Connect with us

Ne arıyorsun?

Argonotlar

Eleştiri

Müze Gazhane örneği: Ne yanlış yapıldı, ne yapılmalıydı?

İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından 9 Temmuz 2021’de açılan Müze Gazhane projesinde katılımcı ve şeffaf bir strateji geliştirebildi mi?

Müze Gazhane, İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) tarafından 9 Temmuz 2021’de yeni haliyle açıldı. Gazhane’nin yeni haliyle ilgili olumlu görüşler varken olumsuz eleştiriler de mevcut. Özellikle katılımcı pratiklerin yok sayılması, stratejinin yeterince net belirlenmemesi ve aceleci tavırlar bunlardan bazıları.

Gazhane, 112 yıl boyunca Kadıköy ve çevresine gaz sağlayan yerlerden biriydi. İTÜ tarafından hazırlanan restorasyon projesi, Koruma Kurulu tarafından 2014’te onaylanmış, yine aynı sene ihale edilmişti. İBB eski yönetiminin 2019’a kadar bitirmeyi planladığı proje, 2019 yılında İBB yönetiminin değişmesiyle tamamlanabildi.

Gazhane, Osmanlı’dan Cumhuriyet’e toplum belleğinde önemli yeri olan bir alandı, 1993’te İstanbul’da doğalgazla ısınma sistemine geçilmesiyle devre dışı kalmıştı. 1994’te sit alanı ilan edildi. 1996’da ise hem Kadıköylüler hem de kent hakkı savunucuları ve meslek odaları bir araya gelerek anket çalışması yaptılar. Tek amaçları, bu önemli bölgenin ranta kurban gitmemesi, hafızayı da koruyacak şekilde kültür merkezi ve yeşil alan olarak kalmasıydı. Aynı dönem bu amaçla, sekiz bin imza toplandı ve bu mücadele sonucunda İTÜ’de Afife Batur’un öncülüğünde proje hazırlandı.

Son haliyle, işletmesi İBB’nin iştirak şirketi Kültür A.Ş. tarafından alınan Müze Gazhane’de altı sergi/müze salonu, iki tiyatro/konser salonu, performans stüdyoları, kütüphane, İstanbul Kitapçısı, üç yeme içme alanı, atölyeler, ortak çalışma alanları ve kapalı otopark yer alıyor.

Olumlu görüşlerle birlikte özellikle Gazhane Gönüllüleri’nin yıllardır verdiği mücadeleye yeterince değinilmediği, stratejinin zayıf olduğu ve katılımcı, şeffaf olmayan aceleci işleyişin hâkim olduğu yönünden eleştiriler mevcut.

Emre Erbirer

Kültür Yöneticisi Emre Erbirer de Kültür Limited sitesinde yazdığı “Gelecek ancak geçmişin sahiplenilmesi ile yaşanabilir: Müze Gazhane” başlıklı yazısında şu soruları soruyor:

  • Osmanlı’dan Cumhuriyet’e kentin ve toplumun belleğinde yer etmiş, yüz yıldan fazladır ayakta duran bir kültür mirasını ve onun hafızasını korumadan, öğrenimlerini dökümante etmeden gelecek nesillere aktarmak mümkün mü?
  • Kültür Varlıkları Daire Başkanlığı’nı ‘İBB Miras’ adıyla ‘miras’ kavramına ve bu alandaki çalışmalara odaklayan İBB, kültürel mirası sadece renovasyon/restorasyon olarak mı görüyor, yoksa kent hafızası ve kültürel bellek de ‘miras’ımızın bir parçası mı?

Erbirer ile hem eleştirilerini hem de Müze Gazhane’nin geçmişini ve geleceğine dair beklentilerini konuştuk.

“İBB, kültürel mirası sadece renovasyon/restorasyon olarak mı görüyor, yoksa kent hafızası ve kültürel bellek de ‘miras’ımızın bir parçası mı?” diye soruyorsunuz. Bu soruyu biraz açar mısınız?

