Connect with us

Ne arıyorsun?

Argonotlar

Söyleşi

Deprem bölgesinde “ortaklaşa” yol almak

Argonotlar olarak deprem bölgesindeki kültürel yıkımı ve neler yapılabileceğini ele almaya devam ediyoruz. Kültürhane’den Ulaş Bayraktar’la bölgedeki çalışmaları ve gözlemlerini konuştuk.

Cumhuriyet Mahallesi, Meclis Kültür ve Sanat Merkezi, Anktakya / Hatay, öncesi: Google Street View, sonrası: Murat Germen, 2023

Maraş merkezli 6 Şubat depreminde bölgeye en yakın ve bölgeden en çok göç alan kentlerin başında Mersin geliyor. Mersin Üniversitesi’nden ihraç edilen Barış için Akademisyenler bildirisine imza atan akademisyenler tarafından 2017’de kurulan Kültürhane de depremden bu yana önceliğini, gündemini deprem bölgesine yönelik ihtiyaçlara göre belirleyen pek çok oluşumdan biri. Mekânın kültürel etkileşimlerle kendini var eden bir örgütlenme biçimi olduğu bilgisiyle Mersin’de alternatif bir mecra yaratan ekibin kurucularından Ulaş Bayraktar ise şu sıralar İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı’nın (İKSV) Kültür Politikaları Çalışmaları kapsamında, Avrupa Birliği desteğiyle gerçekleştirdiği “Ortaklaşa: Kültür, Diyalog ve Destek Programı” için deprem bölgesini de kapsayan bir saha araştırmasını yürütüyor.

Ülke genelinde kültür-sanat alanında faaliyet gösteren sivil toplum kuruluşlarına, yerel yönetimlere ve bağımsız kültür-sanat profesyonellerine ulaşmayı hedefleyen “Ortaklaşa” projesi üç ayaktan oluşuyor. Projenin ilk ayağında yer alan araştırma kapsamında, Türkiye’nin farklı bölgelerinden 7 kentte yapılacak görüşmeler ve gözlemlerle kültür politikalarının yapımında yereldeki sivil toplum kuruluşlarının yerel yönetimlerle ne kadar işbirliği yaptığını, kendi içlerinde ve kültür politikalarını belirlerken hangi yöntemlere başvurduğunu saptamaya çalışıyor. Ulaş Bayraktar’la depremden sonra, raporun merkezinde yer almayacak olsa da deprem bölgesindeki kentleri de kapsayacak biçimde genişletilen araştırma kapsamında gözlemlediklerini, yapılabilecekleri ve Kültürhane olarak çalışmalarını konuştuk. Deprem bölgesindeki kültürel yıkımı, yeniden inşa etmek için neler yapılabileceğini, kentlerin kültürel yapısının ve hafızasının yeniden nasıl diriltilebileceğini ve en önemlisi önceliklerin neler olduğunu konuştuk. Önemli bir de not; 2023 yılı bitmeden İKSV tarafından yayınlanacak kültür politikaları raporunun saha araştırması henüz tamamlanmış değil. Bayraktar’ın bu röportajda paylaştıkları, kişisel izlenim ve deneyimlerine dair.

İKSV’nin çalışmasının içeriği tam olarak nedir ve sen nasıl dahil oldun bu çalışmaya?

Kültür politikalarının yapımında, geliştirilmesinde sivil toplum, yerel yönetim ortaklıklarını teşvik etmek amacını taşıyan, kültür politikaları üzerinden yerel siyasetin demokratik, katılımcı, daha işbirliği içinde yapılmasını arzulayan üç ayaklı bir proje bu. Ben şu anda mevcut durum analizini yapmak üzere bir rapor hazırlıyorum projenin ilk aşamasında. Türkiye’nin 7 bölgesinden 7 ilde bu kültür politikalarının yapımında yereldeki sivil toplum kuruluşlarının yerel yönetimlerle ne kadar işbirliği yaptığını, kendi içlerinde ve kültür politikalarını belirlerken hangi yöntemlere başvurduğunu saptamaya çalışıyoruz. İkinci ayak, bir hibe programı. Bu kapsamda Türkiye’nin her yerinden kültür sanat alanında faaliyet gösteren sivil toplum kuruluşlarına büyük ölçekli bir hibe dağıtılacak. Son ayakta da bu hibe faydalanıcılarının kapasitelerini geliştirmeye yönelik çeşitli eğitimler, mentorluk gibi destekler sunulacak.

