Ilgın Seymen
Festivalde Uluslararası Yarışma kapsamında gösterime giren Flux Gourmet, bir kolektifin mutfak ve beslenme performansına adanmış bir enstitüde kendilerini güç mücadeleleri, sanatsal kan davaları ve mide-bağırsak bozuklukları içinde bulmaları üzerine kurgulanmış bir film.
A Hawk & A Hacksaw’un The Magic Spring parçası, The KBV’nin Never Enough parçası ve Flying Saucer Attack’in Instrumental 7 parçası için yaptığı videolarda siyah-beyaz ve düşük kaliteli görüntüler kullanarak tekinsiz atmosferler oluşturan yönetmen, Bjök’ün Biophilia konseri için yaptığı kayıtta da müziğin ritmine eşlik eden görüntüler ekleyerek insanın psişik yönüne dokunan ürpertici bir his yaratmayı başarıyor.
Filmlerinin ana teması iş, çalışma hayatı ve ondan kaçma isteği üzerine olan yönetmenin temel meselelerinden bir de amatörlük ve profesyonellik arasındaki fark. 1990’larda bir amatör film yapımcıları kulübünün de üyesi olan yönetmen, kendisini profesyonel olarak tanımlayanların genelde hiç profesyonel olmadıklarını ve amatörlükte büyük bir neşe olduğunu söyleyerek filmlerinde kullandığı estetik dilde de amatör olma fikrine sıkı sıkıya tutunuyor. Hafıza ve insanlarla kurduğu çağrışımsal ilişkilerden dolayı Strickland nesnelere de sinemada büyük önem atfediyor.
Yakın gelecekte geçen Yang’dan Sonra, bir ailenin Yapay Zekâ yardımcılarının beklenmedik bir şekilde ölmesiyle sevgi, bağlanma ve kayıp hisleriyle hesaplaşmak durumunda kalmaları üzerine. Filmin konusunu okuduğumda Lauren Lee McCarthy’nin insanların evlerine kameralar kurarak fiziksel ve psikolojik ihtiyaçlarını karşılamak üzere kendisini Amazon Alexa’nın bir üst versiyonu gibi kurguladığı performansı geldi aklıma. Bir hafta ile sınırlı tuttuğu performansında Lauren, yardım ettiği insanların genel ev ihtiyaçlarını karşılamak dışında, ruh durumlarını da iyileştirmek için önerilerde bulunuyor. Performansın sonlandırılması ardından yapılan röportajlarda insanlar ona çok alıştıklarını ve gittiğinde eksikliğini hissettiklerini belirtiyorlardı. Filmi görmek isteyenlere Lauren Lee McCarthy’nin web sitesinden Lauren isimli işine bakmalarını öneririm. İnsanlık durum, varoluşumuz ve yapay zekâ ile yaşayacağımız gelecek senaryoları üzerine düşünmek için Yang’dan Sonra’nın güzel bir fırsat olduğunu düşünüyorum.
Ali Kayaalp
1954 yapımı Beklenen Şarkı, o zamana dek plaklarla radyoda bir sesten ibaret olan Zeki Müren’le 1930’larda genç kadınlar için özdeşleşilecek ilk beyaz perde yıldızı Cahide Sonku’yu bir araya getirişiyle hem bir büyük sinema hikâyesinin bitmesini ve bir diğerinin başlamasını anlatır; hem de yan rollerdeki Bedia Muvahhit, Jeyan Mahfi Ayral, Talat Artemel, Muhip Arcıman, Hadi Hün, Rıza Tüzün gibi oyuncularıyla Türk sinemasının artık geride kalmış olan ‘Tiyatrocular Dönemi’yle halihazırda başlamış ‘Yeşilcam Dönemi’ni son defa birbirine bağlar.
Beklenen Şarkı önceki dönemlerin ‘şarkılı film’ geleneğini diriltmiştir ve pek az filmde olduğu üzere, filmde rol alan, dönemin en önemli Türk musikisi sanatçılarının isimleri de, muhtemelen Zeki Müren’in ısrarlarıyla, jenerikte kendine yer bulur: Yorgo Bacanos, Sadi Işılay, İzzeddin Ökte, Emin Ongan, Vecihe Daryal, Cevdet Çağla ve diğerleri. Filmin yönetmeni ve yapımcısı, aynı zamanda başrolü Müren’le paylaşan ve filmdeki katkısı Müren’in efsanesinin şekillenmesi uğruna hep olduğundan daha az gösterilen Cahide Sonku’dur – Sonku, Beklenen Şarkı’yı Orhon Murat Arıburnu ve Sami Ayanoğlu’yla birlikte yönetir.