Kültürel miras, bizden önceki kuşaklar tarafından oluşturulmuş ve evrensel değerlere sahip olduğuna inanılan eserlere verilen genel bir tanım. Bu kapsamda somut ve somut olmayan kültürel miras gibi alt tanımlardan da söz edebiliriz. Bu soru ile İBB’nin ‘İBB Miras’ adıyla markalaştırdığı Kültür Varlıkları Daire Başkanlığı’nın kültürel mirası nasıl ele aldığını sorguluyorum. Kültürel miras, sadece eski kuşaklardan gelen yapıları, eserleri restore etmek mi, yoksa bununla birlikte hafızayı ve somut olmayan değerleri de korumak ve aktarmak mı? Eğer bir yapıyı, onun hafızasını ve kent tarihindeki rolünü hiçe sayarak restore ediyorsak bunun herhangi bir tarihi yapının aslına uygun (veya değil) bir şekilde restore edilip başka bir şekilde (AVM, restoran, ofis, konut vb.) işlevlendirilmesi arasında ne fark olur? İşte benim de sorgulamak istediğim şey bu. Miras kavramı zaten başlı başına sorunlu (kimin mirası, mirası devralan kim, söz hakkı kimde vb.) iken, bunun hafıza ve kent ile ilişkisi ise ona bir katman daha sorun ekliyor.

Yazınızda genel olarak aceleci bir tavırla Gazhane’nin bu şekle dönüştürüldüğünü vurguladığınızı hissettim. Böyle mi gerçekten?

Benim eleştirdiğim temel unsur, İBB’nin stratejiden yoksun, tepeden bakan, kendi iddiasının ve sözünün aksine ‘katılımcı’ ve ‘şeffaf’ olmayan ve ne yazık ki aceleci tavrı. Temel olarak birilerine bir şey kanıtlamak için yapılmış bir dönüşümden söz edemeyiz. Benim asıl vurgulamak istediğim ihtiyacı net tanımlanadan, stratejiyi net çizmeden alınan kararlar ve yapılan uygulamalar ile 26 yıllık bir sivil mücadelenin âdeta yok sayılarak, silme baştan yapılan bir dönüşüm. Yani temelde araştırma, strateji ve tasarım adımları yok sayılarak doğrudan uygulamaya geçilmiş.

“Kamu tarafından hayata geçirildi, bu önemli bir fark”

Gazhane, Silahtarağa, Bomonti gibi diğer örneklerden farklı olabilir mi?

Tabii ki farklı olabilir, olmalı ve olacak. Bir kere Gazhane kamu tarafından hayata geçirildi ve yine işletmesi de kamu iştirakine verildi. Bu, önemli ve büyük bir fark. Ama sadece bu konu bir yerin kamusal olması için yeterli değil. Örneğin santralistanbul ilk yıllarında Eyüp’te yaşayanların bir kısa yolu, patikası, dinlenme alanı idi. Kampüsün herkese açık olduğu dönemlerde sabahları derse giderken pazar çantaları ile teyzeler görürdük, kampüse bisikletler yerleştirildiğinde bisikletlerle dolanan çocuklar vardı. Bir yandan da kampüsteki yeme içme alanları çok nitelikli olsa da fiyat açısından herkese uygun değildi. Sonraki yıllarda kapıya konan güvenlik bariyerleri, kampüse girerken kimlik gösterme zorunluluğu, kaldırılan bisikletler, kapatılan müze, alkol yasağı yüzünden iptal edilen festivaller vb. derken, kampüs kamusallığını ve yaratıcılığını yitirdi. Bomontiada örneği ise başka bir vaka. Burada ne yazık ki çevresiyle bağ kurma konusunda zayıf, dışarıya nispeten kapalı, ulaşılması zor bir mekândan söz ediyoruz. Ama bunun yanı sıra içindeki kiracıları, ağırladığı topluluklar, yaptığı işbirlikleri ve programlaması ile çok disiplinli, çok sesli ve nitelikli bir mekân. Beykoz Kundura ise nitelikli bir programlaması olmasına karşın henüz özgün kimliğini ve sesini bulmak konusunda çok adım atamadı. Ancak sözlü tarih ve sergileme çalışmaları ile hafızayı koruması ve aktarması gibi konularda tüm bu platformlara örnek teşkil ediyor. Müze Gazhane’nin bu örnekleri iyi incelemesi, analiz etmesi ve dersini çalışması gerekiyor.