Akademisyen arkadaşlarınla birlikte Mersin’de Kültürhane isimli alternatif bir mekân yaratan bir yapının içindesin. Bu konu senin kişisel olarak ilgi alanın aynı zamanda. Bu çalışmaya biraz da bu haseple dahil oldun sanırım?

İKSV ekibi ile “Ortaklaşa” projesi şekillendirilirken fikir alışverişinde bulunmuştuk. Sonrasında rapor kısmını da üstlenmemi istediklerinde dahil oldum. Türkiye’nin farklı illerinde Kültürhane’nin akrabası, benzer meramları olan oluşumlarla temas kurma fikri beni heyecanlandırdı doğrusu. Mekânların kardeşliği meselesini konuşuyoruz bir süredir. İstanbul’da Karşı Sanat, Adana’da Geko, Diyarbakır’da Mordem, Ro Mekân bunların hepsi aslında bir mekâna dayalı topluluk yaratmaya çalışan girişimler. Türkiye’nin her yerinde var bu mekânlar. Kamusal alanın bu kadar daraldığı ya da özelleştiği yerde böylesi inisiyatiflerin varlığı önemli.

Cumhuriyet Mahallesi, Antakya / Hatay, öncesi: Google Street View, sonrası: Murat Germen, 2023

Anladığım kadarıyla saha araştırmasına depremden önce başladın. Depremden sonra çizdiğiniz hat nasıl değişti?

Başlangıçta belirlenen yedi il Diyarbakır, Mersin, Konya, Tunceli, İzmir, Ordu ve Bursa’ydı. Deprem bir hafta sonra olsaydı muhtemelen biz de Diyarbakır ya da Malatya’da depremi yaşayacaktık. Depremle birlikte saha araştırmasına başlayamadan durduk ve her şeyi yeniden gözden geçirdik, bir süre sonra da o şehirlerdeki kültürel kaybın hasar tespitini yapmak ya da ileriye dönük olarak bu tür girişimlerin nasıl yol alabileceğine dair öneriler sunabilmek için depremden zarar gören kentleri de araştırma kapsamına aldık. Ancak şunu belirtmekte fayda var; bu çalışmada deprem bölgesi projenin ana kentleri değil, raporda merkezde bu kentler olmayacak.

Deprem bölgesine özel nasıl bir çalışma yürüttünüz peki? Ayakta çok az yapı varken, insanlar yaşadıkları yerleri terk etmek zorunda kalmışken neler saptayabildiniz?

Malatya, Maraş, Osmaniye, Adıyaman’a dair net bir şey söyleyemem, kaba gözlem yaptığım yerlerdi. Görüşmelerin analizini yapmak için de zamana ihtiyaç var. Ben Mersin’de yaşadığım ve Mersin hem coğrafi hem de sosyal ilişkiler açısından Hatay’a yakın olduğu için daha çok orada bulundum. Bundan sonra anlatacaklarım da rapora dair değil, benim kendi kişisel gözlemlerim olacak.

Hatay’dan başlayalım öyleyse. Kültürhane ekibi olarak da oradaydınız. Neler gözlemlediniz?

