Bu yazı Cappadox Festivali kapsamında düzenlenen ve geçtiğimiz ay sona eren çağdaş sanat programının 5. edisyonu vesilesiyle 2022’de kaybettiğimiz Fulya Erdemci’yi anmak üzerine kurulu; tıpkı 23 Mayıs – 13 Haziran tarihleri arasında Kapadokya’da “Değişen Gökler” başlığı altında gerçekleşen etkinliğin amacı ve hayat bulma biçimi gibi.
2015’ten 2018’e kadar düzenli olarak her yılın mayıs ayında müzik, gastronomi ve açık hava etkinliklerine yer veren Cappadox Festivali, bu dört yıl boyunca Fulya Erdemci öncülüğündeki çağdaş sanat programını da hayata geçirdi. Erdemci, festivaldeki çağdaş sanat programının bu yılki 5. edisyonunun tohumlarını da 2015’te, etkinliğin düzenlendiği ilk yıl atıyor.
Erdemci’nin “Kapadokya Çarpması” başlıklı ilk edisyonda programın ve sanatçıların çalışmalarının “bir oluş durumunu” gösterdiğini vurgulaması bunun göstergelerinden biri. 5. edisyonda 4 yıl boyunca Kapadokya’da ne yapmak istediklerini anlatmak için “bu oluş durumunu” resmedecek bir serginin hayalini kurmasının gerisinde ise elbette kamusal alanda sanat konusundaki deneyimi yatıyor.
Hollanda’dan Yeni Zelanda’ya, Türkiye’den Danimarka’ya çalıştığı kurumlar ya da kişisel girişimleri aracılığıyla kamusal alanda pek çok sergi düzenleyen Fulya Erdemci’nin “sokağı” tercih ederek kurguladığı sergiler, bir yandan günümüzün mekansal-ekonomik politikalarını tartışmaya açarken bir yandan da yatay bir ilişkilenmeyi gözeten bir pratikte ısrar ediyordu.
Erdemci’nin ilkini 2002, ikincisini ise Emre Baykal eş küratörlüğünde 2005 yılında kamusal alan sorunsalını değişen kent profilleri üzerinden ele alan İstanbul Yaya sergilerini yaya hakları lehine kurması gibi; ilk üç edisyonda Erdemci’yle birlikte çalışmış ve bu son serginin küratörlüğünü üstlenen Kevser Güler’in çabasıyla Cappadox’un 5. edisyonu da Kapadokya’da yerel halkı, bölge kültürünü ve sorunlarını kapsayan bir işleyişi hayata geçirmeye çalıştıklarının geniş bir özetini sunuyordu.
Türkiye’de kamusal alanda yapılan pek çok projenin sürdürülebilirliğinin politik, ekonomik ya da türlü sebeple kesintiye uğrama ihtimalini de çok iyi bilen biri olarak Cappadox’ta inşa etmeye çalıştığı işleyişin bir kaydı ya da çıktısı olarak da düşünülebilir bu 5. edisyon.
Zira biliyoruz ki Cappadox’u düzenleyen Pozitif’te yaşanan yönetimsel değişimler ve kararlar sonrasında festival, 2019 yılında bütçe engeline takıldığı için yapılamamış, ardından da festivalin iki yılda bir yapılmasına karar verilmişti. Bu sorunlara eşlik eden pandemi süreciyle birlikte Cappadox, 6 yıl aradan sonra 13 Temmuz 2022’de kaybettiğimiz Fulya Erdemci anısına “Değişen Gökler” başlığı altında hayat buldu.
“Değişen Gökler” başlığı, Kevser Güler’in serginin adını onunla birlikte koyabilmek için bulduğu bir yol; zira Erdemci’nin 2001’de Karşı Sanat’ta küratörlüğünü üstlendiği ve Güler’in en sevdiği sergilerden olduğunu bildiği “Pişmanlıklar, Hayaller, Değişen Gökler” sergisine atıfta bulunuyor.
