Connect with us

Ne arıyorsun?

Argonotlar

Eleştiri /

Ötede ne var? Mustafa Hulusi’nin dünyası…

Mustafa Hulusi’nin Dirimart Pera’da gerçekleşen “Dünyayı İçine Çekmek” sergisi insanın dünyayla, doğayla, yaşamla kurduğu bağa dikkat çekiyor.

Melides Grapes Gold & White Expander, tuval üzeri yağlıboya ve akrilik, 73.5x94x7.5 cm, 2021

Mustafa Hulusi’nin Dirimart Pera’da gerçekleşen solo sergisi “Dünyayı İçine Çekmek” hazlar, deneyimler, arzular ve tüm bunların ötesinde tedirginlik ve sorularla dolu, izleyiciye farklı bağlamlarda çeşitli/yeni açmazlar sunan bütüncül bir yapıyı içinde barındırıyor. Sanatçının meyveler ve çiçekler üzerinden kurguladığı, başlangıçta izleyicilere hafif bir esintiyle birlikte yalın bir coşku vadeden sergi, zihnin arka çeperlerinde imlediği türlü çatışmayla da ayrıksı ve bütüncül bir atmosferi içerisinde barındırıyor.

“Dünyayı İçine Çekmek”, meyveler ve çiçekler üzerine şekillenen zengin ve renkli bir açılışla izleyicinin karşısına çıkıyor. Serginin başlığında olduğu gibi duvarlarda da oldukça canlı ve hareketli bir görsel dünya söz konusu. Kapılarını büyük bir ferahlık duygusuyla açan sergi, sanatçının renk paleti, tercih ettiği görsel dil ve imgelerle bir bütünlük oluşturuyor ve rahatlama hissi veriyor. İzleyicilerde sanki cennettelermiş hissi uyandıran, ancak bir süre sonra zihinde belirmeye başlayacak sorularla bir araf hâlini de peşi sıra sürükleyen bir durum bu. Mustafa Hulusi’nin Kıbrıs, Filistin ve Akdeniz havzası üzerinden kurguladığı, incirlerin, portakalların, keçiboynuzlarının belirdiği tüm bu görseller, çok geçmeden serginin arka planında yatan hikâye ve anlatılarla daha büyük anlamları da içerisinde barındırmaya başlar.

Latin Cyprus Lemons 2, tuval üzerine yağlıboya, 76.5×51 cm, 2023

Öncelikle serginin merkezinde yer alan temel fikirlerden biri olarak doğayla medeniyet, kültür ve sanayi arasındaki çatışmadan söz etmek mümkün. Özellikle Sanayi Devrimi sonrası bütün dünyanın, özellikle de Avrupa ve Britanya’nın hızla başka bir yönde gelişimine devam etmesi türlü tartışmayı da beraberinde getirmişti. Birçok şair, entelektüel ve yazar, metinlerinde tartışmaya açtığı bu konuya zaman içerisinde farklı yaklaşımlar geliştirmiş, öyle ki söz konusu bu mesele gerek edebiyat gerekse sanat tarihinde kendisine ayrıksı bir yer edinmişti. Günümüzdeyse, Sanayi Devrimi’nden yüzyıl sonra, çatışma hâlâ tam olarak tamamlanmamış, izleri farklı şekillerde devam etmiştir. Hulusi’nin “Dünyayı İçine Çekmek” sergisi de ilk planda bu konuyu tartışmaya açar: İnsanın dünyayla, doğayla, yaşamla kurduğu bağ ve bu bağı inşa eden etkenler… Bu bağın zaman içerisinde yine insan eliyle zedelenmesi, bu “yeni dünya”nın yeni kodlar üzerinden düşünülmesi gerektiğini imler. Sergi, bir süre sonra bütün bu sürece dair verdiği referanslar, özellikle de kuramcı Mark Fisher’ın anhedoni kavramına dair geliştirdiği açılımlarla dikkat çeker, hikâyeye dair yeni açılımlar sunar.

İnsan, dünyada bilinçli veya bilinçsiz bir şekilde hep bir haz arayışı içerisindedir. Öte taraftan dünya da türlü hazlarla kuşatılmış, insana hep yeni şeyler vadeden bir vaha olarak belirmiştir. Bu hazları algılamak ve yaşamaksa kişinin bilincine, bilinç düzeyine göre değişkenlik gösterir. Hulusi de işlerinde söz konusu bu haz meselesine dair yeni açılımlar geliştirir.

