Türkiye’den Almanya’ya giden misafir işçilerin hikâyelerinde konut hakkı ve kentsel dönüşüm stratejileri konusunda vermiş oldukları mücadeleyi kitle iletişim araçlarından takip etmiştik. Ancak misafir işçilerin Almanya’daki serüvenin de önemli olan odaklardan biri de müzik.
Kültür sanat alanında çalışmalarıyla tanıdığımız istanbulberlin’in kurucusu Sedef İlgiç bu sene Türkiye ile Almanya arasında imzalanan İşgücü Anlaşmasının 60. yılı olması vesilesiyle #60JahreMusik isimli bir projeyle göçün müzik tarafına odaklanan bir proje başlattı. Bu proje ile Türkiye’den Almanya’ya göçün 60 yılına müzik üzerinden okumayı amaçlayan İlgiç ile projenin detaylarını konuştuk.
Berlin Yunus Emre Enstitüsü’nün katkılarıyla gerçekleştireceğiniz #60JahreMusik projesi nedir, bize biraz projenizden kısaca bahseder misiniz? Bu proje ile neyi hedefliyorsunuz?
Geçtiğimiz sene, istanbulberlin’i kurma amaçlarımdan biri Türkiye ve Almanya arasındaki kültürel etkileşimi yansıtmaktı. Bu sene itibariyle bu etkileşimi arttıran, Türkiye ile Almanya arasında imzalanan İşgücü Anlaşması’nın üzerinden 60 yıl geçti. Yıldönümlerinin olayları belirli bir mesafeden incelemeye imkân tanımasını seviyorum. istanbulberlin’de bu tarihi müzik üzerinden okumanın anlamlı olacağına karar verdim, böylesi bir okumanın konunun çok renkliliğini yansıtabileceğini düşündüm. Ocak’tan itibaren Stuttgart’ta yaşayan proje partnerim Nazlı Sağdıç Pilcz yani DJ Funshine ile birlikte bu konu üzerine çalışmaya başladık.
Proje kapsamında yazı dizileri ve röportajların yanı sıra video içerikler ve şarkı çalma listeleri yer alacak. Berlin’de ve İstanbul’da birer etkinlik düzenleyeceğiz. Daha sonra bir podcast serisi ve kitap ile devam etmeyi hayal ediyoruz.
Bu tarihi yeniden ve farklı perspektiflerden okumanın, tarihin görmediği bazı sanatçı ve hikâyeleri gün yüzüne çıkaracağını umuyoruz. Hem Almanya’da hem Almanya ile Türkiye arasında farklı kesimler arasında diyalog için bir alan daha açabilirsek ne mutlu bize.
#60JahreMusik projesinin içerisinde sizin dışınızda kimler yer alıyor ve projenizi gurbetçileri ya da göçmenleri konu edinen diğer sanat projelerinden farklı kılan nedir?
Proje partnerim Nazlı ile röportajları birlikte yapıyor, yönümüzü birlikte çiziyoruz. istanbulberlin’in görsel iletişim partneriyse, böyle bir fikrim var dediğim günden beri her şekilde yanımda olan orta okul arkadaşım Sezen Yeniçeri Can. İki kişilik dev kadro video prodüksiyon ekibimiz Murat Can Özel ile Yağmur Güneş’ten oluşuyor. İngilizce çevirileri Zeynep Beler, Almanca çevirileri Zahide Fürstenberger yapıyor. Nicola Bieg Almanca metinlerin editörlüğünü bense Türkçe ve İngilizce metinlerin son okumasını yapıyorum. Eşim Semih Can Çelik, annem, Berlin’de yaşayan dostlarım Melis ve Jana her an desteğe hazırlar.
İki ay süresince haftada sekiz saatlik bir staj programımız var. Şu anki stajyerlerimiz Nazlı Atasayan, Ural Tan ve Ayşe Hümeyra Demirci de ekibin birer parçası. Karşılıklı öğreniyoruz. Berlin Yunus Emre Enstitüsü’nden Feyzullah Bahçi, Koray Yeğnidemir ve Mustafa Said Bilgin ile de sürekli iletişim ve fikir alışverişi hâlindeyiz.
Herkesin projeye kattığı farklı bir bakış açısı var. istanbulberlin’in böyle harika enerjisi olan ve doğal olarak büyüyen çevresi beni çok mutlu ediyor.
