Connect with us

Ne arıyorsun?

Argonotlar

Gündem

Orada bir sanat var taşrada

Van, Hakkari ve Şırnak illerini kapsayan “Sanatçının Ötekisi: Doğu’da Sanatçı Olmak” araştırması yaratım-üretim süreçlerine dair estetik ve politik çıkarımlar elde ediyor.

Meltem Durna Zerek, "İsimsiz" 50x100 cm, tuval üzerine karışık teknik, 2018

2021 Aralık tarihinde “Sanatçının Ötekisi: Doğu’da Sanatçı Olmak” adlı projeye başlamış ve 2022 Eylül ayında sonlandırmıştım. Proje CultureCIVIC: Kültür Sanat Destek Programı kapsamında Avrupa Birliği tarafından finanse edilmişti. Bireysel olarak başvurduğum projenin genel amacı, merkezin ötesinde bulunan sanat ve sanatçıların sorunlarına dikkat çekmek ve bu sorunların çözümü için kültürel alan emekçileriyle müşterek bir ajanda oluşturmaktı. 

Türkiye’de sanat ve sanatçının sorunlarının (aynı zamanda sanat eleştirisi ve incelemelerinin) genellikle ülkenin belirli büyük kentlerine sıkışmış durumda olduğunu biliyordum. Bu durum bana öncelikle Türkiye’deki sanat piyasası merkezlerinin Ankara, İzmir ve tabii ki İstanbul gibi büyük metropollerin, uzun yıllardır var olan sanat kamuoylarının, çeşitli kültür-sanat merkezlerinin sürdürebilir politikaları, sanat eleştirisi ve güncel sanat tarihi yazımının merkeze sıkışmasıyla ilgisi olduğunu düşünmüştüm. Dolayısıyla yerelde -taşrada- üretilen ‘sanatı’ onaylayacak, tartışacak ve inceleyecek bir sanat kamuoyunun, eserlerin ticari dolaşımını sağlayacak bir piyasa yokluğu ve sanat eseri üretimlerinin göz ardı edilmesinin sosyolojik ve estetik yönden nasıl açıklanabileceğini düşündüm. Böylelikle projede aslında sanat dünyası olarak kabul edilen küresel ve ulusal merkezler dışında farklı sanat ortamları ve sanat kamuoylarının bulunduğunu göstermeye odaklandı. Merkezde sanat üstüne gerçekleştirilen tartışmaların ve incelemelerin sanat ve sanatçı sorunlarının bir merkez ve çevre ikiliği yaratarak farklı sanat ortamlarını olumsuzladığı, sanat sosyolojisi alanına giren çalışmalarda pek çok kez tartışılmıştı. Bence bu tartışmada yer almayan şey, söz konusu sanat ortamının niteliği ve sanatçıların merkeze karşı geliştirmiş olduğu direnç türüydü. Proje, bu ortamları oluşturan sanatçıların bireysel ve sosyal sorunlarını, içerisinde bulundukları sanat ortamlarının niteliğini, sanatçıların ikâmet ettiği kent mekânlarını, yaratım-üretim sürecinin biçimlerini, sanat ve sanatçı tipolojisini sanat sosyolojisi izleği çerçevesinde saptamaya yönelik bir araştırma projesine yönelik gelişim gösterdi. Elde ettiğim verilerden yola çıkarak katılımcıların yaratım-üretim süreçlerinden hem estetik hem sosyolojik çıkarımlar elde etmeye çalıştım.

Proje kapsamında belirlenmiş olan Van, Hakkâri, Şırnak illerinden birbirinden farklı disiplinlerde üretim gerçekleştiren 36 sanatçıyla derinlemesine mülakatlar gerçekleştirdim ve bu mülakatların çıktısını basılı ve dijital bir yayına dönüştürerek üç kent mekânında uzman katılımcılarla beraber seminer serisi düzenledik. Mülakatlar sadece bu üç ili kapsamaktaydı. Mardin, Diyarbakır gibi Doğu Anadolu Bölgesi’ndeki büyük metropol alanları bu kapsam alanına dahil etmemeye karar verdim. Benim için önemli olan sanatın ve sanatçının ürettiği değerin ve sanat nesnesinin görünmez kılındığı, kentsel yapının ve sanat mekânlarının neredeyse hiç olmadığı doğu illeriydi. Bu illerden yola çıkarak sanat dünyasının karmaşık ilişki ağına karşılık sanat ortamı olarak kavramsallaştırmaya çalıştığım direnç alanlarının perspektifini görünürleştirmekti. Hâlâ büyük bir kent olma özelliğini koruyan Van ilinde günümüzde bir Devlet Tiyatrosu, özel tiyatrolar, Devlet Konservatuarı, çeşitli kültür-sanat merkezleri olmasına rağmen Hakkâri ve Şırnak illerinde durum farklılık taşıyordu. Bu da bana coğrafi ve kültürel anlamda birbirine benzer olan ‘taşralar’ arasındaki ortaklıklar ve farklılıklar konusunda Mardin ve Diyarbakır gibi metropollerden daha fazla veri sağlayacaktı. 