Kültürhane’de ilk birkaç gün, deprem bölgesine acil yardımlar göndermekle geçti. Dördüncü günden itibaren ise Mersin’e yoğun bir şekilde sığınan depremzedelerin sorunlarına odaklanmaya çalıştık. Ondan sonra da özellikle Samandağ ve Defne’deki arkadaşlarla somut ihtiyaç sahibi ve aracısı belli olan yardımlar götürmeye çalıştık. Orada tabii çok az yapı var ve şu anda insanların Hatay’da kalabilmelerinin yegâne yolu tarımsal faaliyet gibi görünüyor. Biz de oradaki tarımsal ürünlerin kullanıcılarıyla buluşmasını sağlamaya gayret ediyoruz. Örneğin ilk başta fide götürdük, şimdi kendi içlerinde alıyorlar fideyi. Altınözü’den bir çiftçi arkadaştan 100 litre zeytinyağı aldık, onu Kültürhane üzerinden satmaya çalışıyoruz. Bir de üreticilerin ellerindeki tarımsal ürünleri gıda topluluklarıyla ilişkilendirmeye çabalıyoruz.

Temel ve gündelik ihtiyaçlar, aradan neredeyse üç ay geçmesine rağmen hâlâ aciliyet taşıyor ama öte yandan kültürel anlamda çok zengin olan bir kent neredeyse haritadan silindi ve kentin yeniden kurulması süreci de başladı. Bu anlamda nasıl bir hareketlilik, çaba ya da sorunlar var orada?

İKSV’nin saha araştırması kapsamında Diyarbakır’a gitmek Hatay açısından da anlamlı oldu diye düşünüyorum. Hatay çok fena durumda şu anda ama önce Sur’u görünce Antakya’nın müstakbel halini tahmin etmek de güç değil.

Sur şu anda “Toledo gibi” olmuş, sanatçı grupları ise Diclekent’e gitmiş. Sur’u da, Hatay’ı da terk etmemenin yollarını bulmak gerekiyor. Hatay’da enkazdan çıkarılacak bir kültür var ve onun için de o insanların orada kalması gerekiyor ama nasıl kalsınlar. Antakya’da özellikle Arap Aleviler “Buradan gitmemiz için bizi bezdirmeye çalışıyorlar” diyor. Orada bir nüfus hareketliliği olacak gibi görünüyor.

Hatay Akademi Orkestrası’ndan Ali Uğur da “En başta bu insanların hayatta kalmaya ihtiyacı var” diyor. Orkestradan dört kişiyi kaybetmişler depremde, ekibin çoğu da orayı terk etmiş ama hala Antakya’ya dönmenin yollarını arıyorlar.

Hatay Akademi Orkestrası

Antakya’nın temel sorunu kent merkezi diye bir şeyin kalmamış olması. Bütün alan, ayakta kalan da dahil olmak üzere yıkılmak zorunda. Görüştüğümüz bir uzman hocamız bu durumu bir fırsat olarak görüyor mesela. “Orası bir sit alanıydı, fakat biz hiçbir şey yapamıyorduk. Bir gecekondu çatısına çinko koyunca ceza kesiyorduk ama koskoca Müze Otel mozaiklerin üstüne sütun çakınca dokunamıyorduk” diyor. Orası bir Toledo mu olacak, yoksa ideal bir yere dönüşecek mi? Kültürel mirası kurtarmak için çok acil bir durum var orada.

Peki sence neler yapılabilir bu anlamda? Orada gönüllülük esasıyla kurulmuş ya da kurulmakta olan ne tür yapılanmalar, yeni oluşumlar gözlemledin?

Sorun hem temel ihtiyaçlardan ötesine derin hem de coğrafi olarak geniş bir alana yayıldığı için her tarafta bir şey yapmanın imkânı yok. Bir tarafta bir konuya odaklanmak lazım diye düşünüyorum. Kamuda çok eleştirdiğimiz organizasyonluktan biz de azade değiliz.

