Connect with us

Ne arıyorsun?

Argonotlar

Kütüphane

Baktığımız Şeylerle Gördüğümüz Şeyler Arasında Bir Fark Yoktur: Görünen Selçuk Demirel’dir.

Selçuk Demirel’in Bir Ağacın Altında kitabının sunuş metni Argonotlar Kütüphanesinde.

Selçuk Demirel, “Bir Ağacın Altında”, Kişisel sergi, Galeri Nev İstanbul (24.09 - 30.10.2021), Enstalasyon görüntüleri

Resimli bir cümlenin sesi kaç jeste bedeldir! Bir metafor ne çok şeyin tesellisidir!” [1]

Fernando Pessoa

Yazı ve resim ya da kelime(ler) ve çizgi(ler), her ikisi de aynı ruhun temelinde aynı dili konuşan, koşulsuz bir bilinçaltının görselliğiyle vücut bulan, onunla somutlaşan iki ayrı/aynı mecra; ama çoğunlukla birbirine içkin, aynı zamanda birbirini tamamlayan… Heraklitos’un deyimiyle bir tür harmoni. Görselin yazıyla hemhâl olma hali; yazıyı istemesi ve yazıyla yekvücut olması. İmgeleri kelimelerin dünyasındaki karşılığıyla ifade etme arzusu. Kuşkusuz tüm bu dualite, yani yazı ile imgenin buluşması, Selçuk Demirel’in çizimlerinde yoğun bir şekilde karşılığını bulur. Kelimeler kendi ontolojik gerçekliğini imgenin soyutluğunda baştan kurar. Görsel olan, içerisindeki cevheri kelimelerin hakikatinde gün yüzüne çıkarır. Bu yüzdendir ki, Selçuk Demirel’in çizimleri yazıyla bir bütünlük oluşturur: Yazıyı çağırır ve imler. İnsanın var oluşu da söz konusu dilden bağımsız değildir. Roland Barthes’ın ifadesiyle söylersek “insanın tanımını veren dildir.”[2] Tıpkı sanatın olduğu gibi. Demirel’in insanları da konuşmaya, yani sözcüklere ihtiyaç duyarlar. Her bir imgeyi takip eden bir pasajın olması da kuşkusuz bundandır. Şayet bir resme dil olarak bakacak olursak, espas üzerindeki şeyleri ve nesneleri dil aracılığıyla okumaya başlarız. Böylece görünen gerçeklik kavramsal olarak mutlaklaşır ve “şeyler” kendini dilin ifadeleri olarak açmaya başlar. En nihayetinde hakikat algısı giderek kavramsal bir mahiyete bürünür.

Selçuk Demirel’in çizimlerinde formun/imgenin diliyle hayat bulmuş görünümlere tanıklık ederiz. Ancak form, yalnızca salt estetik ve görsel kaygılarla kurgulanmaz. Daha ziyade form, sanatçıda hayal gücünün en ücra köşelerinde saklı olanın açığa çıkmasıyla kendini gösterir. Formlar/imgeler kendini bir çırpıda göstermez. Alımlanması zaman ve özveri gerektirir. Dolayısıyla yazı bu anlamda son derece kritiktir. Yazıyla buluşan imgeler, kendisini temaşa etmek isteyen izleyiciye -bakan kişiye- daha farklı görünmeye başlar. Üstelik yazının çizime, çizimin düşünceye ve hayal gücüne içkinliği bütünsel bir deneyimin parçaları olarak görünürler. Tüm bu bütünsellik dahilinde sanat, farklı disiplinler aracılığıyla birbirini besler, genişler ve taşar. Böylece sanatın bizatihi kendisi Selçuk Demirel’de kendini ve yasalarını, bireyselliğin evrensel birliğiyle açık eder.

Selçuk Demirel’in “Bir Ağacın Altında” serisinde gördüğümüz figürler, adeta sürmekte olan zamanın izdüşümleridir. Parçalanan bir zamanın içerisinden, bilinen gerçekliğin çok ötesinden çıkagelirler. Doğanın tam ortasında açılan bir yarıktan gün yüzüne çıkan figürler gibidirler. Varla yokturlar, gerçekle hayaldirler; düşle hakikat arasında gidip gelirler. Sürrealist bir jesti anımsatan, bilinçaltının ta derinlerinde saklı olanın kendini açmasıyla var olan izlenimlerdir.