Mülakatlardan elde ettiğim veriler dışında hedef kitlesi Türkiye genelindeki sanatçılar olan çevrimiçi bir anket de düzenledim. Bu anket kapsamında sanat/sanatçı sorunlarını görünür kılma amacıyla sanat dünyasına ait olmayan farklı sanat ortamlarının yaratım-üretim ilişkilerinin toplumsal fenomenleri, sanatçıların ilişkilenme biçimleri, kültür politikaları hakkında görüş ve önerileriyle birlikte kent mekânlarına göre değişen sorunların kavramsallaştırılmasını sağlamaya çalıştım. Araştırma yöntemi olarak elde edilen ham verileri nicel ve nitel yöntemlerin bir arada kullanıldığı karma araştırma yöntemiyle araştırma sahasındaki soruları-sorunları görece cevaplandırmış oldum. Araştırma sahaları ve katılımcılar tarafından ortaya konulan en temel sorun kent mekânına ve kültür politikalarına yönelik çeşitli eksiklikler ve yetersizliklerdi. Üretim alanları, kent kültürü, kent hafızası-kent imgesinin eksikliklerin aynı zamanda taşra ile merkez arasındaki farkı daha da görünür kıldığı ortaya çıkmış oldu. Söz konusu eksiklikleri bu açıdan dört başlık altında toplayabildim: 

  • Kentsel mekânın altyapısına bağlı maddi olanakların eksikliği 
  • Kültür-sanat faaliyetlerinin üretimiyle ortaya çıkan ürünün yani sanat nesnesinin ve sanatçı kimliğinin ekonomik ve sembolik olarak artı değer eksikliği 
  • Üretim sürecine bağlı çeşitli sorun ve engeller 
  • Sanatçılar ve kültür aktörleri arasındaki destek ve iş birliklerinin yetersizliği

Süreç boyunca elde ettiğim verilerden sadece sanat sosyolojisi kapsamında bir değerlendirme yapmak istemediğimi fark ettim. Bunun yerine elde ettiğim verilerden felsefi -estetik nitelik taşıyan- çıkarımların olumlu nitelikte potansiyel taşıdığını görebildim. Sadece eksikliklere işaret etmek yerine bu eksikliklere rağmen sanat üretiminde bulunan sanatçıların ve sanat ortamının farkını merkez-taşra diyalektiğine girmeden olumlamaya çalıştım.

Meltem Durna Zerek, İsimsiz, 45×70 cm, dijital baskı, 2018

Nelere ulaştık?

Araştırma sahasını oluşturan, kent mekânında ikâmet eden sanatçıların ve sanat ortamının yapısal problemleri, sanatçıların bulundukları toplumda karşılaştıkları sorunları, sanatçı, sanat eseri ve alımlayıcı arasındaki dinamikleri, yaratım-üretim sürecinde karşılaşılan sorunları, kent mekânında ve ülke genelinde ortak ve farklı olan sanat sistematiğini, kültür politikalarıyla bu politikaların uygulayıcısı olan kurum ve yönetici sınıfının profilini, elde edilen sosyolojik verilerin ne türde bir kavram haritası kurabildiğini gündeme getirerek kültür-sanat dünyası ve kültürel alan emekçileri için etkili bir görünüm yaratmayı amaçladım. Bununla beraber, Türkiye’nin doğusundaki sanat ortamının (bu ortama ait fikirlerin, üretim ilişkilerinin ve sanat/sanatçı tipolojisinin) kavramsallaştırılması ve “taşra” olarak olumsuzlanan kent mekânlarında yaratım-üretim sürecinin, merkez olarak kabul edilen sanat dünyasının sınırlarını aşındıracak kolektif ilişkiselliğin sahada mevcut olduğunu tespit ettim. Doğu Anadolu bölgesine yönelik sanat ve sanatçı sorunlarının, daha önce bir araştırma ve raporlama kapsamına girmemiş olması projenin özgünlüğünü ortaya koyuyordu ama temel maksadım ideolojik bir Batı-Doğu ayrımını yeniden görünürleştirmeye, derinleştirmeye çalışmak değildi. Aynı zamanda söz konusu yerel sanat ortamlarının birbirinden farklılık arz eden üretim biçimlerini, tarihsel, kültürel özelliklerini öne çıkartmayı çalıştım. Başka bir deyişle ne ulusal sanat ideolojisine ne de doğrudan Batı sanatının sosyolojik ve felsefi kavram dünyasına yaslanmak istedim. Elbette tüm bunları tam olarak başarabildiğim söylenemez. Bununla beraber hem çalışma başlığına bağlı olarak hem de projenin çıktılarına yönelik çeşitli eleştiriler de aldım. Projenin başlığında yer alan ötekilik mefhumunun bölgeye yönelik politik hiçbir şey göstermemesi ya da ötekilik mefhumu üzerinden bir çıkar sağlama gibi. Ya da bölgeleri, sanat ve sanatçı sorunlarını birbirinden ayrıştırma çabası gibi eleştiriler. Benim adlandırdığım ötekilik homojenleşen çağdaş sanat dünyasının parçaladığı mekânsallığa ve yarılmış bir öznelliğe işaret ediyordu. Elbette yerele bağlı birbirinden farklı kültürlere, kimliklere ve cinsel yönelime sahip kişiler de hedef gruplarım arasındaydı. Bu ayrımcılıklar, sansür ve otosansür meselelerinin her birini rapora geçirebildim. 