Hem Sonku’nun, hem Müren’in, hem Yeşilçam’ın, hem de klasik Türk musikisinin tutkulu bir takipçisi olarak, yıllardan beri tekrar tekrar izlediğim ve her seferinde ilk defa izliyormuşçasına heyecanlandığım Beklenen Şarkı’nın, 41. İstanbul Film Festivali’ndeki özel gösterimini heyecanla bekliyorum.
Fisun Yalçınkaya
Peter Von Kant, François Ozon. Bu film hakkında ancak şu denir: kayıtsız kalmanızı imkânsız kılacak kadar çok fazla referansa sahip. Günümüzün en hisli ve üretken sinemacılarından Françis Ozon, Peter Von Kant‘ın Acı Gözyaşları’nı eğip bükerek tüm karakterlerin cinsiyetini tersine çevirmiş, galiba bize sadece izlemek düşer.
Kör Karanlık, Dario Argento. Argento ve görme-görmeme eylemleri, her filminde başka tonunu gördüğümüz karanlıkla buluşuyor bir de üstüne yönetmen şefkat katıldığını söylemiş sinemasına… Merakla bekliyoruz.
Romancının Filmi, Hong Sang-soo. Bu film ince ince dokunmuş bir sohbetin öyküsü olacak gibi duruyor, Hong Sang-soo’nun Berlin’den ödüllü filmini kaçırmak istemedim.
Vampir-Cuadecuc, Pere Portabella. 17. İstanbul Bienali kapsamında gösterilecek bu film görüntüler üzerine düşünmeyi sevenlere hitap eden ödüllü bir belgesel, avangard sinema estetiğini düşünmek isteyenler için.
Kültigin Kağan Akbulut
Bu yıl ilginç şekilde güncel sanat alanını takip edenler için birçok film yer alıyor festivalde. “Türkiye’nin ilk çağdaş sanat belgeseli” diye lanse edilen Mahmut Fazıl Coşkun’un yönetmenliğini yaptığı Crossroads filmi var mesela. Böyle popüler alanda ve bu formatta çağdaş sanatı anlatan bir belgesel izlememiştim. Bu nedenle merak ediyorum.
Sergileriyle tanıdığımız Shirin Neshat da Shoja Azari’yle birlikte Rüyalar Diyarı isimli bir filmle festivalin Uluslararası Yarışma bölümünde. Film, yönetmenlerin kişisel hikâyelerinden ilham alıyor.
İlk döneminden bu yana filmlerini heyecanla takip ettiğim Ali Kemal Çınar’ın yeni filmi Geceden Önce de Ulusal Yarışma’da. Film olağanüstü hâl koşullarındaki hayatı üç farklı karakterin gözünden aktarıyor. Ailesinin yanında yaşayan genç ressam Gulbîn, hayatta kendini konumlandırmaya çalışırken bir yandan da ressam Whistler’ın Ana tablosundan esinle, annesinin portresini çiziyor.
Serhat Yüksekbağ’ın Yeni Bir Dünya Doğuyor filmi de 70’li yıllarda sol hareketle sanatçıların ilişkisine bakıyor. O dönem Devlet Güzel Sanatlar Akademisi’nde olup da politik hareketlilik içerisinde yer alan sanatçıların tanıklığı aktarılıyor. Filmde aktarılanların bir kısmını 2013 yılında SALT Beyoğlu’nda yer alan Duvar Resminden Korkuyorlar sergisi vesilesiyle görmüştük. Argonotlar olarak biz de Gülsün Karamustafa’yla yaptığımız röportaj vesilesiyle ve Tuğçe Yılmaz’ın kaleme aldığı yazı dizisiyle o döneme bakmaya çalışıyoruz. Yeni Bir Dünya Doğuyor filmi vesilesiyle tekrar bakmak güzel olacak.
