Connect with us

Ne arıyorsun?

Argonotlar

Söyleşi

İrem Tok ile “Karanlıkla Buluşmak” üzerine

İrem Tok ile “Karanlıkla Buluşmak” üzerinden yakın dönem işlerini, insansız hikâyelerini, kültür-doğa-insan üçgenini ve SAHA Studio’daki çalışmalarını konuştuk.

Zamanın Tanığı, Seramik ve kağıt, 78x4x76 cm, 2023

İrem Tok, son kişisel sergisi “Karanlıkla Buluşmak”ta iki yıldır üzerine çalıştığı seramik işlerle kâğıt ve kitaplardan yaptığı yeni denemeleri bir araya getiriyor. Sanat pratiğinde bir yandan zamanın kaydını tutarken diğer yandan bireysel hikâyelerini dile getiren Tok, başrolünde insanın olmadığı bir anlatının peşinden gidiyor.

İrem Tok ile “Karanlıkla Buluşmak” üzerinden yakın dönem işlerini, insansız hikâyelerini, kültür-doğa-insan üçgenini ve SAHA Studio’daki çalışmalarını konuştuk.

Yeni kişisel serginiz “Karanlıkla Buluşmak”ta seramik işlerinizin yanı sıra kâğıt ve kitaplarla yaptığınız yeni denemeleriniz gün yüzüne çıkıyor. Öncelikle bu sergi ve sanat pratiğiniz bağlamında seramik, kâğıt ve kitaplar nasıl iç içe geçti? Sergide ne tür bir düzlem üzerinde hareket ettiniz?

Uzun süredir kitaplarla çalışıyorum, son yıllarda ise daha doğal bir malzeme olması ve deneyselliğe de açık olması nedeniyle toprakla çalışmaya başladım. Aslında bu ilgimin kaynağı 2016 yılında bir misafir sanatçı programıyla İtalya’ya gitmemle başladı. Gittiğim yer Etna Yanardağı’nın tam karşısındaydı. Etna arada üfleyip püsküren içi lavlarla dolu canlı bir varlık gibiydi. O dönem yanardağlar üzerine düşünüp çalışmaya başladım. Yanardağların hem yıkıcı hem de üretici gücü, toprağın ateşle katılaşıp sertleşmesi, tüm bu süreçler beni seramik yapmaya yönlendirdi diyebilirim. 

Sonrasında atölyemde bir yanda kitaplarla çalışıp diğer yanda seramik deneyleri yaparken bu iki malzeme birbirleriyle konuşmaya başladı. Bu iki malzemenin birbirini çok iyi taşıdığını düşünüyorum. Bu sayede işlerimin sınırlarının da genişlediğini düşünüyorum. Kitaplar ufalanmaya başladıkça seramik onları tutan bir şey oldu ya da tam tersi Medeniyet Harcı’ndaki gibi kitap sayfalarıyla yaptığım harç bir derz işlevi gördü. 

Seramik ya da pişmiş toprakla yapılan ürünler, insanlığın en eski zamanlarından bugüne kadar gelmiş, geliştirilmiş bir bilgiyi, bir kültürü taşıyor. O nedenle seramiğin zamanlar arası taşıyıcılığı bana kitapları anımsatıyor. Yapanın, üretenin izini taşımasıyla benim de kendi elimin, düşüncemin izini bırakmaya heveslendiriyor. 

Medeniyet Harcı 3, Seramik, kağıt, 123x4x121 cm, 2023

 “Karanlıkla Buluşmak”, bugüne düşülmüş bir not olmanın yanı sıra içerisinde geçmişe dair de birtakım notlar/göndermeler barındırıyor. Geçmişle bugün özellikle de kâğıt ve kitap işler bağlamında ayrıksı bir değer/anlam üstleniyor. Bu noktada geçmişle bugün iç içe geçerken siz nasıl bir denge gözettiniz? Zamanın kaydını tutarken neyi öncülediniz?

Benim için geçmiş, sergim bağlamında muğlaklığıyla var oluyor. Sanki geçmiş bugünün insanı tarafından şekillendirilen, mevcut iktidarların elinde yeni yeni anlamlar, hikâyeler bulan bir mecra gibi ya da öldürüldükten sonra içi doldurulup duvara asılmış bir hayvan gibi, ölenin öldüğüyle kaldığı… Kitap ve kâğıt ise bir tür aktarım aracı, zamanlar arası yolculuk yapan geçmişi bugüne taşıyan bir araç. İşlerimde kullandığım kitapların ansiklopedi, tarih ya da sözlük olması içine geçici olarak yerleştiğimiz dünyanın ya da coğrafyanın bugünü, geçmişi gibi benim etkimden bağımsız var olmuş bir dünyanın bilgisini bana dayatarak sunuyor olması aslında. Bana kendimi etkisiz bir figüran gibi hissettiriyor ya da bunu yüzüme vuruyor bu durum. Sadece bu sergi bağlamında değil genel olarak kitaplarla çalıştığımda üzerine düşündüğüm bir şey bu. 