Güncel tartışmalar, sosyolojik ve felsefi ileri sürüşler sanat dünyasının kendi yerelliği etrafında dönmesine rağmen elde edilen çıkarımlar her zaman için evrensel bir söylem iddiası taşıyordu. Dolayısıyla oyun kuruculuğu sanat dünyasının merkezi olarak kabul edilen ticari, kültürel ağ ve bu ağın bileşenlerini koordine eden piyasa tarafından kuruluyordu. Benim için sorun zaten bu bilinen gerçekliği yeniden keşfetmek değildi, bu gerçekliğe karşı direnç sağlayan yerlere ve öznelliklere işaret edebilmekti. Bunu göstermeye çalışırken de söz konusu öznellikleri madun söylemine yerleştirmeye çalışmadım. Sanat dünyasından farklılık arz eden sanat ortamlarının merkeze karşı bir direnç alanı olarak çeşitli mukavemetler, direnişler gösterdiğini ve bu gösterim tarzının merkez ve taşra dışında alternatif bir mekânsallık ve bedensellik-öznellik biçimi üretebildiklerini göstermeye gayret ettim. Dolayısıyla ötekilik ve madun söylemi üzerinden siyasi ve politik bir estetik ve makro sosyoloji geliştirmek yerine, yerele özgü üretim dinamiklerin küreselleşen dünyaya karşı alternatiflerini taşradan çıkartılıp çıkartılamayacağını görmek benim için ilginç bir deneyim oldu. Doğu aslında sanat dünyasının hem içinde hem de dışında olan, hiyerarşik söylem ve üretim biçimlerinin kendisini taşralaştıran, onu hem aşındıran hem de paradoksal biçimde onun koyduğu kurallara göre oynamak zorunda kalan çeşitli sorunlar içeriyordu. 

Hafıza, arşiv, kritik

Katılımcılarla bulguladığımız sorunlardan en önemlilerinden bir tanesi, üretimlerden sonra üretimleri inceleyen, kritik eden medya, platform ve yayınların eksikliğiydi. Bu aynı zamanda mevcut sanat ortamının ne tür bir sanat belleği inşa ettiğini bizlere unutturması ve kültürel-sanatsal bir arşivin parçası olamayan üretimlerin çoğunun elimizden kayıp gitmesine yol açıyordu. Üretimlere yönelik arşiv, inceleme ve kritik çabaları aynı zamanda güncel bir sanat tarihi yazımı demektir. Kültürel-sanatsal faaliyetlerin arşivlenme, kritik ve incelenme çalışmalarının eksikliği hem kültürel hem evrensel sanat tarihi açısından hem de söz konusu sanat ortamlarındaki güncel sanatı takip etmemiz, kıyas etmemiz ve eleştiri kültürü oluşturmamız açısından tarihsel alanda bir boşluğu meydana getiriyor. Bu durumun en kötü sonuçlarından biri telafi edilemeyen yanılsamalara, hatalara yol açabilmesidir. Diğer yandan yereldeki sanatçının, ikâmet ettiği kentte, bölgede, ulusal ve uluslararası alanda anılması da güçleşiyor. Anılma sanatsal tanınmanın temel göstergelerindendir. Anılma-tanınma bileşeninin eksikliği, sanatsal ve kültürel alanda sanatçının kendi yerel sınırları içerisine kalacağını gösterir. Ürettiği sembolik ve maddi değerin pozisyonu böylelikle zayıf, eksik olarak görülür. Dolayısıyla sanatçı, sanat dünyasının kurallarına göre oynanmaya zorlanarak, piyasa dinamiklerini göre hareket ederek merkeze eklemlenecek bir üretim sürecine dâhil olmak zorunda kalır. Bu etkenler göz önüne alındığında birbirinden farklı yerlerde ikâmet eden kültürel alan emekçilerinin coğrafi bölge ve yerel ayrımları ortadan kalkıyor. Çünkü merkeze eklemlenen sanatçının öznelliği ve onu piyasaya dâhil olmasını sağlayacak üretim biçimi yersiz yurtsuz bir kimliğe dönüşüyor.