Bunların yanında Ziya Demirel’in Ela ile Hilmi ve Ali filmini, Coşkun Aşar’ın Koudelka Aynı Nehirden Geçmek filmini, Deniz Tortum ve Kathryn Hamilton’un Our Ark filmini merak ediyorum. Cinemania bölümünde yer alan Müjgan Yıldırım’ın Gölgenin Seyri “Türk Sinemasının Tartışmalı İlkleri” de isminden mütevellit heyecan yarattı.
Elçin Acun
Ben seçkimi merak ettiğim, henüz izlemediğim filmler arasından festival kataloğunu inceleyerek yaptım. Shirin Neshat ve Shoja Azari yönetmenliğini yaptığı Rüyalar Diyarı’nı izlemek istiyorum. Shirin Neshat çok sevdiğim ve hayranlık duyduğum bir sanatçı.
Yönetmenliğini sevgili arkadaşım Coşkun Aşar’ın yaptığı Koudelka Aynı Nehirden Geçmek belgeselini de merakla bekliyorum. Cem Kaya’nın yönetmenliğindeki Aşk, Mark ve Ölüm Almanya’ya göç eden insanların hikâyelerini müzik üzerinden anlatıyor, müziğin kültürleri ve kimlikleri ne şekilde etkilediğini araştıran ve arşivsel hikâyeleri çok seviyorum. Ulrich Seidl’in Rimini yine ilgimi çekenler arasında. 1970’li yılların toplumsal hayatı içinde görsel sanatçıları konu alan belgesel Serhat Yüksekbağ’ın yönetmenliğindeki Yeni Bir Dünya Doğuyor’u kesinlikle izlemek istiyorum. “Nerdesin Aşkım?” ve “Çiçek İstemez” bölümündeki filmleri de özellikle kaçırmamaya çalışacağım. Ayrıca 17. İstanbul bienali seçkisi de çok güzel görünüyor.
Tuğçe Kaprol
Altın Lale için uluslararası yarışmada aday filmlerden Rüyalar Diyarı’nı merak ediyorum, kişisel hikayesini konu aldığı sanatçılardan Shirin Neshat ile Türkiye’deki solo sergisi sırasında rüyalar üzerinde sohbetimizden yola çıkarak filmin konusu ile kişisel bir bağ kurdum.
Türkiye Sineması kısmında toksik maskülenliği konu alan Çilingir Sofrası filmini toplumsal cinsiyet rollerine bir ayna tutması nedeniyle herkesin izlemesi gerektiğini düşünüyorum. Akdeniz Bölgesi’ne yapılan destansı bir yolculuk olan Koudelika Aynı Nehirden Geçmek’i, ayrıca Türk Modern ve Çağdaş Sanatı’nı Batı veya Orta Doğu sanatından okumak yerine bir kültürel köprü olarak Türkiye’yi gören Crossroads’ı da öneriyorum.
Oktay Orhun
Festival’den Abdullah el-Katip’in Küçük Filistin: Kuşatma Günlüğü (Little Palestine: Diary of a Siege, 2021) belgeselini merak ediyorum. Bu çalışma bize işgal altında tutulan ve/veya iç savaş deneyimlemiş tüm coğrafyalar için –en az Ukrayna’nın istila girişiminde olduğu kadar– ses çıkarmak gerektiğini anımsatsa sanırım görevini yerine getirmiş olur: Şam’ın Yermük ilçesindeki Filistin mülteci kampına odaklanan bu belgesel; dünyaya yayılmış çok sayıda mülteci kampını da örneklemiş oluyor. Bu arada el-Katip’in 17. yüzyılda yaşamış Eminönü’ndeki Yeni Valide Camii kâtibi olan ünlü bir okçu adaşı var. Döneminde “ok meydanı”nı yeniden düzenlemek için yapılan mücadeleleri detaylı şekilde anlattığı Tezkire-i Rumat isimli eseri Türkçe olarak yakın dönemde basılmıştı. Birbiriyle bütünüyle ilgisiz bu iki çalışmayı yine de bile isteye toprak/mekân üzerinde verilen mücadele üzerinden karşılaştırmak son derece ilginç olmaz mı?