Bugünün bakışıyla insan ve insana atfedilen değer, sergi bağlamında ters yüz edilirken ortaya başrolünde insanın olmadığı hikâyeler çıkarılır. Bu geçiş, hem merkeziyetsiz bir yapı inşa eder hem de dünyaya farklı bir gözle bakma arzusu uyandırır. Başrolünde insanın olmadığı bu dünyaları inşa ederken nasıl bir düşünceyle hareket ettiniz? İnsan, doğa ve dünya, sergi bağlamında nasıl bir görünüme sahip olur; kendi aralarında ne tür bağ geliştirir?

Aydınlanma dönemi, bilgiye erişimin ve paylaşımının önemli bir dönemiydi. Bilginin erişilebilir hale gelmesinde büyük bir rol oynadı. Çünkü ansiklopedi fikri ve yazımı bu dönemde ortaya çıktı.  Ancak bu durum, aynı zamanda insanın doğayı anlama ve kontrol etme arzusunu da pekiştirdi. Ben işlerimde ansiklopedileri, insanın doğa üzerindeki kontrol arzusunun bir yansıması olarak ele alıyorum. Bu nedenle kesip biçip oyarak, o insan merkezli sistematik bakışı, dünyayı kurgulayıp, isimlendiren, türlere ayırıp bir yandan da o türleri yok edecek davranışlarda bulunan düşünce yapısını örselemeye çalışıyorum. Zamanın Tanığı isimli işimde kullandığım ansiklopedilerin kapsamına bakarsanız tarihten, edebiyata, matematikten, tarıma, kimyadan sanata kadar insanı insan yapan kültürel birikimimizin tümünün vurgulandığını görürsünüz. Ama bu kadar bilmek insanı şu an içinde bulunduğu durumdan kurtaramıyor. Öyle bir battık ki neredeyse burnumuza kadar gelmiş durumda bulunan çevre felaketlerinin, savaş gibi insanlık dramlarının, kötü koşullarda çalışan emekçilere yapılan haksızlıkların önüne geçemedik. Mesela burada geçemedik dediğimde bütün bu trajedinin sorumlularından biri gibi olabiliyorum, burada insanlık geçemedi dersem sanki onun dışında kalıyorum. Bu da üzerinden düşündüğüm bir şey, ne kadar içinde ve dışında olduğumuz-olduğum sorunu. 

Kâğıt, kitap ve ansiklopedilerle kurduğunuz ilişki birçok açıdan dikkat çekici. Her birinin hem bir malzeme hem de bir iş/eser olarak gün yüzüne çıkmaları, söz konusu bu nesneleri daha da anlamlı kılıyor. Bu noktada bir sanatçı olarak kâğıt, kitap ve ansiklopedilerle ilişkinizi nasıl açmak gerekir?

Sanırım benim için en önemlisi çok tanıdık, hayatın içinden bir malzeme olması. Tabii kolay ulaşılır bir malzeme olması da önemli. Zihnini, dilini hikâyeni aktarabileceğin yüzlerce yol sunuyor. Çiz, yaz, karala…Kitaplar ise her zaman benim yol, ev arkadaşlarım oldular. Bu sayede ruhlarla konuşuyor, onları dinleyebiliyoruz. Kitapları okuyoruz evet ama dokunuyoruz, kokluyoruz. Gerçi ben e-kitap okuyucularını da çok seviyorum, ilk kullandığımda sanki nesnesinden kurtulmuş kitabın hafifliğini duyumsamıştım. 

Ama işlerim üzerinden baktığımda, suluboya vs. desenler hariç kâğıdın ötesinde kitap sayfalarının taşıyıcılığını kullanıyorum. Onlara dokunmayı, çalışırken oynamayı seviyorum. Kitap, defter, kâğıt bir tür ev, yuva duygusu uyandırıyor bende. Ansiklopedileri çocukken çok severdim ama büyüyüp dünyanın trajik komikliğinin farkına vardıkça absürt ve komik olduklarını düşünmeye başladım. 

Sergide sıklıkla kullandığınız kitaplar/ansiklopediler, birçok anlamda geçmişi, geçmişe ait nostaljik bir bakışı çağrıştırıyor, vurguluyor. Sözgelimi ansiklopedilerin birer obje/nesne olarak bugün için anlamı, geçmişe nazaran oldukça farklılaştı ve farklı bir yöne doğru evrildi. Peki serginin peşinde olduğu ana izlek, nostalji, geçmiş ve hatırlama edimi arasında nasıl bir bağ kurulur?