Reddedilemeyecek bir iş olarak sanat ve faaliyetsizlik

Duchamp hazır-nesneleriyle “sanatsal” işin reddini gerçekleştirmişti. Sanatsal işin reddi, Lazarrato’nun kavramsallaştırmasıyla kamunun estetik taleplerini karşılamak amacıyla piyasa ve koleksiyoncular için üretmeyi reddetmek demek. Sanatsal işin reddi piyasanın değerlendirme kıstaslarına, piyasanın nitelik ve nicelik taleplerine teslim olmayı reddetmektir ama araştırma sahamı oluşturan sanat ortamında sanat dünyasındaki gibi bir sanat piyasası bulunmamaktadır. Bu yüzden Van, Hakkâri ve Şırnak’taki katılımcıların ve sanatçıların pazarın dinamiklerine göre iş üret(e)mediklerini söyleyebiliriz. Sanat piyasasın yokluğu aynı zamanda bu yokluğa rağmen sanat dünyasından ayrı bir sanat ortamının varlığına, eksikten fazla oluşuna işaret ediyordu. Reddetme, üretimin askıya alınmasıyla beraber hareketsizlik ve eylemsizliği bir araya getiren hiyerarşinin dağılışıdır. Duchamp hazır nesneleriyle ne bir üretim gerçekleştirir ne de bir “sanatçı” olarak faaliyet üretir. Duchamp’ın gerçekleştirdiği faaliyetler ve Lazzarato’nun incelemelerinin ardından Agamben’in faaliyetin faaliyetsizlik ve çekip gitme olduğu o ikircikli kavramsallaştırmasını anımsadım. Faaliyetin aslında faaliyetsizlik olduğu nokta. Faaliyetsizlik üretilen bir ürünün ticari (ve sembolik) anlamda herhangi bir dolaşıma giremeyecek oluşundan ileri gelir. Biz bu tezi Lazzarato’nun kavramsallaştırmasının dışına çıkarak saha çalışmamda mülakat gerçekleştirdiğim sanatçıların reddedilemeyecek bir işin üretimini gerçekleştirdikleri yönünde bir değerlendirme yaptım. Böylelikle ticari ve aynı zamanda sembolik dolaşıma giremeyecek sanat üretimleriyle sanatın ve kendilik kültürünün varlığını merkez-taşra diyalektiğinde sürdürmeyen bir sanat ortamından söz ediyoruz. 

Duchamp ‘sanatsal işi’ redderken taşradaki sanatsal iş reddedilemeyecek bir hüviyete sahiptir. Katılımcılarımız arasından tiyatro sanatçısı H.B.’ye sorduğumuz “İkamet ettiğiniz kent mekânında tüm eksikliklere rağmen neden üretim yapmaktasınız?” sorusuna verdiği cevap önemlidir: “Var olmak için!” Dolayısıyla reddedilemeyecek bir işin üretimi temel olarak var olmakla (var olabilecek bir mekân-beden üretimiyle) ilgilidir. Bu açıdan taşranın merkezi aşındırdığı direnç alanı tam da üretimin, üretim sürecine bağlı olarak farklı bir varlık tarzı elde etmesidir. Kent mekânı bu sefer “taşra” olarak değil, sanatçıların yaratım-üretim süreciyle beraber yeniden üretilerek görünmeyenin görünürlük kazandığı bir süreçle yeniden adlandırılır.