Yıllar önce Güneşli Pazartesiler’ini (Los lunes al sol, 2002) izleyip hayran kaldığım, Prensesler (Princesas, 2005) ile iyi bir yönetmen olduğuna bütünüyle kanaat getirdiğim Fernando León de Aranoa’nın İyi Patron (El buen patron, 2021) filmini de merak ediyorum. Ayrıca türe olan yatkınlığım sebebiyle Vibeke Bryld’ın ilk filmi Başka Yer’ini (Thyland, 2021) sürpriz deneyim olarak önermek istiyorum.
Son olarak Festival kataloğunda tıpkı Pera Müzesi’ndeki Minyatür 2.0 sergisinde olduğu gibi, Hint-Avrupa dil ailesi içinde olmayan isimlerin İngilizce yazımları tercih edilmiş; kendi kültür tarihimiz ve dil grubumuz içinde bu isimlerin hiç değilse tanıdık hallerini parantez içinde verebiliriz; çevirinin çevirisiyle sadece Abdallah Al-Khatib, Shirin Neshat ya da Kurdwin Ayub yazmaya gerek olmadığını düşünüyorum.
Furkan Öztekin
Daha önce Hundstage ve Import Export filmlerini hayranlıkla izlediğim Avusturyalı yönetmen Ulrich Seidl’in yeni filmi Rimini, Berlin Film Festivali’nden sonra 41. İstanbul Film Festivali’ne uğruyor. Filmde, eski şöhretini kaybeden pop yıldızı Richie’nin küçük bir kasabaya dönüşünü izliyoruz. Yorgos Lanthimos ve Haneke filmlerini sevenler mutlaka kenara not almalı.
Mertcan Karakuş
İçindekilerin hep geçmesini beklediği, geçtiğindeyse genelde ardında ağır bir pişmanlık bırakan, kimileri için çok zor, kimileri içinse hiç geçmeyen bir “geçiş” döneminin, çocukluğun filmi Masumlar. Neden çocuk deyip geçiştirmemek gerektiğini de, aşağılık kompleksinin güç dengelerini tersine çevirerek anlatıyor. Beyaz perdeyi işgal eden “süper güç” mevzusu üzerine farklı bir şeyler dinlemek isteyenler için kaçmaz bir fırsat.
Bengü Gün
Bu festivalde en çok merak ettiklerim 17. İstanbul Bienali’ne paralel olan Tatlı Olgun Meyvelerle Kaplı Ulu Bir Ağaç Olmak Yerine bölümünde yer alan ve Pera Müzesi’nde gösterimi yapılacak olan filmler. Bu bölümde Nguyen Trinh Thi’nin 2021 yapımı Temel Frekanslar: Dünyayı İyileştirme Yolları filmini merakla bekliyorum. Vietnam’ın kırsal bölgelerinde geçen film temel olarak o bölgede yaşayan insanların imgelere mi, seslere mi daha çok güvendiklerini sorguluyor. İmgelerin dikkatimizi ele geçirdiği günümüzde dünyanın sesini ne kadar dinliyoruz?
Gürçim Yılmaz
Festivalin Gizli Cevheri: Tüyler. Omar el Zohairy’nin dünya prömiyerini Cannes’da gerçekleştiren ve buradan iki ödülle ayrılan ilk uzun metrajlı filmi Tüyler (Feathers) filmini merakla beklediğimi söyleyebilirim.Tüyler ile Yunan Tuhaf Dalgası’nın karşı kıyıya vurduğunu hissediyorum: Çocuklarının doğum gününde gösteri yapan sihirbazın hatası yüzünden otoriter aile babası bir tavuğa dönüşür. Tavukla baş başa kalan aile kendini yeniden kurmak zorunda kalır. Amatör oyuncuların tercih edildiği bu feminist, absürd kara komedi “Yunan Tuhaf Dalgası”nı bir “Akdeniz Tuhaf Dalgası” olarak genişletme potansiyeline sahip.
Ulya Soley
Bu yıl festivalin en heyecanla beklediğim filmi Bertrand Manioc’un “erotik kitsch bir western” olarak tanımlanan After Blue (Kirli Cennet)’i. Peter Strickland’in yönettiği Flux Gourmet, Lucile Hadžihalilović’in yönettiği Earwig ve tabii Gaspar Noé’nin Vortex’i de mutlaka izleyeceğim filmler arasında.