Selçuk Demirel’in mekânları, fiziksel zamanın ötesinde konumlanır. Italio Calvino’nun Görünmez Kentleri’ni anımsatan hayali manzaraları gibi, anın belirli bir zamansalık dahilindeki kesitini sunar. Ütopik bir zaman-mekân örgüsünün içerisinde bireyin salt yaşamsal var oluşu sezimlenir. Şiirsel bir dünyayı duyumsatan mekânsal yapı ritmik bir akış dahilinde düşsel hakikatin kuçağına açılır ve bu ritmik yapı ağaçların dalları, bitkilerin yapraklarıyla şiirsel bir bütünsellik kazanır. Selçuk Demirel, doğanın; ağaçların, nehirlerin ve hayvanların içerisindeki figürlerini adeta içsel/düşsel bir yolculuğa çıkarır. Bu içsel yolculuk, Caspar David Friedrich’in doğanın içerisinde gezinmekte olan insanlarını çağrıştırır. Selçuk Demirel’in insanları, Friedrich’in resimlerinde olduğu gibi, muğlaklık ve yabancılaşmanın sembolleri olarak, hareketsiz ve soyutlanmış bir şekilde, hem doğanın içinden hem de dışından görülürler.[3] Sürem içindeki insanın derin varoluş sıkıntısı ve yalnızlığı hissedilir. Bu kimi zaman insanın insana yabancılaşması olduğu kadar, kimi zaman da bizatihi “insan” kavramına dair bir yabancılaşmadır. Modern toplum, iş bölümü ve uzmanlaşmanın kaçınılmaz bir sonucu olarak tezahür eden bu yabancılaşma, Friedrich Schiller’den referansla söylersek, insanı parçalara ayırmış ve geriye insan adı altında insan kırıntıları kalmıştır.[4] Büyüsü bozulmuş bir dünyadan geriye kalan yalnızca hayal gücü ve bilinçdışının sonsuz özgürlüğüdür. Doğanın canlılığı, öznenin hayal gücünü yakalamak ve kendini -‘ben’i- zenginleştirmek için gereklidir.[5] Doğa, bu anlamda, insanın yöneldiği ilk uğraklardan biridir. Doğa ve insan, Selçuk Demirel’de tıpkı yazı ve çizgide olduğu gibi birlikte ve uyum içinde yankılanır. Doğanın görünümleri sanatçının sanatında daima insana içkindir ve birbirinden bağımsız birer olgusallık dahilinde cereyan etmez. “Şairin hayatının da şiire dahil olması” gibi Demirel’in Artvin’de, doğanın kalbinde, Jules Verne öyküleri okuyarak geçirdiği çocukluk deneyimlerinin tüm bu doğa ve insanla kurduğu kesif ilişkide yadsınamaz bir payı vardır. Ancak Selçuk Demirel’i belirleyici kılan şey ise doğal olanı, doğaüstü olana dönüştürebilme yetisinde saklıdır. Selçuk Demirel’in hikâyeleri gizil bir hakikati içerisinde barındırmakla birlikte gizemli olanın açığa çıkmasını bekler. “Gizem, en iyi küçük şeyleri seyrederken belli eder kendini, çünkü küçükler yer değiştirmedikleri gibi saydamdırlar da, üstelik kıpırdamadan durup gizeme yol verirler.”[6]