Şırnak saha gezisinde ön mülakat görüşmesi sırasında bir katılımcımız, Şırnak Güzel Sanatlar Fakültesinin kurucularından, aynı zamanda ressam bir sanatçı için bir benzetme kullanmıştı. 2015 ve 2016 yıllarında Hendek olayları nedeniyle harabeye dönen konutların yerine kent yeniden kuruldu. 2018’de yeniden kurulmuş bir kentte, sanat ortamının olmadığı-henüz zaruri bir ihtiyaç duyulmadığı bir yerde güzel sanatlar fakültesinin kurulması, Şırnak kent mekânı ve sanatçı adayı öğrenciler için gösterilen çaba ve faaliyetlerin tam bir donkişotluk olduğunu ifade etmişti. Daha sonra bu benzetmenin taşradaki diğer sanatçılar için de geçerli olup olmayacağı üzerine farklı katılımcılarla konuştum. Bu tipleme hem kendisiyle hem de ötekilerle kurduğu ilişkiler açısından bir takım olumlu niteliklere sahipti. Don Kişot, tıpkı romanda olduğu üzere başkaları için alay konusu olabilir; “deli” ve “canavar” olarak etiketlendirilebilir. Buna rağmen Don Kişot ihtiyaç duyulmayan bir çağda şövalyelik tinini yeniden canlandırıyordu. Bu çerçevede Don Kişot toplumsal ve mekânsal olarak anti konvansiyonelist bir nitelik taşıyordu. İşaret edilmesi gereken önemli husus Don Kişot’un toplumsal olandan ziyade ona karşın alternatif bir gerçeklik inşa etmesi ve bu gerçekliğe inanç beslemesidir. Tıpkı sanatçıların geçimlik düzeyde üretimlerinden geçimini sağlayamaması ama yine de sanatsal gerçekliği üretmeye devam etmeleri gibi. Don Kişot bu açıdan hiç kimse tarafından kabul görmese de kendisi düşünce, duyu, duygu ve devinimlerine inandığı için gerçek bir şövalyedir; hayali bir karakter değil. Tıpkı sanat piyasası içerisinde var olmayan, sanat dünyası içerisinde bir adı olmayan, toplumun böylesi bir üretime ve tipe ihtiyacı olmamasına rağmen sanatı faaliyetsiz bir faaliyet olarak üreten sanatçılar gibi.

Sanat dünyasının uzmanları, kurumları, piyasanın küresel bileşenleri, kısacası bu dünyanın ortak duyu ve konsensüsüne karşı; taşrada sanat üretimini gerçekleştiren Don Kişot tiplemesindeki sanatçı, kendisine pay edilen ‘yeri’ ve duyulur olanı değiştiren, ortak duyudan sapan, mekânın ve yeteneklerin bölüşümünde bir gedik açan yaratım-üretim sürecini bedenselleştiren/mekânsallaştıran edimiyle başka bir dünyanın penceresine yönelir. Bu açıdan ele aldığım tiplemenin, üretim biçiminin mekânı ve yeteneklerini yeniden düzenlediği politik pratiği; mekânda daha önceden pay edilen eşitsiz dağıtımla görülür olanın sadece eksik ve yetersiz gerçekliğini yeniden biçimlendirir. Sanat dünyasının anonim kıldığı bu ortamda “faaliyetsiz” bir üretim sürecini deneyimleyenler, kendisine uygun görülenin yerin dışında üretim sürecini mekânsal-bedensel bir olaya çevirir. Ele geçirilen şey mekânda ve yeteneklerin dağılımıyla açılan boşluğun etkin üretimidir. Don Kişot, mekân ve görevlerin hiyerarşik dağılımını bozarak bedenleri topluluk olarak örgütleyen duyulur rejime karşı bir canavar olarak belirir. Duyulur olanı yeniden şekillendirense ele geçirdiği perspektiftir.