Asi Nehri’nin doğu yakası, Antakya / Hatay, öncesi: Google Street View, sonrası: Murat Germen, 2023

Hassasiyet isteyen pek çok durum var. Elbette kültür sanat da bunun içinde. Mesela ilk haftadan çadır kentlere palyaço götürmeye kalkışan oluşumlar olmuş. Bu çok acayip bir şey. Ya da köy okullarında saçma sapan filmler izletilmiş çocuklara. Kültür sanat etkinlikleri yapılacaksa bu işin psikolojisini de düşünerek yapmak gerekiyor. Koordinasyonsuzluğu aşmak için de belediyelerle işbirliği yapmak gerekiyor. Bölgede Maraş’ta Ankara Büyükşehir Belediyesi, Hatay’da İstanbul Büyükşehir Belediyesi, Osmaniye’de de İzmir Büyükşehir çalışıyor. Onlarla eşgüdüm içinde olmak, hem yaptıklarına göz kulak olmak hem yapacaklarımızda onlardan destek almak faydalı. Hatay’da biraz daha kalabalık bir insan grubu olduğu için en azından mücadele verilebiliyor. İstanbul Büyükşehir Belediyesi ile Hatay arasında bir ortaklık kurulmasının, işbirliği ya da birbirini tanıma faaliyetlerinin İstanbul’a da yansımaları olacaktır. Bunu önemsiyorum.

Bir de orada şimdi kültür sanat deyince azarlıyorlar,” Çadır, konteyner yapabiliyor musun onu söyle” diyorlar. Ama zamanı geldiğinde gönüllülerin şimdiden planladığı programların ortaklaşması lazım. Mordem, çocuk sanatlarına dair büyük bir platform kurdu mesela, bu tür yapılarla o eşgüdümü şimdiden sağlamak lazım. Ortak platformlar kurup onların networklerinin networkü şeklinde; müzisyenlerle dansçıların, tiyatrocularla çocuk sanatlarının ayrı örgütlendiği ama birbirileriyle konuşabildiği mecralar yaratabilmek önemli. “Gölge kabine” diyorum buna. Bu sadece sanat için de geçerli değil, psikolojik destek verenleri, gıda, hijyen, altyapı desteği veren oluşumları birbiriyle konuşturabilmemiz gerekiyor. Yoksa o çok eleştirdiğimiz kamudan bir farkımız kalmıyor. Hem enerji kaybediyoruz hem de hepimiz tek tek aynı şeyi keşfetmeye çalışıyoruz. Bir yandan da daha işlevsel olma imkânı var. Çünkü orada 15 gün kalan bir oluşum diğerlerine neyle karşılaşacaklarına, neyi nasıl aşabileceklerine dair çok şey biriktirebilir. O yüzden bir diyalog ortamı yaratmak mühim. Anadolu Kültür’ün Diyarbakır’daki sanat merkezi model olarak çok iyi. Çünkü yerel, oralı, hem ilişkileri hem bilgileri daha iyi. O modeli bölgede de kurmak gerekiyor. Oranın havasını, suyunu, ihtiyaçlarını, yöntemlerini bilen, oradan üreten bir yapı.

İlk günlerde oraya giden yardımların ihtiyaç sahiplerine ulaşamadığını, ortalıklarda ziyan olduğunu da gördük. Yardım etmeye çalışan birçok gönüllü de bu anlamda boşa düştü mü bölgede?

Deprem bölgesinde herkes bir şeyler yapmaya çalışıyor, çırpınıyor. İyilik fışkırdı gerçekten ama şimdi o soğumaya başladı. İlk ateş geçmeye başladı ve esas şimdi zor. Çünkü ilk günlerde bölgeye para yağıyordu her yerden ve herkes gönüllüydü ve ihtiyaç da çok basitti. İnsanların hayatta kalması sağlandı ama hayat kurmalarını sağlamak için daha uzun erimli şeyler gerekiyor. Ama bu “Gidelim bir bakalım neye ihtiyaçları var görelim gelelim” gibi bir yaklaşımla bölgeyi deprem turizmine dönüştürmek şeklinde olmamalı.  Hiç kolay değil o insanların yaşadığını anlamak.

