tekabül ediyor senin için?

Renk meselesi bu işlerde biraz mecburiyet. Maksimum stabiliteye ve kontrole ihtiyacım var şu an istediğim detay seviyesi için. Erişebildiğim ve devamlılığı olan en ince malzeme 0.02 grafit uçlu kalem. Onun da renkli olanı henüz yok. Okulun yetenek sınavına da uçlu bir kalem ile girmiştim kurs hocamın itirazlarına rağmen, bir yandan en çok tecrübemin olduğu materyal de o bu sebeple. İleride belki renkli diğer malzemeleri de kullanarak üretebilirim ama şu an için memnunum.

Non Plus Ultra; “gidilecek son nokta”, “hiçlik” kavramları duyguda neye tekabül ediyor sence. Senin için bu serinin duygusu nedir? Ya da seni buraya getiren nasıl deneyimler, hisler?

Ben sanırım nötr hissediyorum çünkü gerçekten anlamaya çalışıyorum hala. Bu konuyu biraz antropolojiyle bağdaştırdım kendi kafamda, her kültürde örneği olan bir hikâye aslında dünyanın bir sınırı olması ve o sınırı aşmak. Bir çeşit erginlenme töreni gibi insanlık için. Ulaşamadığımız yerleri de gözlüyoruz, daha iyi teleskoplar yapıyoruz. Sürekli bir sınır aşma hırsımız var insanlık olarak, e bu da aslında sonuçsuz bir çaba, hep genişlemek erişmek, eriştiğimiz yeri işgal etmek istiyoruz ama sınır da daha öteye gidiyor sürekli. Kaybolabilen bir şey değil çünkü. Okyanusların tabanlarını bile yeni yeni keşfediyoruz ama gözümüz hep yukarıda. Gözleyemediğimiz yerlerden biri de üzerinde yaşadığımız kürenin kalbi, garip bir ironi. Ben bu işleri üretirken bile bir sürü yeni teori üretildi Dünya’nın çekirdeği hakkında.

Kendi kavrayışıma ve becerilerime de aynı şekilde bakıyorum, “Daha İyi” yapma çabası hem geliştiren hem de sonu gelmeyecek bir uğraş. Bu işleri şekillendiren detay takıntısı aynı sebepten onun da hep son noktasına ulaşmaya çalışıyorum. Genel olarak mekân ve hafıza etrafında dolanmam da bu yüzden, çünkü beni ben yapan şeyler hatırladıklarım, hatırlama da bulunma hali olmadan, mekândan bağımsız olmuyor. Vardığım nokta hep aynı bütün işlerde aslında, ben neyim onu anlamaya çalışıyorum. 

“Ötede Bir Şey Yok” asitsiz kağıt üzerine soft pastel, aquarell ve kalem 112 x 94 cm. 2023

Ötesinin olmadığı bilmenin hem bir umutsuzluk hem de sonsuz bir olasılık evreni açtığını düşünüyorum. Serginin bugünün iç dünyamızda ve dışımızdaki belirsizlik üzerinden sende tekabül ettiği yeri merak ediyorum.

Umutsuzluk belki de ileriyi şu an görememekten. Tam da bu asıl mesele, olmaz denilen her şey bir gün olabilir,  “Ötede Bir Şey Yok” dediğimiz yerde mutlak bir boşluk yok.  Asıl soru peki biz doğru yere bakıyor muyuz? Ben Dünya’da zamanın çağlarla beraber giderek hızlandığı fikrini düşünce olarak çok seviyorum. Her günüm bir öncekinden daha hızlı geçiyor gibi geliyor. Yetememe, yetişememe kaygısı belki de. Bununla ilgisi var üzerimizde olan bu belirsizlik battaniyesinin de.

Önünde ne görüyorsun, neler planlıyorsun?

Ben üretmeye ve biriktirmeye devam edeceğim elbette, bir sonraki serginin düşünceleri, görseller kafamda uçuşuyor fakat dönüp işin mutfağına bakmakta fayda var diye düşünüyorum. Bir süre kabı tekrar doldurmam gerekecek ki taşıp beni aşabilsin.

İlginizi Çekebilir

Duyurular

border_less ARTBOOK DAYS’in altıncı edisyonu, bu sene 3–5 Mayıs tarihleri arasında Yapı Kredi Kültür Sanat Yayıncılık ev sahipliğinde gerçekleşiyor.

Söyleşi

Larissa Araz ile Versus Art Project'te gerçekleşen “In Hoc Signo Vinces” sergisi üzerine konuştuk.

Eleştiri

Gizem Akkoyunoğlu'nun Sanatorium'da gerçekleşen "Kudretin Silüetleri" sergisini Oğuz Karayemiş değerlendirdi.

Söyleşi

Kundura DocLab vesilesiyle İstanbul’a gelecek olan Rabih Mroué ile dünya ahvalini, tiyatro ve performans ilişkisini ve İstanbul’la bağını konuştuk.