Connect with us

Ne arıyorsun?

Argonotlar

Kütüphane

Kuşların Uğrak Yerleri

Hüseyin Aksoy’un Ferda Art Platform’da yer alan Kuşların Uğrak Yerleri sergisi için Murat Alat’ın kaleme aldığı metin Argonotlar kütüphanesinde.

Hüseyin Aksoy, Mezopotamya Evleri Üzerine Bir İnceleme

Gertrude Bell, 19. yüzyılın sonu ile 20. yüzyılın başı arasında yaşamış İngiliz yazar, seyyah, bürokrat ve arkeolog. Peki Bell, niye ömrünü evinden kilometrelerce uzakta Mezopotomya’da geçirdi. Ne işi vardı bu coğrafyada, bu coğrafyanın kaderini tayin etmede nasıl ve niçin söz sahibi oldu? Bu soruyu milliyetçi bir hırsla, korumacı bir refleksle sormuyorum. Bell’i Ortadoğu’ya getiren siyasi koşulların, toplumsal hırsların, kişisel dürtülerin ve hayallerin analizinin günümüzü de anlamakta verimli olabileceğini düşünüyorum. Hüseyin Aksoy da benzer bir düşünce ile “Kuşların uğrak yerleri” adlı sergisinde Bell’in ayak izlerini sürüyor, onun gezdiği yerlere bir daha bakıyor ve kendi doğup büyüdüğü coğrafyayı ve bu coğrafyaya kök salmış kendi varlığını anlamlandırmaya ve hatta yıkıcı bir tutkunun zedelediği bu toprakları iyileştirmeye çalışıyor.

Sergiden görünüm.

Bell’in Ortadoğu’da ne aradığını cevabı şarkiyatçılıkta gizli. Edward Said’in belirginleştirdiği bu kavram Avrupa’nın hatta Kuzey Amerika’nın tarihinin neredeyse tamamını baştan başa kat eder. Şarkiyatçılık her ne kadar Garp’ın kendi hudutlarının doğusunda kalan topraklarla ilişkisini tanımlayan bir terim olsa da işin aslı Garplı’nın zihninin işleyiş biçiminin, temel düşünsel mekanizmasının bir ürünü olarak coğrafi bir bölünmeden ötesini işaret eder. Garplı olmak belirli bir düşünce rejimine dahil olmak anlamına gelir. İkili zıtlıklar üzerinden işleyen, kendini var etmek için öncelikle kendi zıttı olan ötekini tesis eden bir düşünce rejimidir bu. Bu ikillikte ne garp Avrupa kıtası ve Kuzey Amerika’yla sınırlıdır ne şark Asya’yı gösterir. Her ne kadar ikilik tesis edilirken akıllarda belirli coğrafi konumlar varmış gibi gözükse de gün geçtikçe bu iki farklı coğrafya arasındaki ilişkinin artması, lakin fantezilerin eski ihtiraslarının baki kalması şarkiyatçılığın yerküre üzerinde belirli bir konuma bağlı olmadan zihinlerde yuvalandığına delalettir.

Garplı şarkta kendi hesaplayıcı, modern zihninin sınır dışı ettiklerini görür, şarkı bir fantezi alemi olarak kurgular. Seyyahları, maceracıları, bilim insanlarını, araştırmacıları şarka çeken aklın sınırlarının ötesinin bu iştah açıcılığıdır. Politikacı için ise şark gücün, kontrolün, imkanların sahasıdır. Yine de bu zıt motivasyonlar şarkiyatçılıkta iç içe geçer, maceraperestin açtığı kapıdan politikacı girer. Bu mıntıkada özgürlük fantezileri tahakküm hayallerine bulanır. Entelektüel ile politikacı kimlikleri birbirine dolanır. Bizzat Gertrude Bell bunun en iyi örneğidir. Bir yandan şarkta bulduğu arkeolojik eserleri kataloglayıp müzelere gönderirken öte yandan şarkın siyasi sınırlarının çizilmesine katkıda bulunur. Said’e göre emperyal devletler Şark’ı, Şark’takiler adına Şarkatilerden daha iyi koruyup korumaya taliptir. Şark’ın, kökleri tarih öncesine kadar uzanan kültürel varlıkları da bu koruma çemberinin en değerli öğelerindendir şüphesiz ve Avrupa müzeleri Şark’tan koparılıp getirilmiş nice eserle doludur. Elbette kültürel varlık başlı başına Garb’a ait bir kavramdır, Garb’ın hayata ikili bakışının ürünüdür, doğa ve kültür ayrımına dayanır. Böyle bir ayrımın olmadığı Şark’ta hayatın içine gömülü zamanın yıpratıcı etkisine karşı kayıtsızca bırakılmış olan eserler Şarkiyatçı tarafından bir madenci hassasiyetiyle aranır çıkarılır ve kültürel nesneler olma rütbesine erişip kataloglara, müzelere taşınır. İlk bakışta akli ve iyi niyetli gözüken bu çaba tam da bu sebeplerden ötürü şiddet içerir.