Türkiye’den ise 1970’li yılların görsel sanatçılarını konu alan belgesel Yeni Bir Dünya Doğuyor, Deniz Tortum ve Kathryn Hamilton’un yönettiği kısa Our Ark ve Ziya Demirel’in ilk filmi Ela ile Hilmi ve Ali’yi merakla bekliyorum. Son olarak, 17. İstanbul Bienali küratörlerinin festival için gerçekleştirdiği seçki de bienale dair bir iştah açıcı niteliğinde.
Hüseyin Gökçe
İstanbul Film Festivali, 17 Eylül-20 Kasım tarihleri arasında gerçekleştirilecek 17. İstanbul Bienali’nin film programının ilk ayağında bir seçkiye de yer veriyor. Festival boyunca, iki uzun metraj ve üç kısa çalışmadan oluşan bir tematik program izleyicilerle buluşacak. Bu filmlerden biri Pere Porteballa’nın Vampir-Cuadecuc‘u.
Her ne kadar film bazı sinema platformlarında izlenebilse de festivalde avangard bir deneyim yaşamak isteyenlerin kaçırmayacağı türden bir film. Yönetmen deneysel başyapıtı Vampir – Cuadecuc ile 51 yıl öncesinden avangard ve gerçeküstü bir bakışla neredeyse tüm zamanlara uzanıyor. Jesús Franco’nun Kont Drakula’sının setinde çekilen bu film; kendi dilini, söylemini, dokusunu yaratarak yaşama sızan kötücül yapılara karşı sesini yükseltiyor. İçeriği, siyah-beyaz görüntüleri, ses efektleri ve sessizliğiyle unutulmayacak bir atmosfer sunuyor. Bazen uzak bir geçmişte gerçekleşen bir film olayı hâlâ güncelliğini koruyabiliyor.
İbrahim Cansızoğlu
Bu festivalde en çok merak ettiğim film François Ozon’un son numarası Peter Von Kant. Bu merakımın iki nedeni var. Kimseler pek de hoşlanmazken Fassbinder’in Petra Von Kant’ın Acı Gözyaşları’nı hep sevdim ve Ozon’un yeni filmi aslında bu kült yapıta bir nazire. Ozon benzer bir şeyi daha ilk filmi Kızgın Taşlara Düşen Su Damlaları’nda yapmış ve gayet başarılı olmuştu, şimdi tekrar denemesi nereden bakılsa iddialı.
Claire Simon’un Duras Hakkında Her Şey filmini de kaçıracağımı hiç zannetmiyorum çünkü Duras en zevk alarak okuduğum yazarlardan biri. Kendisinden 38 yaş küçük sevgilisine neler ettiğini izlemek ilginç olacaktır. Shirin Neshat ve Shoja Azari filmi Rüyalar Diyarı’nın fragmanı resmen yıkılıyor. Ayrıca filmi bu ay açılacak olan Shirin Neshat sergisiyle birlikte izlemek keyifli olabilir.
Tayfun Pirselimoğlu’nun Kerr filmini merak ediyorum. Filmden bir bölümü bir video çalışması olarak Kirkor Sahakoğlu’nun bir resmiyle beraber Ak-Sayanlar sergisinde izlemiştik. Son olarak başımıza gelen onca felaketin ardından hala yeni bir Gaspar Noé kâbusu izlemek isteyen varsa sanırım buna engel olamam ama ben o filmi pas geçerim.
Evrim Altuğ
41’nci Uluslararası İstanbul Film Festivali’nin seçkisi içinde ilgimi ilk olarak çeken film, Şubat 2017’de de “Dreamers” sergisi için İstanbul Dolapdere’de bir araya gelerek yapıtları ve kariyerini sunduğum Shirin Neshat imzalı Rüyalar Diyarı (Land of Dreams) olacak. Neshat bu vesileyle, diğer son dönem eserleriyle birlikte festivale paralel olarak yine aynı başlıkla Dirimart’ın konuğu. Yapımın festivalin uluslararası yarışma bölümüne alındığının da altını çizelim. Land of Dreams başlıklı, 2019 tarihli son çalışmasında Neshat, Trump yönetimi altındaki ABD’de yaşanılan beyaz ırk üstünlüğü ve göçmenlere yönelik tehdidin, bireysel yaşamları nasıl parçaladığını lirik, gerçeküstü ve dramatik bir dem ile belgeliyor.