Bedensel deneyime dayalı mekânsallık

Esere ve sanatçıya yönelik gerçek anlamda değerli bilgiler edinilecekse bakılması gereken “yer” yaratıcılık sürecidir. Yaratıcılık süreci izleyiciye sadece sanatçı ve eser hakkında bilgi vermekle kalmaz; onun görme biçimine, bir anda karşılaştığı eserin farklı ögelerine ilgisine derinlik katabilir. Bu süreç hem araştırmacılar açısından hem de izleyici kitlesi açısından keşfedilmesi gereken bir yoldur. Buna büyük resmi görmek de diyebiliriz. Güncel sanat açısından sanatçıların üretim ve yaratım süreçleri eserlerinin parçası, uzantısıdır. Bu yöntem sadece eseri anlamak ve tenkit etmek için eserin plastik ögelerine değil, bütüncül bir bakış açısı sunan yaratım-üretim sürecinin zaman ve mekân olayını yeniden düşünmeyi gerekli kılar. Araştırmamda bu nedenle sanatçıların sanat eserlerini inceleyen bir tutum izlemedim. Esere yönelik bu estetik perspektif üretim biçimini sadece sonlanmış ve seyirciye sınırlı bir mekân içerisinde sunulmuş durumlardan yola çıkmak demektir. Sanatçı yaratıcılık sürecinin gizemlerini ifşa ettikçe kendisiyle, yaşadığı ortamla ilgili bilmediği birçok şeyi de keşfedebilir. Elde ettiğim verilerin değerlendirilmesinde sanatçının yaşadığı kent mekânı(taşra) ile yaratım-üretim süreci arasında bedensel-mekânsal deneyime dayalı ilişkisel ağa görünürlük kazandırmama tam olarak yaratım sürecinin bütüncül perspektifi yardım etti. Özet olarak vardığım temel sonuç sanatçının duyu, duygu, düşünce ve devinim melekelerini yaratım süreciyle yeniden organize edebildikleriydi. Böylesi bir organizasyon yaratım sürecinin zamansallığına sanat eserinin kendisinin mekânsallık boyutuyla üretiliyordu. Kent imgesinin eksikliği, kent mekânının taşıdığı çeşitli olumsuzluklar, mekânın bir yer ve yurt olarak aidiyet hissi barındıramayacak ölçüde eksiklikler yaratım sürecini bedensel- mekânsal bir üretim ağına dönüştürüyor. Üretim alanları ve sanat disiplinleri birbirinden ne kadar farklı olursa olsun yaratım süreci ortak bir zemin taşıyor ve figür olarak kent mekânının yerine ikâmet edebilecek mekân-yer üretimi gerçekleşiyor. Bu da sanatçının bedensel-mekânsal deneyimine dayalı yaratım süreçleriyle inşa ediliyordu. 

Katılımcılar kent mekânında üretilen sanat eserlerinin, kent kültürünün, kamusal sanat örneklerinin, sergi ve gösterim mekânlarının eksik ve yetersiz olduğunu dile getirmiştir. Buna karşın, sanatçılar yetersizlikler ve eksikliklere rağmen kültür-sanat üretimlerini gerçekleştirmekteler. Dolayısıyla yetersizliklerin nesnesi ve öznesi olan sanatçı, sanat eseri ve alımlayıcı değildir. Yaratım-üretim süreçlerinin içerik ve biçimi ve sanat tarzları birbirinden farklılık gösterse de yaratma süreci biçimsel açıdan eksiklik içermeyen çoklu direniş biçimleridir ve aynı zamanda kolektif ölçüde tekil bir deneyimdir. Toplumsal bir deneyim olmasını temellendiren en önemli veri; eksikliklerin, yoksunlukların, duyumsanabilir alanı olan mekânsallıkların ve toplumun bedensel organizasyonunun yaratım-üretim süreciyle uyuşmazlık yaratmaları ile kamusal ve özel alanda duyumsanabilir olanı yeniden yapılandırmalarından ileri gelir.

Bu yüzden bir direnç ve direniş alanı olarak üretim-yaratım sürecinin formel mantığı, sürecin bir olay olarak mekânsal ve bedensel boyut taşıdığını gösterir. Sanatın, yaratım-üretim sürecinin politik ve toplumsal deneyimi buradan gelir. Katılımcılar eksikliklerin ve tahakküm mekanizmalarının bilincinde olmak zorunda değildir. Buradaki mesele, Ranciere’de ifadesini bulan tahakkümden daha farklı bir şeye adanacak bir beden edinebilmedir. Önemli olan tahakküm mekanizmasının bilgisini edinmek değil, bu duruma uygun olmayan tutku ve heyecanları kazanabilmektir. Söz konusu sanat olduğunda da sanatçı bu tutku ve heyecanları kendi sanat biçimine göre tekrar tekrar üretir. Tahakkümün ve eksikliklerin somut gerçekliği, üretim süreciyle beraber alternatif bir gerçeklik, bedensellik ve mekân içerisinde yerinden edilir. Duyulur olan, ayrıcalıklı kesim lehine şekillendirilip paylaştırıldığından paylaşım eşit değildir ve mevcut duyulur olanın yeniden şekillendirilmesi, bu eşitsiz ortak duyudan ayrılığı ifade eder. Bu açıdan ortak duyular, ortak nesnelerin tanımlanması ve tanımlanmaya imkân sağlayan duyumsanabilir perspektifler yaratım-üretim süreciyle yeniden yapılandırılıyorsa bu ayrılık ve kopuş başka bir dünyayı, başka bir beden ve mekânı tarif eder. Ortak duyu ve nesnelerin alanından kopuş, eşitsiz olan duyulur çerçeveden ayrılığın alanıdır. Bu açıdan sanatçının üretim süreci içerisinde deneyimlediği en başat şey duyumsama özgürlüğüdür ve kendi duyu, duygu ve düşüncelerini adlandırabildiği, tasarımlayabildiği, böylelikle üretim süreci tahakkümün ve eksikliğin özneye tayin ettiği mekânsal ve bedensel var olma tarzından başka bir beden ve mekânı ele geçirmenin sürecidir.