Müzik üzerinden aynı konuya eğilen bizimkinden başka ve bizimkiyle eş zamanlı ilerleyen projeler var. Bence konuyla ilgili tüm çalışmalara ihtiyaç var ve hepsi ayrı ayrı kıymetli, diğer proje yürütücüleriyle iletişim halinde olmayı seviyor ve birbirimizi desteklemeyi diliyoruz.
Farkımız sanırım öncelikle iki genç kadın olarak bu projeyi yürütüyor olmamız ve tüm ekibin canı gönülden çalışması. Nazlı ile ikimizin de çeviriyle ilgili ortak bir geçmişimiz var ama bunun dışındaki arka planlarımız çok farklı. Akademik bir iddiamız yok, konunun uzmanları değiliz ama çok meraklıyız ve iyi araştırmacılarız. Bizim arzumuz kendi sözlerimizi söylemek yerine seslerinin daha çok duyulması gerektiğine inandıklarımıza ses olacak bir karşılaşma alanı açmak.
Müzik ile göç arasında nasıl bir ilişki var? Türkiye’den Almanya’ya göç eden göçmenlerin müziği hakkında bizimle neler paylaşmak istersiniz?
Ozan Ata Canani’nin sevilen parçası “Deutsche Freunde” de, Cem Karaca’nın “Es Kamen Menschen An” parçası da Max Frisch’in “Biz işgücü çağırdık, insanlar geldi,” sözünden hareket ediyor. Almanya’ya göç eden herkes, elbette kültürlerini de beraberlerinde götürdü. Müzik kültürü, oradaki koşullarla birleşince, bu koşulları yansıtan, eleştiren, gurbete, özleme, yersiz yurtsuzluğa, Alman kadınlarına dair temalarda “Almanya türküleri” ortaya çıktı. Türk işçilerle ilgili nasıl tek tip bir profil üretiliyorsa, Hans ve Helga isimleriyle anılan Almanlar hakkında da genellemeler yapıldı. Daha sonra bu temalar 80’lerin politik atmosferiyle hem Türkiye hem Almanya siyasetine dair içerikler de barındırmaya başladı. Bu parçaların nasıl bir kültürel etkileşime yol açtığı peşine düştüğümüz önemli sorulardan.
İşçi olarak gidenlerin önce işçi yurtlarında arkadaşlar arasında eğlence için yaptıkları müzik, daha sonra konserlere dönüştü, derneklerin geceleri, düğün müzisyenliği, takiben Alman plak şirketleri Türk sanatçılarla çalışmayınca plak, daha sonra kaset şirketleri, Almanya’ya turneye gelen şarkıcılar, göç kervanı… Proje sırasında şaşırarak fark ettiğimiz tüm bu müzik piyasası ile Alman müzik piyasasının Ironhand Records’un kurucusu ve dönemin müzisyenleriyle ilgili engin bilgisini bizden esirgemeyen Ercan Demirel’in deyimiyle “paralel evren” gibi birbirine neredeyse hiç dokunmadan farklı varoluşlar hâlindeler.
Dolayısıyla o günlerde gerçekleşmeyen kültürel etkileşim, bugün üçüncü kuşağın ilgisiyle gerçekleşiyor. Almanya’da Türkiye’den gelen müziğin kurumsallaşmasıyla ilgili adımlar atılmaya devam ediyor.
Bir başka önemli nokta Almanya’daki hip hop kültürünün oluşumu ve göçün bu kültürdeki önemli etkisi. 90’lara gelindiğindeyse, ırkçılığın yükselişiyle birlikte yaşanan korkunç olaylara karşı tepkiler müzikte de yankısını buluyor. Türkiye kökenli ikinci kuşak, Amerika’dan dünyaya yayılan hip hop kültürünü benimsiyor. Türkçe rap Almanya’dan yalnızca Cartel ile Türkiye’ye değil, aynı zamanda dünyaya yayılıyor. Bugün bu etkiler sürüyor.