Selçuk Demirel’in sanatında, ironinin varlığına ayrı bir parantez açmak gerekir. “Hiçbir şey bilmediğimi bilmiyor(d)um” diyen Sokrates’e kadar dayanan ironin tarihsel geçmişi, Alman Romantizm’iyle birlikte felsefi bir mahiyete bürünür. Friedrich Schlegel nazarında ironist denilen kişi eksiksiz bir iletişimin imkansızlığına inanan kişidir; çünkü her bir perpektif eksik, her bir kavram sınırlıdır.[7] Ancak “hakikat” (truth) dediğimiz şeye ulaşmak için eksiksiz bir iletişim gereklidir. Tıpkı iyi bir desenin kendi içinde tutarlı ve inandırıcı olması gerektiğini söyleyen Selçuk Demirel’de olduğu gibi.[8] Ancak eksiksiz bir iletişimle kişi, yani sanatçı daha derin bir perspektif, daha zengin bir kavram ve daha net bir hakikat ifadesine ulaşabilir. Sanatçı, Frederick Beiser’in ironistin açmazları dediği bu şeyden kurtuluşu ‘kendini yaratma’dan (self-creation) kendini ‘imha etme’ye (self-destruction) geçerek bulabilir. İronist yeni bir perspektif, daha zengin bir kavram, açık bir formülasyon ileri sürmek için daima yeniden -ya da ‘yeni’ olanı- yaratır. Ama kendi çabalarının daima bir eleştirmeni olduğu için de kendini imha eder. ‘Hakikati’ (truth) yalnızca sonsuzluk arayışı içinde sarf etmiş olduğu ‘kendini yaratma’ ve ‘kendini imha etme’ arasında değişim yoluyla bulabilir.[9] Selçuk Demirel nazarında da sanat kavramsal bir etki yaratmayı; her yeni bakışta kendinde yeni ve farklı şeyler bulmayı amaçlar.[10] Böylelikle işlerin, her bakışta yeni okumalara açık ve yorumlanabilir olduğu anlamı çıkar. Öte yandan ironin içerisinde nükteyi, “humour”u ve eleştiriyi barındırıyor olması son derece önemlidir. Humourun genel prensibi de alışıldık olanı bir anlığına da olsa alışılmadık kılma eylemidir.[11] Humour, rasyonel aklın geçici süreyle kısa devreye uğratılmasını amaçlarken, tam da bu sebepten ötürü eleştiriyle diyalektik bir yakınlık kurar. Selçuk Demirel’in desenleri bu diyalektik bağın mutlak karşılıkları olarak belirir. Rasyonel dünyanın kabul edilen gerçekliklerini sorgular; insanı ve insana dair olanı mesele edinir. Tüm bunları humourun, eleştirinin, ironinin, düşün, hayal gücünün ve bilinçdışının cephesinde kalarak yapar. Romantik bir jest olarak hayali, ütopik ve olağanüstü bir evreni, modern dünyanın gri, monotan ve incelikten uzak gayriinsani gerçekliğine tercih eder.[12] Selçuk Demirel’in çizimleri ve görüsü bu anlamda katıksız bir hayalcininkine eşdeğerdir. “Bazen bir nesneyi görmenin en iyi yolu onu ortadan kaldırmaktır.”[13] diyen Fernando Pessoa misali, dış dünyanın bilinen gerçekliğinden azade yeni bir dünya ve evren tasarısının sanatçının imgelem dünyasında tesis edilmesi, sanatçının düşü ve hayali somut gerçekliğin önüne koyduğu anlamına gelir. Tıpkı gerçek bir gün batımının geçici, hayalî bir gün batımının ise sabit ve ölümsüz olması gibi.[14] İnsanları birleştiren bağların parçalandığı, habis bir rasyonalitenin her yeri kuşattığı (modern) toplumlarda yaşamanın tek bir yolu vardır[15]: gerçeği düşte ve hayal gücünde bulma ihtimali.

Bir Ağacın Altında’da izleyici olarak bizler, Selçuk Demirel’in hayali manzalarına tanıklık eder, aynı zamanda sanatçının imgelem dünyasına dahil oluruz. Adeta sırtları dönük ufak insanlarla özdeşleşir ve yalnızlıklarını duyumsarız. Doğanın içerisinde saatlerce gezinen Robert Walser’in deneyimine ortak oluruz.[16] Kendinden bir şeyleri kağıt yüzeyine nakşetme, ama aynı zamanda kendi varlığını, hiç var olmamış gibi -sıfır noktasından- alarak yeni baştan inşa etmek anlamına gelir. Bu nedenle baktığımız şeylerle gördüğümüz şeyler arasında bir fark yoktur: görünen Selçuk Demirel’dir.


[1] Fernando Pessoa, Huzursuzluğun Kitabı, Çev. Saadet Özen, Can Yayınları, İstanbul, 2020, s. 625.