Etkinlik programında merak ettiğim diğer yapımlara baktığımda ayrıca, Gaspar Noe’nin son filmi Vortex ile, Ukrayna, Almanya ve Polonya ortak yapımı, yönetmen Oleh Sentsov’un çektiği Gergedan’a gözüm takılıyor. Öte yanda, Ulusal Yarışma jürisinde bu yıl hocam, sevgili İnci Eviner’in de yer aldığı festivalin bu bölümünde ise dikkatimi cezbeden, hani fırsat bulsam mutlaka izlemek istediğim iki yapım ise, Tayfun Pirselimoğlu’nun son çalışması Kerr ile Bahman Ghobadi imzalı Türkiye ve İngiltere yapımı Dört Duvar gibi görünüyor.
Bu sıralamaya son olarak katmak istediğim bir diğer klasik ise, festival girişimiyle onarılan, Türkiye sinemasının ilk kadın yönetmeni Cahide Sonku’nun yapımcılığını üstlendiği ve Orhon Murat Arıburnu’nun Sami Ayanoğlu ile yönettiği, 1953 tarihli Beklenen Şarkı olarak kayda geçiyor. Atlas Post-production’un hüneriyle onarılan filmin, 10 Nisan akşamı 19.00’da, yeniden restorasyonla doğan tarihi Atlas Sineması’nda, tıpkı eskinin Beyoğlu nezaketine yaraşır bir zaman makinesi etkisiyle izleyiciyle filmin başrollerindeki Sayın Cahide Sonku ve gönüllerin “Paşa”sı Sayın Zeki Müren’i gözyaşları içinde buluşturacağını da kayda geçmek, boynumun borcu sanıyorum.
Eran Sabaner
Hiçbir Şey Bilmediğimiz Bir Gece (A Night of Knowing Nothing)’nin fragmanını şans eseri, The Worst Person in the World‘ü sinema salonunda izlerken gördüm ve o zamandan beri merakla beklediğim filmler arasında. Kurgu ve arşiv görüntülerinin içiçe olduğu filmleri çok seviyorum; kişisel bir anlatının arka planında izlediğimiz politik görüntüler, yaşadığımız dönem ve ruh halini çok iyi yansıtıyor. Film Payal Kapadia’nın ilk uzun metrajı ancak MOMA ve ICA gibi bir sürü film programında yer aldı. Kapadia’nın ismini sanat dünyasında da duyacağız gibi.
Film festivallerinin benim için en keyifli tarafı bilmediğim kültürlerle tanışma fırsatı yakalayabilmem. Başka Yer (Thyland), Kuzey Danimarka’nın folk kültüründen beslenen gerçek ve hayal arasında gidip gelen bir belgesel. Hem farklı inanç sistemlerine tanıklık açısından ufuk açacak, hem de farklı bir anlatım tarzıyla sıradan sinemanın dilini esnetecek türden bir filme benziyor.
Merve Akar Akgün
Uzun senelerdir yakından takip ettiğim İKSV – İstanbul Film Festivali jürisine bu yıl eklenen ve sinema öğrencilerinden oluşan genç jürisiyle benim gönlümü fethetti. Ulusal Yarışma’da yer alan Bertrand Bonello’nun Coma’sı; Hakkı Kurtuluş ve Melik Saraçoğlu’nun Birlikte Öleceğiz’i; Gaspar Noé’nin Vortex’i ve Eskil Vogt’un Masumlar’ı bu sene en merak ettiğim filmler arasında yer alıyor.