Daha önce bölgeyi tanımak ve bölge insanlarıyla birlikte üretmek adına Kızılvadi’den Göreme’ye Avanos’tan Ortahisar’a yayılan festivalin 5. edisyonundaki merkezi ise bölgenin zirvesi; bir anlamda göklere en yakın noktası olan Uçhisar’dı. Cappadox’un sanat programına katılan sanatçıların neredeyse hemen hepsi, birden fazla edisyonda yer almış; dolayısıyla coğrafyayla kurdukları bağı pratikleri üzerinden pekiştirme olanağı bulmuş sanatçılar. 2015’ten bu yana Cappadox sergileri için üretilmiş yapıtlarla yeni üretimlere bir arada yer verilen seçkide Asunción Molinos Gordo, Ayşe Erkmen, Christoph Schäfer, Erdağ Aksel, Guillaume Bijl, Hale Tenger, Halil Altındere, Maider Lopez, Murat Germen, Nermin Er, Nilbar Güreş ve Yaşam Şaşmazer’in işlerini görme fırsatı bulduk. İlk dört edisyonda (Kapadokya Çarpması, Gelin Bahçemizi Ekelim, Dünyadan Çıkış Yolları, Sessizlik) Kapadokya’nın sosyolojik yapısı, turizminin domine ettiği ekonomisi, tarihsel ve kültürel birikimi, gerçeküstü denilebilecek doğasına dair ilham, gözlem, araştırma ve ilişkilenmelerle ortaya koydukları üretimleri 5. edisyonda kimisi geçmişte sergilediği gibi, kimi sanatçı yeni bir yorumla sunarken, kimileri de yeni bir yapıtla sergiye dahil oluyordu.
Önceki edisyonlarda yer almayan Özlem Günyol & Mustafa Kunt ve Wapke Feenstra (Myvillages) ise 2019’da yapılması planlanan ancak gerçekleşmeyen edisyona davet edildikleri için bu yılki programa dahil olanlar. 2024 edisyonunu anlamlandıran işlerden biri de Uçhisar’da olmasa da Cappadox’un bir simgesi misali Avanos’ta yaşamını kamusal bir heykel olarak sürdüren, Yasemin Özcan’ın 2017’de ilçede seramik ustalarıyla işbirliği içinde ürettiği “Dünyadan Çıkarken” adlı yapıtı. Sergi kapsamında ayrıca 2015 – 2018 yıllarındaki edisyonlarda yer almış tüm yapıt ve etkinliklere yönelik kısa bilgi ve görsellerin sunulduğu bir arşiv sergisi de yer alıyordu.
Arşivin bir kesitinin bir nevi güncellenmiş hali olan 5. edisyonda, sanatçıların Uçhisar’ın çeşitli yerlerine dağılan ve aynı zamanda orada geçirilen zamanın izini, anılarını taşıyan yüklü işleri yer yer Fulya Erdemci’ye de bir selam gönderiyordu. Kevser Güler’in 5. edisyonun içeriğini; sanatçıların ise işlerinin dönüşümünü, ortaya çıkışını ya da yeni bağlamlarını aktardığı buluşmada söz dönüp dolaşıp Fulya Erdemci’ye geldiğinde ortaya çıkan kolektif portre, Cappadox’ta yapılan ve yapılmak istenenlere dair çok şey anlatıyordu.
Cappadox’a ilk olarak 1. edisyonda, etkinliğin afişinde yer alan No Man’s Land (2012) işiyle dahil olan Halil Altındere, Erdemci’yle ilk olarak 2002 yılındaki İstanbul Yaya Sergisi’nde birlikte çalışıyor örneğin. Altındere sergi kapsamında 1998’de gözaltına alındığı Nişantaşı’ndaki karakolda iş yapmak istediğini söylediğinde “tamam” diyor Erdemci. İzin almak için gittiği Şişli Emniyet’ini “Çok güzel resimler yapan bir sanatçı” diyerek ikna ediyor. Ancak Altındere üzerinde kurşunlarla kör talih yazan işini yerleştirmek üzere karakola götürdüğünde elbette izin iptal ediliyor. Altındere kamusal alan ve özel alanın kesiştiği noktanın kanunen kamusal alan sayıldığını öğrendiğinde eseri karakolun dış camında sergilemeyi başarıyor. Altındere’nin Cappadox kapsamında 2016’da sergilenen Uzay Mültecisi adlı işi ise 2012’de Türkiye’ye sığınmacı olarak gelen ve 1987 yılında Sovyet uzay aracıyla Mir uzay istasyonunda 7 gün geçiren Suriyeli kozmonot Ahmed Faris’in trajikomik bir portresi misali, 5. edisyonda Star Wars: Cappadocia adlı 3D animasyonuna Uçhisar Kalesi’nin içindeki mağaralardan birinde eşlik ediyor.