Sonuç olarak müzikle göç arasında hem kültürel etkileşim hem müzik piyasası açısından hem de aslında en temelde kişisel hikâyeler bakımından türlü girift bir ilişkiler ağı var. Müzisyen ve müzik eğitmeni Kemal Dinç’in bizimle paylaştığı hikâyesinden kısa bir bölümü burada aktarmak isterim: “11 yaşında, dilini hiç bilmediğim bu ülkeye geldim. Alman Hükümeti de 80’lerdeki bu beklenmedik göçe hazırlıklı değildi. Yabancılar için bugünkü gibi bir eğitim programı hazır değildi. Çocuklar bir günden diğerine, bambaşka bir dilde eğitimle karşı karşıya kalıyordu. Ben de o yaşlarda, bu yaşadıklarımdan ötürü kendimi uzaydan düşmüş garip bir yaratık gibi hissetmiştim. O zamanlarda bana tanıdık gelen tek bir şey vardı, o da babamın duvarda asılı duran, belki yılda 3-5 kez alıp çaldığı bağlaması…”
Türkiye’den Almanya’ya göç eden amatör ya da profesyonel olarak müzik yapan göçmen müzisyenlere yönelik elinizde sayısal bir veri var mı? Ayrıca Türkiye’den göç edip Almanya’da müzik yapmak, hem Türkiyeli göçmen müzisyenleri hem de üretilen müziği nasıl etkiliyor sizce, bu konudaki yorumlarınızı alabilir miyiz?
Sayısal veri çok önemli bir soru, biz ancak tahminlere erişebildik. Martin Greve’nin konuyla ilgili çok kapsamlı bir çalışması var ancak onun da üzerinden çok seneler geçmiş durumda, konuyla ilgili daha çok akademik çalışma yapılmasına alan olduğu kanısındayım.
Projenin şu anda Berlin etkinliğine odaklanmış durumdayız, 5 Eylül’de “Frühstück Alla Turca” Festsaal Kreuzberg’de gerçekleşecek. Kült Cartel ve Karakan oluşumlarının kurucularından Kabus Kerim ve Berlin’e bu sene taşınan caz müzisyeni Başak Yavuz’u bir araya getireceğiz ve “misafir işçi”lerle Almanya’ya Türkiye’den “yeni dalga” göç edenler arasında müzik üzerinden bir köprü kurmanın yolları üzerine sohbet edeceğiz. DJ Funshine’ın sabah kahvesi niyetine setiyle açılacak programı sürpriz performanslarla gerçekleşecek ve Anadolu pop ve saykodelik Türk müziğine “gurbet” sound’unun ekleneceği DJ setiyle Kabus Kerim kapatacak. Bunlara ek olarak hikâye paylaşımları, sürpriz performanslar Türk kahvaltısı eşliğinde gerçekleşecek.
#60JahreMusik İstanbul etkinliğini ise sizin sorduğunuz sorunun bir versiyonu etrafında şekillendirmeyi arzu ediyoruz: Türkiye’den Almanya’ya giden müzik orada nasıl bir macera yaşadı ve bugün neye dönüştü? Nasıl ki Berlin’deki Türk dönerinin bildiğimiz dönerden apayrı bir tadı varsa, İstanbul’a Berlin Döneri şeklinde frizbi gibi geri dönmesine benzer şekilde, “what goes around comes around” belki de.
Son bir soru olarak, son dönemde müzik konusunda giderek artan bilimsel araştırmaların sonucunda müziğin insanları birleştirdiği söyleniyor. Sizin bu alanda çalışan biri olarak bu söylem konusundaki düşünceleriniz nedir? Projenizi bu bağlamda nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bilimsel araştırmalardan haberdar değildim ancak Nazlı ile projeyi tanıtmak amacıyla bir video hazırladık ve bu videoda müziğin birleştirdiğine vurgu yapıyorum: Çünkü insanların ortak duygulanımlarını aktarmak ve paylaşmakta müziğin, çoğunlukla sözlere dahi ihtiyaç duymadan, çok etkin bir araç olduğuna inanıyorum. Hikâyelerimizi samimiyetle ne kadar paylaşırsak, o kadar fazla empatiye alan açabiliriz, empati ise anlayışa dayalı bir diyalog zemini oluşturur, birbirimize ne kadar benzediğimizi fark etmemize yarar, bizi birleştirir.
Tam da bu yüzden #60JahreMusik’te dile getirilen hikâyelerin ya da karşılaşma fırsatı bulunan müziklerin göçmen düşmanlığı gerçeğiyle yaşadığımız göç sonrası toplumumuzda ırkçılığa karşı bir zemin oluşturmasını diliyoruz.