Ayrıca Soner Caner’in Mukavemet adlı yapımını izleyecek olmak çok heyecanlandırıyor. Beğendiğim bir oyuncu olan Amira Casar’ın Haydar Şişman ve Doğanay Ünal ile başrolleri paylaştığı Tareq Daoud’un Yaban’ı; Ali Kemal Güven’in Çilingir Sofrası; Tayfun Pirselimoğlu’nun Kerr’i ve yönetmenleri arasında Cahide Sonku’nun da yer aldığı Beklenen Şarkı biletlerini ilk alacağım filmler olacak. Elbette beyaz perdede Fernando Leon de Aranoa kamerasından İyi Patron filminde beyaz saçlarıyla Javier Bardem’i izlemek ya da Yvan Attal’ın İnsani Şeyler filminde bakmaya doyamadığım Charlotte Gainsbourg’u radikal bir feminist olarak izleyecek şimdiden keyif veriyor.
Son olarak 2020’de Atlantis ile İFF’de Uluslararası Yarışma’nın büyük ödülü Altın Lale’yi kazanan Ukraynalı yönetmen Valentyn Vasyanovych Yansıma adlı son filmiyle yanmakta olan dünya gündemine dair bakışını Rus güçlerine esir düşen Ukraynalı bir cerrahın gözünden sunuyor. Aslında 10 film daha var okuyunca gözlerimi fal taşı gibi açtığım ama hepsine nasıl yetişeceğimi ben bile bilmiyorum… İstanbul Film Festivali iyi ki var!
Özalp Birol
Argonotlar okurlarına, çocukluk ve gençlik yıllarımdan naif ve nostaljik bir seçki ile 2008 yılında Pera Müzesi’nde retrospektif sergisini açtığımız, değerli fotoğraf sanatçısı ve dost Josef Koudelka’nın Akdeniz’in antik kentlerine ve arkeolojik kültür varlıklarına odaklanan ve Türkiye’yi de kapsayan ilginç yolculuğunun filmini önermek istedim.
Beklenen Şarkı, Cahide Sonku, Sami Ayanoğlu, Orhon M. Arıburnu
Bir Avuç Dolar, Sergio Leone
Baba, Francis Ford Coppola
Bir Zamanlar Amerika, Sergio Leone
Koudelka Aynı Nehirden Geçmek, Coşkun Aşar
Uras Kızıl
Rahatsız edici sahneleriyle izleyicide bir tür “şok etkisi” yaratan, kullanılan çekim teknikleriyle takip edilmesi bir hayli zor olan Irreversible, Enter the Void gibi başyapıtlarının ardından, Gaspar Noe’nin 2021 tarihli Vortex filmi ilk dikkatimi çekenlerden biri oldu. Diğer filmlerinden aşina olduğumuz ‘dokunsal etki’yi Vortex’te de görebilecek miyiz merak ediyorum. Öte yandan, yönetmenliğini Mahmut Fazıl Coşkun’un yaptığı, “Türkiye’nin ilk çağdaş sanat belgeseli” Crossroads; ressam Whistler’ın Whistler’s Mother tablosundan yola çıkarak annesinin portresini yapmaya çalışan ressam Gulbîn’in hikâyesinin anlatıldığı Geceden Önce de listemdeki yerini alıyor.
Volkan Kızıltunç
Prömiyerini 2021 yılında Cannes Film Festivalinde yapan ve aykırı ve rahatsız edici filmleriyle tanınan Fransız Yönetmen Gaspar Noe’nin son filmi Vortex‘inin baş rolünde Dario Argento yer alıyor. Yarı belgesel bir tarz içeren film yaşlılığın etkilerini hissetmeye başlayan ve birbirini hâlâ seven bir çiftin ekseninde yaşlanmak, hastalıklarla mücadele, sevmek ve varolmak üzerine realist bir tanıklık sunuyor.
Coşkun Aşar’ın yönetmenliğini yaptığı Koudelka: Aynı Nehirden Geçmek belgeseli efsanevi Magnum fotoğrafçısı Josef Kodelka’nın geçmişine, anılarına, fotoğrafa dair düşüncelerine ve hayata bakış açısına yakından bir bakış imkânı veriyor. Koudelka, 26 yıl boyunca 200 farklı Hellenistik ve Roma Antik kentini kapsayan projesi “Harabeler”de fotoğrafladığı yerleri bir kez daha belgesel için ziyaret ediyor. Herakleitos’un “Kimse aynı nehirden geçmez” sözünü takip ederek hem Koudelka’nın mükemmel ışık arayışına odaklanırken, bir yandan da neşe, şefkat ve sessizlik anlarına şahit oluyoruz.