Bölgede sanat yapmak değil de sanat aracılığıyla bir diyalog ortamı kurmak hem sorunları ve yapılacakları belirlemek hem de yaşananlarla başedebilmek için iyi bir araç olabilir. Öte yandan kentin hafızasını yeniden diriltmek için de önemli bu…

Depremde kaybettiklerimizin 40. gününde Samandağ’da kadınlar yaktıkları bahhurlarla, murt yapraklarıyla yürüdü. Kokusuyla, görüntüsüyle, kadınların ağıtlarıyla çok etkileyici bir anmaydı. Temmuz ortasında ise Arap Alevilerin “Evvel Temmuz” şenlikleri oluyor. Bu anlamda oraya dair kültür nüvelerini bulup onlarla bir şey yapmak önemli.

Raporda da en önemli vurguyu buraya yapmayı tasarlıyorum. Katılımı, insanların politikaya katılımı gibi düşünüyoruz. Oysa politikayı onların ritüellerine, kültürel alışkanlıklarına entegre etmek gerekiyor. Daha pedagojik, daha estetik yöntemler bulmak gerekiyor. Bunu da hayal gücüyle yapamayız, oradaki insanlarla yapabiliriz ancak. Mesela Evvel Temmuz şenliklerini sosyal foruma dönüştürmek gerek. Yoksa “Gidelim Antakya’da imar çalıştayı yapalım” dediğinizde oraya sadece şehir mühendisi, mimar gider.

Kent hafızası demiştin biraz önce. Mersin’de ağırlığın Hataylılardan oluştuğu 400 binin üzerinde depremzede var. Kültürhane’de buna yönelik bir çalışma başlatıyoruz; onların kente dair hafızalarını, hayallerini, algılarını dökümante edeceğiz. Bunun rehabilite eden bir tarafı da var. Antakya insanının o coğrafyayla kurduğu ilişki çok ilginç. Dersim için de geçerli bu. Eskizler ve anlatılarla serbest vezin bir belgeleme yapabilirsek imar planında daha insani bir tasavvur ortaya çıkarıp entegre edilebilir mi diye düşündük. Sonuçta kent dediğimiz biraz da bir algı. O algı ve hissiyatı da taze taze belgelemek gerekiyor.


Ortaklaşa: Kültür, Diyalog ve Destek Programı

İstanbul Kültür Sanat Vakfı’nın (İKSV), Avrupa Birliği desteğiyle hayata geçirdiği Ortaklaşa: Kültür, Diyalog ve Destek Programı kapsamında yürütülen Ortaklaşa Hibe Programı 24 Nisan Pazartesi günü başvuruya açıldı.

Kültür-sanat odaklı sivil toplum kuruluşlarının, en az bir belediye ortaklığıyla başvurabilecekleri Hibe Programı’nın ilk çağrısına başvurular 12 Temmuz 2023 saat 18.00’e kadar yapılabilecek.

Başvurular ortaklasa.iksv.org sitesi üzerinden ulaşılabilen belgeler aracılığıyla, çevrimiçi olarak yapılabilir.

İlginizi Çekebilir

Duyurular

border_less ARTBOOK DAYS’in altıncı edisyonu, bu sene 3–5 Mayıs tarihleri arasında Yapı Kredi Kültür Sanat Yayıncılık ev sahipliğinde gerçekleşiyor.

Söyleşi

Larissa Araz ile Versus Art Project'te gerçekleşen “In Hoc Signo Vinces” sergisi üzerine konuştuk.

Eleştiri

Gizem Akkoyunoğlu'nun Sanatorium'da gerçekleşen "Kudretin Silüetleri" sergisini Oğuz Karayemiş değerlendirdi.

Söyleşi

Kundura DocLab vesilesiyle İstanbul’a gelecek olan Rabih Mroué ile dünya ahvalini, tiyatro ve performans ilişkisini ve İstanbul’la bağını konuştuk.