Dünya genelinde atıl kalmış alanların kent hayatına katılması ve kültürel, sanatsal bir işlev kazanması nasıl gerçekleştiriliyor?

Bu çok geniş bir soru. Her ülkenin bu alandaki çalışmalarını ve kararlarını o ülkenin kendi sosyo-kültürel yapısı, ekonomisi, politikası ve hukuku belirliyor. Dolayısıyla ABD’de eski bir tersaneden bir yaratıcı platforma dönüştürülerek oluşturulan ve teknoloji girişimcilerini ağırlayan bir mekân ile Rusya’da eski bir şarap fabrikasının çağdaş sanat odaklı bir yaratıcı platforma dönüşmesi ile hayata geçen bir yapıyı tek bir potada eritemeyiz. Avrupa’daki örnekler bile ülkeden ülkeye o kadar değişiyor ki. Hepsinin arkasında farklı deneyimler, kararlar ve dinamikler var. Bunların ortak yanı ise ne olursa olsun yaratıcı ekonomiye katkı sağlayan ve odağına üretimi alan yerler olmaları.

“İBB, katılımcılığı çok da uygulamadı”

Katılımcı pratikler Müze Gazhane özelinde dışarıda mı bırakıldı? Ne yapılmalıydı?

Hasanpaşa Gazhanesi’nden Müze Gazhane’ye giden yolda katılımcı pratikler 26 yıl boyunca Gazhane Çevre Gönüllüleri tarafından uygulandı. Farklı bileşenler ile yıllar boyu birçok etkinlik yapıldı, içerik üretildi. Ancak İBB, bu geçmişi ve pratiği ne yazık ki çok da ele almadan birçok kararı kendi kendine aldı ve bu kararlar Gazhane Çevre Gönüllüleri ve proje müellifleri tarafından bazen tesadüfen öğrenildi. Yapılması gereken, Gazhane Çevre Gönüllüleri önderliğinde katılımcı bir yaklaşımla Müze Gazhane’ye giden süreci tasarlamak, doğru paydaş ve bileşenleri bu sürece dâhil etmek ve süreci yürütme görevini uzman bir paydaşa vermekti.

Sonuç olarak, ölü doğmuş bir proje mi var önümüzde, yoksa bazı hatalarla birlikte doğmuş ama iyileştirilebilecek bir mekân mı görüyoruz?

Ölü doğmuş bir proje diyemem. Sonuçta 26 yıllık bir mücadelenin ardından burası süpermarket veya otopark olmadı, ne olursa olsun kültürel hayata katılan bir mekân var elimizde. Sonradan çok fazla ‘yama’ yapılması gerekecek, birçok değişiklikle dönüşmesi gereken bir mekân var diyelim. Burada en büyük sorun mimari tasarım alanında, zira tüm diğer konular nispeten kolay değişebilir ve dönüşebilirken yapı tarafındaki değişiklikler çok daha zor ve pahalı oluyor. O yüzden gönlümden geçen, buranın zamanla gerçekten ‘katılımcı’ ve ‘şeffaf’ bir şekilde dönüşmesi.

İlginizi Çekebilir

Duyurular

Argonotlar Almanak 2024'ün basılı olarak yayımlanması için başlattığımız destek kampanyasının detayları bağlantıda!

Söyleşi

Uluslararası Sinop Bienali’nin yaratıcı sürecinin merkezinde yer alan Hal kolektif’le, şehirle kurduğu bağlar ve katılımcı bir yaklaşımla gerçekleştirdiği projeler üzerine konuştuk.

Söyleşi

Diclekent’teki yeni mekânları vesilesiyle Merkezkaç Sanat Kolektifi’nden Uğur Orhan’la konuştuk.

Eleştiri

Almanya'daki ırkçı cinayetleri konu alan "Üç Kapı" sergisini Alâra Kuset değerlendirdi.