Abdullah Ezik
Claire Simon’un yeni uzun metraj filmi Duras Hakkında Her Şey, kendisinden 38 yaş büyük, ünlü bir yazarla aşk yaşayan bir adamın ilişkisi üzerine “konuşma arzusu” hissetmesiyle perdesini açar. Yazma ile konuşma arzusunu iç içe geçiren, bir şeyleri olağan hâliyle, çırılçıplak dile getirme arzusunun farklı boyut ve biçemlerini görünür kılan yapım, kesintisiz uzun sekanslarıyla da ayrıca dikkat çekiyor. Claire Simon’un San Sebastián Film Festivali ana yarışmasında da yer alan filmi, izleyicilere ızdırap içindeki bir ruh ile 20. yüzyılın en büyük sanatçılarından biri arasındaki tapınma, kabullenme, yaratıcı deha ve ölümsüz olma arzusu eşliğinde cinsel eşitsizlikler ve güç oyunları üzerinden derin bir anlatı sunuyor.
1983 yılında Polonya’da lise öğrencisi Grzegorz Przemyk’in polis tarafından dövülerek öldürülmesinin ardından gelişen olayları konu alan İz Bırakmadan, devlet mekanizmasının kimi zaman ne derece korkutucu işlere girişebileceğini ve gücün yanlış ellerde ne denli tehlikeli şekilde kullanılabileceğini konu alıyor. Bugüne dair de çok şey söyleyen, konusunu gerçek olaylardan alan film, söz konusu cinayetin tek tanığı olan Jurek’in devlet, medya, istihbarat ve polis güçleri tarafından etki altına alınmasıyla şekillenirken rejimin geniş halk kitlelerine uyguladığı baskı politikasının sonuçlarına dair de önemli bir örnek teşkil ediyor. Cezary Łazarewicz’in aynı isimli kitabından sinemaya uyarlanan İz Bırakmadan, 2021 Venedik Film Festivali’nde Altın Aslan için yarışıp aynı yıl uluslararası film dalında Polonya’nın Oscar adayı olmuştu.
Fatih Özgüven
Merak ettiklerim:
İnsani Şeyler, Yvan Attal
Birlikte Öleceğiz, Hakkı Kurtuluş-Melik Saraçoğlu
Geceden Önce, Ali Kemal Çınar
Kerr, Tayfun Pirselimoğlu
Bıçağın iki Yüzü, Claire Denis
Arthur Rambo, Laurent Cantet
Aracı, Bent Hamer
Çizgi, Ursula Meier
Duras Hakkında Her Şey, Claire Simon
Beynimiz Yıkanmış, Nina Menkes
Kutsama, Terence Davies
Marx Beklesin, Marco Bellochio
Flux Gourmet, Peter Strickland
Vampir – Cuadecuc, Pere Portabella
Crossroads, Mahmut Fazıl Coşkun
Çilingir Sofrası, Ali Kemal Güven
Sırf ismi yüzünden merak ettiklerim:
Eat Your Catfish, Senem Tüzen-Adam Isenberg-Noah Amir
Peter Von Kant, François Ozon
Titanik’i Seyretmek İstemeyen Kör Adam, Teemu Nikki
Bizim Gibi Hayalet, Riar Rizaldi
Freaks Out, Gabriele Mainetti
Mahalle Bakkalı, Michael Borodin
Süreyyya Evren
5 merak edilen:
Saloum, Jean Luc Herbulot
Sönmüş Hayaller, Xavier Giannoli
Mukavemet, Soner Caner
Birlikte Öleceğiz, Kurtuluş ve Saraçoğlu
Yeni Bir Dünya Doğuyor, Serhat Yüksekbağ
Bir referans:
Bir Avuç Dolar, Sergio Leone
Şafak Şule Kemancı
Sonne, Kurdwin Ayub
Rimini, Ulrich Seidl
Gece, Tsai Ming-liang
Mahalle Bakkalı, Michael Borodin
Kâbus, Gudmundur Arnar Gudmundsson
Alcarràs, Carla Simón
Bir Evlilik Hikâyesi, Ildikó Enyedi
Günbatımı, Michel Franco