Evet, dünün ansiklopedileri bugünün tuvalet kâğıtlarına dönüştüler. Sanırım ilk olarak ansiklopedileri öğrenci iken 2006-2007 yılları gibi kullanmaya başladım. Daha o zaman komşumuz çöpe atmak için kapıya çıkarmıştı ansiklopedilerini, internetle birlikte insanlar onlardan kurtulmaya başladılar. Çöp kenarlarında, eskici arabalarında ansiklopediden bol bir şey yoktu, o zaman ben de bunları neden kullanmıyorum diye düşünmüş ve bunları toplamaya başlamıştım. Tabii ansiklopedi kapalı bir dünya, Yaşayan Her Süreç Nihayetinde Madensel Dünyanın Sürekliliğine Dönüşür isimli işimde aslında kitapların kapağını kullanmamdaki refleks bu kapalılığı dışarı akıtmak. Artık bilgi sürekli güncelleniyor, değişiyor. Eskisi gibi kapalı değil, daha canlı, daha ulaşılır bir şey haline geldi. Ama enteresan olan bu bir şeyleri değiştirdi mi sorusu bence? Ya da neyi değiştirdi? Bu açıklık manipülasyonu, bilgi kirliliğini de arttırdı. Benim sergimde sormaya çalıştığım sorulardan biri bu? Sanki büyük bir ilerleme var gibi ama hayatta kalma dürtüsünün getirdiği açgözlülük ve bencillik değişmiyor.

Yaşayan Her Süreç Sonunda Madensel Dünyanın Sürekliliğine Dönüşür, 2023 Seramik, kitap kapağı,131x6x16 cm, 2023

“Karanlıkla Buluşmak”, nihayetinde bir hikâye anlatıyor ve bu hikâyeyi dile getirirken farklı noktalarda duraklayarak izleyicilere birtakım alt hikâyeler sunuyor. Peki serginin üzerine kurulduğu ana hikâyede sizin odağınızda nasıl bir düşünce vardı? “Karanlıkla Buluşmak”, ne tür bir hikâyenin peşinden gidiyor? 

Sergide karanlığın farklı okumaları var benim için. Temel hikâyesini ise Jung’un gölge arketipi kavramından alıyor. Gölge arketipi insanın hoşlanmadığı davranış ve özellikleri, kötücül taraflarıyla yüzleşememesiyle ilgili bir kavram. Karanlığımızı kabul etmesek bile bir gölge gibi yanımızda taşıyor ve istemeden de olsa dışarı yansıtıyoruz. Ben buna hem bireysel hem de toplumun, devletlerin davranışları üzerinden yaklaşmaya çalıştım. Girişteki otoportre kendi gölgesiyle buluşan belki de karşılaşan bir otoportre. Sanırım öncelikle kendi karanlığıma bakmam gerektiğini hissettim. Sonrasında ise bizi gölge severler isimli seri karşılıyor. Bu bitkiler gölgede yaşayan, gölgeye adapte olmuş belki de adapte olmak zorunda kalmış bitkiler. Bu biraz içinden geçtiğimiz dönemin karanlığını, o karanlıkla yaşamak, üretmek durumunda olmamızla da ilgili. Evet o karanlığın içinden geçiyoruz ama çıktığımızda aynı olmayacağız. Gölgeye alışan bitkiler güneşte yanıyorlar. Medeniyet Harcı ise geçmişin karanlığına bakan, onu yazan, kuran, bozan ellerin niyetlerini anlamaya çalışan bir iş. Bir sonraki iş Hayaletler ise bizi bugüne getiren, geçmişi bugünle gelecekle bağlayan bir zincirin parçası olmamızla ilgili. Hepimiz bir gün o zincirde bir hayalet olarak yerimizi alacağız. 

Otoportre, Seramik, 63x7x36 cm, 2023

Sizin sanat pratiğinizde arkeoloji, biyoloji, coğrafya ve sanat farklı düzlemlerde kesişiyor. Bu durum kaynak bakımından sanatınızı farklı yönlere doğru genişletiyor. Son olarak tüm bu düzlemler sergide nasıl iç içe geçti? Arkeoloji, biyoloji ve coğrafya, sizin sanat pratiğinizde ortaya nasıl bir kesişim alanı çıkarıyor?