Meltem Durna Zerek, İsimsiz, 9×13,5 cm, kağıt üzerine karışık teknik, 2023

Ben bu proje çalışmasında araştırma sahamı inşa eden soruları göz önünde bulundurarak Van-Hakkâri-Şırnak’ın tarihi ve kent kültürlerini, sanat üretimini, yaratım sürecini ve en temelde tüm bu süreç ve olayların zeminini teşkil eden sanat ortamı arasında gerçekleşen yaratım-üretim sürecinin biçimini ve hangi anlamlara sahip olduğunu derinlemesine mülakatlar esnasında fark ettim. Sanat ortamları arasında kültürel ve sanatsal bir yolculuğu gerçekleştirdiğimiz saha çalışmalarında, sanatçıların ifadelerine başvurarak bu farklı biçim ve anlamları birbirine bağlayan derz noktalarını ele aldım. İlk başta sadece yetersizlikler, eksiklikler olarak görünürlük kazanan sorunlar ve ilişkilerin parçalarını dizgeleştirmeye çalıştım. Sözü edilen kültürel mekânlar ve zamanlar arasındaki yolculuğu, önemsiz taşralar olarak da addedilen ve ancak sanat dünyasının kültür ve sanat yapısının dinamiklerine, piyasasına entegre olarak var olmaya çalışmayan üç kent mekânının sanat üreticilerinden, onların yaratım-üretim süreçlerinden ve bu süreçlerin toplumsal göstergelerinden hareket ettim. Vardığım sonuçlardan biri de yaratım-üretim sürecinin karakteristiğinin ne merkez ne de taşralık barındırdığıydı.

Bu açıdan ilk gösterge kültürel zaman -yaratım süreci- ve kültürel mekânın toplumsal olarak yaratım-üretim süreci içerisinde mekânsallaştığını/bedenselleştiğini saptadım. Kültürel zaman ve mekânlar arasındaki yolculuğun birbirinden kopuk, ilişkisiz ve görünürde sadece yetersizlik ve eksiklikler üzerinden anlaşılamayacak yaratım-üretim sürecinin, kısaca kültürel mekân ve zamana ait toplumsal göstergeler olduğunu söyleyebiliriz. Böylece sanat dünyası ve piyasasının dinamikleri dışında, sanatçıların üretimleriyle ve kurdukları ilişkilerle var ettikleri sanat ortamının asli üretim biçimine, bu sanat ortamına özgü sorunlara, sanat üretiminin anlamına, sanat ve sanatçı tipolojisine dikkat etmeye çalıştık.

Eksik olan şey fazla olana karşılık gelebiliyormuş

Merkeze nazaran farklı nitelikleri olduğu ileri sürülen sanat ortamlarını oluşturan yapıyı belirgin kılabilmek adına öncelikle bu ortamları meydana getiren sanat ve sanatçı sorunlarını ve bu sorunlarla nasıl başa çıkıldığının tespit etmek gerekliydi. Elde edilen mülakat verilerinin temeli Van, Hakkâri ve Şırnak illerindeki kayıtlardan oluşuyordu. Kayıtların deşifresi -hatalı ses kayıtları sayılmazsa- 620 sayfalık ham veriden oluşuyordu. Elde ettiğim bu verileri belirli temalar ve başlıklar altında toplamaya çalıştım. Derleyip toparlamaya çalıştığım verileri ele alırken sadece sanat sosyolojisi geleneğinin metodolojisi veya analitik sanat felsefesi metodolojisinden faydalanmak yerine iki değerlendirme yönteminin ortak kesişim kümesinin yaratım-üretim sürecinin olabileceğini düşündüm. Temel araştırma nesnesi olarak ele aldığım yaratım-üretim süreci, sosyal, bireysel, kültürel ve politik özellikleri daha geniş bir perspektifte görmeme yardımcı olup bunları bir araya getirebiliyordu. Dolayısıyla ele aldığım temel araştırma nesnesiyle birlikte öteki araştırma nesnelerinden çıkan temel sonuçlar şunlar oldu: 

  • Kültür-sanat faaliyetlerinin üretimiyle ortaya çıkan ürünün yani sanat nesnesinin ve sanatçı kimliğinin ekonomik ve sembolik olarak artı değer eksikliğinin ürettiği fazlalık
  • Yaratım-üretim sürecinin oluşturduğu toplumsal sermayenin gerçekliğine karşı alternatif
  • Literatürde yer alan sanat-sanatçı imajları dışında sahada ortaya çıkan sanatçı tipolojisinin ürettiği alternatif