Haz, çoğu zaman kişinin bildiği dünyada deneyimlediği, ona zaman içerisinde bir doyum vadeden özel bir arzudur. O doğayla, yaşamla, görkemle iç içedir; ama burada önemli olan hazzın bilme edimiyle kurduğu ilişkidir. Bir eylemden, bakıştan, dokunuştan haz almak için önce onu bilmek, deneyimlemek gerekir; çünkü Cemil Meriç’in üzerinde sıklıkla durduğu gibi “İnsan en çok bilmediğine düşmandır” ve kişi, bilmediği bir duygudan, objeden, düşten haz alamaz. Tam da bu noktada bir sembol olarak beliren meyveler ve çiçekler, hazzın doğada olduğu düşüncesini imler. Doğa, insana ferahlık verir, dinginlik, heyecan, uzlaşma. Bütün bu duyguların belirdiği yerdeyse huzur baş gösterir. Dolayısıyla Hulusi’nin sergisinde doğayla hazzın, dünyayla huzurun kesiştiği özel bir alan söz konusu olur. Başlangıçta sergi, bu tema üzerine belirir ve bir iç huzuru beraberinde getirir.

“İç” kadar “dış”, “içeri” ile kurulan bağ kadar “dışarı” ile tetiklenen iç duyular bir metni, yapıyı, inşayı, işi şekillendiren en temel izleklerden/meselelerden biri olarak değerlendirilebilir. İnsan, çoğu zaman bildiğine yakınlaşır ve bütününü gördüğü şeye meyleder; çünkü orada bilinen bir durum veya neticesi/olgusu tamamlanmış bir ürün vardır. Öte taraftan yarım olan, yarısı görünen, tamamına vâkıf olun(a)mayan unsurlar/işler/eserler hep bir eksiklik duygusuyla beraber okunur ve bu izleyicide/okuyucuda bir tetiklenmeye neden olur: Acaba geride, arkada görmediğimiz ne var? Bu eksiklik hep bir merak etme ve tetiklenme hâlini beraberinde getirir. Hulusi’nin işleri de işte tam bu noktada devreye girer ve izleyicileri ikileme sürükler. Mevcut olanın güzelliğiyle sahnenin dışındaki/arkasındaki eksiklik, tedirginlik…

Peki tedirgin bir ruh, baktığı şeyde ne görür? İşte bir kez hissedildikten, tetiklendikten sonra sergiyi zenginleştiren ana fikirlerden bir diğeri de budur. Bütün o meyvelerin, çiçeklerin, ağaç dallarının, kişide büyük bir arzu uyandıran ânların arkasında; bütün o görsellerin, çerçevelerin, alanların ötesinde hep bir boşluk söz konusudur. Bu boşluk, çoğu zaman kişiyi bilinenle bilinmeyen, görünenle görünmeyen arasında bir yere konumlandırır ve bir tür araf duygusunu beraberinde getirir. Hiçbir bahar sonsuza dek sürmez, hiçbir güneş sonsuza dek tepede dünyayı aydınlatmaz, hiçbir ağaç sonsuza dek meyve vermez. Tüm bunların arkasından bir sonbahar, bir gece, bir kuraklık belirir ve dünyanın doğal döngüsü içerisinde bu süreç yaşanır gider. Hulusi’nin eserleri bütün bu soruları, süreç ve tedirginlikleri de beraberinde getirir. Doğanın kişiye huzur veren yanıyla beraber onu tedirgin eden yapısını da peşi sıra sürükler. Her günü gece, her yazı kış, her huzuru bir tedirginlik hâli takip eder. Sanatçının uzun bir tarihsel aralıkta ürettiği bütün işler bu ortak duygu dünyasını imler ve onun nasıl bir bilinçle hareket ettiğini gözler önüne serer. 2007 tarihli Fig 1 de 2023 tarihli Latin Cyprus Lemons 2 de 2025 tarihli Exstacy Almond Blossom MELIDES 01 de benzer duygulanımlara işaret eder. Çerçevenin içindeki ne kadar ferahlık verirse dışındaki o kadar düşündürür.