Fulya Erdemci ile hem aile (eşi Ali Erdemci’nin kardeşi) hem de sanat üzerinden iki yönlü derin bir muhabbet kuran Hale Tenger ise 4. İstanbul Bienali ve Yaya sergileri başta olmak üzere bir araya geldikleri etkinliklerden bahsederek 2018 kışında birlikte keşfe çıktıkları Kapadokya’da dere tepe gezerken Erdemci’nin artık tanışık olduğu coğrafyada “keçi gibi” tırmandığı anları görselleştiriyor. 2018’deki “Sessizlik” başlıklı edisyon için ne üreteceğini kurgularken hiçbir şeye dokunmadan sadece ses üzerine bir iş yapmak istediğini vurguluyor Tenger. Böylece 2018’de Balkanderesi Vadisi’ne yerleştirdiği Hayat. Ölüm, Aşk ve Adalet adlı ses enstalasyonu 5. edisyonda karşımıza Uçhisar’daki Güvercinlik Vadisi’nde çıkıyor. Nereden geldiğinin anlaşılmadığı bir kadının fısıltılı sesinden duyduğumuz (Ursula K. Le Guin’in Lao Tzu’nun Tao Te Ching adlı eserinin çevirisinden, Eduardo Kohn’un How Forests Think: Toward an Anthropology Beyond the Human adlı eserinden, Hrant Dink’in bir konuşmasında dile getirdiği “Su çatlağını bulur” sözü ve Leonard Cohen’in Anthem şarkısından alıntılarla) varoluşsal sorular vadide yankılanıp göğe doğru yükselirken kayaların, türlü börtü böceğin, ağaçların dile geldiğini düşündürüyor.
Nermin Er, bir yandan Erdemci tarafından Cappadox’un 2017 edisyonu için davet edilene kadar açık alanda hiç iş üretme şansı olmadığını belirtirken bir yandan da “kedici” Fulya Erdemci’yi hatırlatıyor. Kendi evinde buluştukları toplantılardan birinde onu fazlasıyla sahiplenen haşin kedisinin (Sarışın) toplantı uzadıkça gerilişine, bir yandan Sarışın’la Erdemci arasında gözle görülür bir şekilde yaşanan aşka tanık olurken Sarışın’ın Erdemci’nin koluna tırnaklarını geçirmesiyle dökülen kanın Erdemci’yi mutlu ettiğini ve zevkle “Bırak yapsın” dediğini aktarıyor, sonraki buluşmalarda Kapadokya kadar kedileri de konuştuklarını ekleyerek. Kapadokya’nın görsel gücünün kendisini çok düşündürdüğünü; ağaçlar, çalılar ve mağaralarıyla coğrafyayı kurgulanmış bir sete benzettiğini söyleyen Er’in daha önce Galeri Nev’de yaşayan doğa parçalarıyla, taşlarla kendi işlerini eşleştirdiği küçük setlere referans veren Yanyana adlı işi, Güvercinlik Vadisi’nde bir mağaraya yerleştirdiği küçük kağıt konstrüksiyonlardan oluşuyor. Çok az yapıştırıcı kullandığı bu minyatür yapılar doğanın etkisine, geçiciliğe de hazır oluşlarıyla dikkat çekiyor. Nermin Er’in bir diğer işi yine doğaya usulca eşlik eden Dinle heykelleri. Er’in “çocukça bir oyun” olarak tarif ettiği ve vadideki sesleri dinlemek üzerine kurduğu enstalasyon, sessizliğin ortasında ileri doğru uzanan bir çift kulak gibi konumlanıyor.
2017’de “Dünyadan Çıkış Yolları” sergisinde erken Hıristiyanlık döneminde bölgedeki keşişlerin inziva geleneğinden yola çıkarak yaptığı ahşaptan kadın figürünü bir mağaranın içinde toprağa kapanmış teslimiyete, doğanın etkilerine açık bir biçimde konumlandırdığı Tahribat adlı heykeli üreten Yaşam Şaşmazer, 5. edisyonda mağaraların içine bu kez insan figürünü soyutladığı; doğaya kendini dayatmadan, sanki bir fosil gibi orada çok uzun zamandan beri sakince duran tohum benzeri formlardan oluşan 7 yerleştirmeyi yaparken ve festival vesilesiyle Erdemci’yi anarken onun şefkatini tekrar tekrar çağırmak istediğini söylüyor.
Gayrımerkezileşmeyi ve sivil tarihi önemseyen bir sanatçı olarak Kapadokya’da üretmekten bilhassa memnun olan Murat Germen, dünyanın merkezi gibi hissettirdiğini söylediği bölgede ciddi bir belgeleme yapmış 2015’ten bu yana. Cappadox 2024 için ürettiği Matrix #3 adlı çalışması ilk iki edisyonda bölgede ürettiği işlerin devamı niteliğinde. 2015’te Kapadokya’nın çeşitli tüketim kültürü biçimleri vesilesiyle yabancılaştırılan imgesini sorgulayan sanatçı, 2016’da bölgenin turistik sunumuna karşılık hakiki karakterinin peşine düşerek çeşitli rotalar önerdiği bir belgeleme yoluna gitmiş ve rota kombinasyonlarını barındıran bir algı haritası oluşturmuş. Germen 2024’te ise bu algı haritasının sunumunu güncelleyerek iki yeni harita ile birlikte sunuyordu. Germen’in çalışması aynı zamanda Fulya Erdemci’nin bütün etkinliği bir bellek çalışması olarak düşünmesiyle de uyum gösteriyor.