Katılımcıların ifade ettiği sorunlar karşısında geliştirdiği mukavemet tarzının, merkez olarak kabul edilen küresel ağın üretim bandında yer almamasına rağmen sanatçıların kendi yerellerinde farklı bir üretim biçimi ve yeri inşa ettiklerini keşfettim. Bu yer tam olarak ne galeri mekânı ne kent mekânı ne de dijital ortamdı. Yerele özgü sanat ortamını oluşturan ve mekân niteliği taşıyan şey yaratım sürecinin -zamansallığının- mekânsallaşma niteliğinin kendisiydi. Elde ettiğim verilerin gösterdiği bir diğer şey araştırma projemin Doğu Anadolu Bölgesi’nden yola çıkmış olsa da çıkarımların ve kavramların bölgenin sınırlarını aşmasıydı. Bu da coğrafi mekânsallığı aşan alternatif küreselleşme-ilişkilenme ağına işaret edebilecek bir potansiyel taşımaktaydı. 

Kendi başına bir taşra anlatısı

Geriye dönüp baktığımda projenin en önemli eksiğinin raporlama-değerlendirme aşamasını biraz aceleye getirmem olduğunu görüyorum. 620 sayfalık deşifre dokümanı, Türkiye geneli çevrimiçi anket verileri tek başına ele alınıp değerlendirilmesi güç bir iş. Üstüne üstlük ele aldığım araştırma nesneleri ve sahaya yönelik merak ettiğimiz soruların çeşitliliğine baktığımda tam olarak arzu ettiğim sonuç elde etmedim. Seminerlerde sanatçılarla birlikte yerel yönetimlerde görev alan ve kültür politikaları konusunda sorumlu olan yönetim ekibini bir araya getirmeyi düşünmüştüm. Böylelikle yerele bağlı kültür politikaları ve kültür yönetişimi konusunda bağlayıcı ve olumlu dönüşler elde edecektik. Elbette bir araştırma projesi için ve bir araştırmacı olarak boyumu aşan taleplerde bulunmuş olduğumu zannediyorum. Yine de projede hedeflediğim şeylere asgari ölçüde ulaşabildim. Bir sonraki projenin ya da yapılması gereken şeyin hafıza, arşiv ve kritik sorunu olarak belirlenen üç unsura yönelik sürdürülebilir projelerin tasarlanması. Öyle sanıyorum ki bir projenin içeriği ve biçimi, ele aldığı konu ve sorun ne olursa olsun yapısal nitelikte bir şeyleri göstermesi; böylelikle geniş çapta bir sosyal etki yaratması ya da bu etkiyi inşa edecek adımları diğer paydaşlara gösterip bunu teşvik etmesi gerekiyor. Ben bu projeyle sanat ortamlarının yapısal sorunlarını ve bu sorunlara karşı gösterilen direnci nispeten gösterdiğime inanıyorum. Çalışmayı bütün kültürel alan emekçilerine ithaf ederken bu çalışmanın teorik ve pratik olarak işlerine yarayabilmelerini ümit ediyorum. Sanırım bu projeyle ilgili bir sonraki aşamam, sanat ortamı mefhumunu daha kapsamlı bir biçimde ele alarak sanat dünyasına karşı alternatif bir küreselleşme ağının felsefi, estetik ve sosyolojik olarak tabandan nasıl örgütlenebileceğini göstermeye çalışmak olacak. 



Bu yazı bir Avrupa Birliği projesi olan CultureCIVIC: Kültür Sanat Destek Programı’nın desteklediği “Sanat Haberciliğini ve Eleştirisini Yerelden Geliştirmek” projesi kapsamında Argonotlar tarafından komisyon edilmiştir.

İlginizi Çekebilir

Duyurular

border_less ARTBOOK DAYS’in altıncı edisyonu, bu sene 3–5 Mayıs tarihleri arasında Yapı Kredi Kültür Sanat Yayıncılık ev sahipliğinde gerçekleşiyor.

Söyleşi

Larissa Araz ile Versus Art Project'te gerçekleşen “In Hoc Signo Vinces” sergisi üzerine konuştuk.

Eleştiri

Gizem Akkoyunoğlu'nun Sanatorium'da gerçekleşen "Kudretin Silüetleri" sergisini Oğuz Karayemiş değerlendirdi.

Söyleşi

Kundura DocLab vesilesiyle İstanbul’a gelecek olan Rabih Mroué ile dünya ahvalini, tiyatro ve performans ilişkisini ve İstanbul’la bağını konuştuk.