Kıbrıs ve Akdeniz havzası, Hulusi’nin sanat pratiğindeki en temel coğrafi alandır. Aynı zamanda sanatçının coğrafi kökeni olan Kıbrıs, mitolojiden coğrafyaya, tarihten kültüre birçok disiplinde kendine özgü mesaj ve içerikler barındıran özel bir alan olarak düşünülebilir. Antik çağlardan itibaren Akdeniz’in en önemli ada ve yerleşim alanlarından biri olan Kıbrıs, türlü anlatı ve hikâyeye de ev sahipliği yapar. Sanatçının işlerinde sıklıkla tercih ettiği birçok imge ve serginin arka planında tartışmaya açtığı sanayi, yerleşim, doğa, tarım gibi birçok konu da kökenini buradan alır.

20. yüzyılın başlarından itibaren bir tarım adasına dönüşen Kıbrıs, zaman içerisinde kendi ekonomisini geliştiren ve dünyaya incirden portakala, tütünden karpuza kadar geniş bir skala içerisinde zengin bir verimlilik vadeden özel bir alandır. Daha sonra endüstriyelleşmeyle beraber farklı şekillerde gelişen bu durum, ada kadar bütün bir havzanın atmosferini de zaman içerisinde dönüştürür. Günümüz Kıbrıs’ı düşünüldüğündeyse adanın bambaşka bir geçiş döneminde olduğu fark edilir. Dolayısıyla sanatçı bir taraftan adanın geçmişine atıf yaparken öte taraftan bugününe dair de büyük bir sorgulamayı serginin arka planında incelikle yürütür. Söz konusu bütün bu unsurlar Hulusi’nin işlerinde kendisine derin bir karşılık bulur ve yer yer bir imge, yer yer bir araç/gösterge olarak resimlerinde yer alır.

Tolga Tüzün’ün Beyond an Acid Horizon başlıklı ses yerleştirmesiyse Hulusi’nin görsel bir dil aracılığıyla inşa ettiği dünyaya dair yeni bir açılım olarak görülebilir. İzleyicilere synthesiser ile birleştirilen, kuş cıvıltılarından oluşan bir koro sunan bu iş, yine iki farklı duygulanımı beraberinde getirir. Kuş nakaratlarıyla makine gürültüsü bir tür diyalog hâlinde sergi alanını doldurur ve birçok zıtlığı iç içe geçirir. Sergi boyunca altı çizilen bütün bu süreçler, bu kez görsel değil işitsel bir dil aracılığıyla dışa vurulur. Bu da sergide yer alan her bir işin gerek ayrı ayrı gerekse kendi bütünlüğü içerisinde ortak bir imge ve düşsel arzu ile gün yüzüne çıkarıldığını görünür kılar.

Hulusi’nin sergisi “Dünyayı İçine Çekmek” doğayla sanayinin, adayla ana karanın, görsel olanla işitsel olanın, dünle bugünün, bugünle yarının iç içe geçtiği bütüncül bir sergi. Sanatçının farklı dönemlerde benzer duygulanım ve imgelerle gün yüzüne çıkardığı işleri bir araya getiren sergi, aynı zamanda insanın dünyayla kurduğu ilişkiye, hazlara, arzu ve heyecanlara dair de içerisinde yeni açılımlar barındırır.

İlginizi Çekebilir

Söyleşi

John Armleder ile Dirimart Dolapdere'deki “HEPHİÇ” sergisi üzerinden Fluxus hareketi ve sanat pratiği üzerine konuştuk.

Eleştiri

Dirimart Pera’da gerçekleşen sergisi ve monografi kitabı vesilesiyle Ermeni komünist ressam Jak İhmalyan’ı tanıyoruz.

Söyleşi

İki boyutlu bir kesit gibi gözüken videoları, tiyatro sahnesini andıran yerleştirmeleri, zengin sanat pratiği ve alegorik anlatımlarıyla İnci Eviner'in son solo sergisi "Bir Adanın...

Eleştiri

Özlem Günyol ve Mustafa Kunt'un "Yukarı Düşenler" sergisi üzerine Fisun Yalçınkaya'nın izlenimleri...