Ben meraklı bir insanım, insanı ve doğayı anlamak, hayatı anlamlandırmak için doğa bilimleriyle ilgili kitaplar okumak, dünyaya uzaktan ya da bir mikroskobun merceklerinin arkasından bakmak, paralel evrenlere yolculuk yapmak bana çok heyecan verici geliyor. İnsan merkezli bakışı sorgulamamı sağlıyor. Özellikle sergim bağlamında ise arkeoloji, zamanlar, medeniyetler arası bir bakış katıyor sergiye. Pneuma ise biraz daha organik bir tarafa, belki henüz var olmamış, belki var olmuş ama göremediğimiz bir dünyada yaşayan, belki yok olmuş diğer canlılarla bağımız olan nefesi, havayı işaret ediyor. Dünyanın, doğanın oldurma, var etme potansiyeli de diyebiliriz. Ama nihayetinde her şeyin kırılganlığını görüyoruz, kırılmayan bir şey yok bu dünyada hem benim sergimde kurduğum hem de gerçek içinde yaşadığımızda. Sanırım tek ortak nokta ölümlülüğümüz, her şey orada kesişiyor.

Kasım ayından bu yana Unkapanı’nda bulunan İstanbul Manifaturacılar Çarşısı (İMÇ), 5. Blok’taki, SAHA Studio’nın yeni mekânında çalışmaya, iş üretmeye devam ediyorsunuz. Öte taraftan sizin işlerinizin arka planında özel bir araştırma ve üretim sürecinin söz konusu olduğunu söyleyebiliriz. Araştırma, yorumlama, biriktirme, çizme; tüm bunlar sizin için sürecin bir parçası. Bu bağlamda SAHA Studio sürecinde nasıl bir araştırma ve üretim süreci yürütüyorsunuz?

SAHA Studio’ya davet aldığımda bunun Haliç, Unkapanı ve İMÇ üzerine çalışmak için iyi bir fırsat olabileceğini düşündüm. Ancak daha önce de su üzerine çalışmış olduğum için ister istemez ilgim Haliç’e yöneldi. Araştırma yaparken sevgili Yağmur Yıldırım’ın verdiği bir bilgiyle Osmanlı döneminde Haliç’in çamurundan seramik ve porselen yapıldığını duydum ve bir anda suyla birlikte çamuru da incelemeye karar verdim.  Daha sonra araştırmamın perspektifini genişlettim. Haliç’in biyolojik çeşitliliğine, jeolojik yapısına bakarken aynı zamanda Osmanlı Dönemi’nde Haliç çevresinde yer alan seramik atölyeleri ve çamurun kullanımına dair de araştırmalar yapmaya başladım. Bu araştırmalar sırasında bir şekilde suda yaşayan organizmalardan biri olan diatomların kabuk yapısında bulunan ve aynı zamanda seramik çamurunun da hammaddesi olan silisyum ve Haliç’in kirliliği arasındaki bağlantı dikkatimi çekti.

SAHA Studio’da yürüttüğünüz çalışmaya Foucault’un heterotopya kavramıyle yola çıkmakla beraber zaman içerisinde giderek bağlamını geliştiren bir sürecin içerisine girdiniz? Peki bu çalışmanın temel dinamikleri sizin için neler oldu?

Aslında heterotopya kavramı benim için daha çok İMÇ’yle ilişkileniyordu. Sonrasında Haliç’e odaklanınca geride kalan bir kavram oldu. Birbiriyle bağdaşmaz görünen farklı zaman, mekân ve kavramların yan yana gelmesiyle ilgili, mekana dair bir kavram heterotopya. Ben de İMÇ ve Unkapanı’na bu kavram üzerinden yaklaşabileceğimi düşünürken Haliç’in habitatı ve seramik çamuru arasındaki bağlantı beni çok heyecanlandırdı.

Şu anda ise Haliç’ten aldığım çamurla seramik üretmeyi deneyeceğim, deneysel bir çalışma yapıyorum. Osmanlı Dönemi’nde Haliç ve Beykoz çevresindeki atölyelerde Haliç çamuruyla üretilmiş olabileceği düşünülen “Eser-i İstanbul” damgalı seramiklerle, çeşitli basit gündelik çanak ve çömleklerle dönem dönem aşırı kirlilik nedeniyle ölüp ölüp dirilen Haliç’in ekosistemi arasındaki görünmez bağları açığa çıkarmaya çalışıyorum.

İlginizi Çekebilir

Duyurular

border_less ARTBOOK DAYS’in altıncı edisyonu, bu sene 3–5 Mayıs tarihleri arasında Yapı Kredi Kültür Sanat Yayıncılık ev sahipliğinde gerçekleşiyor.

Söyleşi

Larissa Araz ile Versus Art Project'te gerçekleşen “In Hoc Signo Vinces” sergisi üzerine konuştuk.

Eleştiri

Gizem Akkoyunoğlu'nun Sanatorium'da gerçekleşen "Kudretin Silüetleri" sergisini Oğuz Karayemiş değerlendirdi.

Söyleşi

Kundura DocLab vesilesiyle İstanbul’a gelecek olan Rabih Mroué ile dünya ahvalini, tiyatro ve performans ilişkisini ve İstanbul’la bağını konuştuk.