[2] Roland Barthes, Dilin Çalışma Sesi, çev. Ayşe Ece, Necmettin Kâmil Sevil, Elif Göktepe, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2013, s. 22.

[3] Huch Honour, Romanticism, Harper & Row, New York, 1979, s. 81.

[4] Rüdiger Safranski, Romantik: Bir Alman Sorunsalı, Çev. Ali Nalbant, Kabalcı Yayıncılık, 2013, s. 45.

[5] Emily Brady, The Sublime in Modern Philosophy: Aesthetics, Ethics and Nature, Cambridge University Press, New York, 2013, s. 100.

[6] Fernando Pessoa, Huzursuzluğun Kitabı, Çev. Saadet Özen, Can Yayınları, İstanbul, 2010, s. 638.

[7] Frederick C. Beiser, The Romantic Imperative, Harvard University Press, Massachusetts, 2006, s. 129.

[8] Selçuk Demirel, Yüzde Yüz, Galeri Nev Yayınları, İstanbul, 2009, s. 5. Selçuk Demirel’in kendi sanatıyla ilgili yaptığı açıklamadan alınmıştır.

[9] Frederick C. Beiser, The Romantic Imperative, Harvard University Press, Massachusetts, 2006, s. 129.

[10] Selçuk Demirel, Yüzde Yüz, Galeri Nev Yayınları, İstanbul, 2009, s. 22. Selçuk Demirel’in kendi sanatıyla ilgili yaptığı açıklamadan alınmıştır.

[11] Terry Eagleton, Mizah, Çev. Melih Pekdemir, Ayrıntı Yayınları, 2019, s. 69-70.

[12] Michael Löwry, Robert Sayre, İsyan ve Melankoli: Moderniteye Karşı Romantizm, Çev. Işık Ergüden, Alfa, 2016, İstanbul, s. 24-25.

[13] Fernando Pessoa, Huzursuzluğun Kitabı, Çev. Saadet Özen, Can Yayınları, İstanbul, 2010, s. 646.

[14] Fernando Pessoa’nın Huzursuzluğun Kitabı’nda geçen önermesi: “Gerçek bir günbatımı, tartıya gelmez, geçici bir şeydir. Hayali bir günbatımı ise sabit ve ölümsüzdür.” Ayrıntılı bilgi için bkz. Fernando Pessoa, Huzursuzluğun Kitabı, Çev. Saadet Özen, Can Yayınları, İstanbul, 2010, s. 646

[15] Jonathan Crary, 7/24 Geç Kapitalizm ve Uykuların Sonu, Çev. Nedim Çatlı, Metis Yayınları, İstanbul, 2015, s. 93-94.

[16] Selçuk Demirel’in kitapta yer alan Robert Walser işine ithafen.


Bu yazı Yapı Kredi Yayınları tarafından yayınlanan Selçuk Demirel, Bir Ağacın Altında kitabının sunuş metnidir. Kitabın Fransızcası Empreinte Temps Présent tarafından yayımlanmıştır.

İlginizi Çekebilir

Gündem

Deprem bölgesinde sanata ilgi duyan ve sanatla hayatını sürdürmek isteyen öğrencilere motivasyon kazandırmak, bölgedeki sanatçıların fark edilmesine katkıda bulunmak üzere düzenlenen yarışmanın sanatçılarıyla tanışın.

Söyleşi

rezzan gümgüm’le 2019 yılında Ankara’da gerçekleştirdiği uzun süreli performansın kayıtlarını video, fotoğraf ve mekâna özgü yerleştirmelerle bir araya getiren sergisini konuştuk.

Eleştiri

Leman Sevda Darıcıoğlu, Elif Saydam ve Ndayé Kouagou'yu bir araya getiren “Filizlendiğimiz Bir Çatlak” sergisi mekânlardaki ilişki sistemlerinin sınırlarını ve imkânlarını gözler önüne seriyor.

Eleştiri

Johanna Gustafsson Fürst ve Dilek Winchester’ın dans, tipografi, heykel, şiir gibi farklı mecralarda ürettikleri eserleri Arter'de GLOSSOLALALA sergisinde bir araya geliyor.