2015’te bölgedeki doğal çökeltilerin peşine düşen, 2016’da ise Nevşehir Hacıbektaş Veli Üniversitesi Resim Bölümü öğrencileriyle düzenlenen atölyeler sonucunda Kapadokya manzarasının renklerine yakından bakarak deneyimlemeyi öneren bir çalışmaya imza atan Maider Lopez, 2024’te ise Konturlar adlı çalışmasıyla yine resim bölümü öğrencileriyle bu sefer coğrafyanın manzarasının konturlarına odaklandığı bir iş ortaya koyuyor. Lopez’in çalışmaları bölgenin doğası, yapıları ve insanını aktif bir biçimde üretiminin öznesi ve paydaşı yapmasıyla da özel bir yerde duruyor. Farklı ama benzer bir damardan ilerleyen bir diğer örnek de Christoph Schäfer imzalı. Kapadokya mimarisinin insan gücüyle şekillendirilmiş olmasından etkilenen sanatçı, 2015 ve 2016 edisyonlarında hazırladığı desen defteri ve video yerleştirmesini 2024’te birlikte sunarken, insanların topografyanın hareketine uyum sağlayıp kazarak, yuvalar açarak yerleştiği bu “mağara kenti”, fiili bir şehir planlaması eleştirisi olarak okumayı öneriyor.
Göğe, bulutlara yakın Uçhisar’daki işlerin neredeyse hemen hepsinin döngüyü çağrıştırmasında büyük ihtimalle Fulya Erdemci’nin yokluğu kadar hissedilen varlığının da etkisi vardır.
Erdağ Aksel’in ilk Yaya sergisinde Halil Altındere karakolda iş yaparken kendisinin de geceleri karakol kavşağındaki yaya geçidini boyadığını hatırlatarak Erdemci’nin “bir imkansızı gerçekleştirdiğini” belirtmesi gibi; Özlem Günyol & Mustafa Kunt’un Fulya Erdemci tarafından 2019’da gerçekleşemeyen festivale davet edilip ancak bu yıl onsuz yarım kalmış bir şeyi tamamlar gibi, göklerin değişimini fiziksel olarak da deneyimleyen bölgedeki nesilleri tükenmekte olan göçmen kuşların yer değiştirme, hayatta kalma yolculuğunu düşünerek Uçhisar’ın çeşitli noktalarına yerleştirdikleri ses enstalasyonlarıyla doğaya karışan kuş sesleri eşliğinde yok olmakta olan kuşlar kadar bu hayattan göçen Erdemci’yi de hatırlattıkları varla yok arası Çağrı adlı işleri gibi; Ayşe Erkmen’in Kapadokya’nın her yerinden görülebilen Uçhisar Kalesi’nin zirvesine 2015’te minimalist bir müdahaleyle yerleştirdiği renkli lastik topları bu kez “hem Fulya’sızlığı hatırlatmak hem de yaşadığımız savaşlarla dolu döneme bir barış anımsatması yapmak için” diyerek beyazlaştırdığı Üç Göz adlı yerleştirmesi gibi…
Geçen haftalarda kamuoyuna duyurulduğu üzere Salt, Fulya Erdemci’nin ailesi tarafından kuruma devredilen arşivini dijitalleştirme ve kataloglama çalışmalarına başladığını açıkladı. Kevser Güler bu arşiv ve araştırma projesinin danışmanlığını yürüttüğü gibi, şu sıralar bir yandan da Cappadox kapsamındaki çağdaş sanat programının tüm süreçlerini kapsayacak bir kitabın hazırlığı içinde. Kasım 2024’te yayımlanması planlanan kitap, şimdiye kadar Cappadox çağdaş sanat programı kapsamında yapılan sergileri, süreç içinde nasıl olanaklar ya da kısıtlar yaşandığını, Erdemci’nin Kapadokya’da neye cesaret ettiğini, nasıl bir örgütlenme için çaba sarf ettiğini aktararak bu önemli deneyimi kayıt altına alacak kalıcı bir çalışma olacak.
Kalıcılık demişken buraya bir kanca atalım; Cappadox’un çağdaş sanat programının 5. edisyonuyla bir hayal gerçekleşti, devamının da geleceğini ümit ederek…