Sergiden görünüm.

Kültürel bir eser olarak yaşamdan koparılan şeyler artık sadece seyirliğe, bir manzaraya dönüşmüştür, ne kuşlar yuva yapmak için manzaranın içine girebilir ne de bu kalıntılar insanların gündelik hayatına karışabilir. Manzara bakan gözle bakılan şey arasına kat edilemez, kat edilmesi tanımı gereği imkansız olan bir mesafe koyar. Bu mesafe öncelikle fizikseldir lakin fiziksel sınırlar aşılsa bile zihinsel bir mesafe olarak varlığını sürdürür. Manzaraya bakmak, aradaki mesafeden güç alarak görünen şey üzerinde tasarruf sahibi olmak, onu bakan öznenin hazzı uğruna kullanmak yetkisini verir. Manzaralaştırılmış bir topografya her türlü işleme açıktır, öncelikle adlandırılır, sonra sınırlarlandırılır ve en sonunda soyutlanıp yaşamdan uzaklaştırılır. Manzara içine yerleşilebilecek, mesken edilebilecek bir mekan olmaktan çıkar, içinde yaşam bitmez kuşlar manzarada soluklanmaz. Manzarada dünya hayati kudretlerinden sıyırılır ve ölü olarak temsil edilir. Şarkiyatçı için Şark kendi kendini temsil etme yetisinden bile yoksun bir manzaradan ibarettir. Kendinin temsili olmak için bile bir Şarkiyatçıya muhtaç aciz bir nesne.

Hüseyin Aksoy, Mezopotamya Evleri Üzerine Bir İnceleme XI, 2022

Temsil belki de bu hikayedeki anahtar kelimedir. Gertrude Bell’in iyi niyetinden şüphe etmeden dünyadan koparıp müzelere aktardığı kalıntılar kendi kendilerinin temsiline, kopyalarına dönüşür öz güçlerini kaybeder. Müze ister Londra’da ister bir ören yeri olarak kalıntıların bulunduğu alanda ister de sadece bir katalogdaki birkaç resimden ibaret olsun hayatın döngüsünden sıyırılmıştır. Hüseyin Aksoy “kuşların uğrak yerleri”nde Şarkiyatçı’nın gittiği yolu tersten kat eder. Bell’in yaşamdan kopardığı eserleri tekrardan dünyalarına kavuşturur. Kendine has boya tekniğiyle silik birer katalog fotoğrafına indirgenmiş tarihi kalıntıların içine ruh üfler. Bir yandan da Bell’in mezopotamya üzerinde yaptığı işlemleri tek tek ele alarak bu manzaralaştırma gayretini adım adım deşifre eder ve bu işlemlerin açtığı yaraları iyileştirmeye çalışır.

Şarktaki özne kendini Garb’ın gözünden tesis eder. Nihayetinde özne olmak Garb’ın mıntıkasına dahil olmak, Garplı’nın söyleminde somutlaşmaktır. Bildiğimiz haliyle sanat da başlı başına Garplı’nın icadıdır. Bir sanatçı her ne kadar kadrajına kendi doğduğu toprakları alsa da şarkiyatçıya dönüşme riskini her zaman içerir. Aksoy ise bu kıldan ince çizgi üzerinde yürür. Kendi tarihine yabancılaşmadan onu esaretten kurtarmaya çalışır. “Kuşların Uğrak Yerleri” yüzyıllardır tahakküm altında kalmış bir coğrafyayı esaretten kurtarma çabasıdır.


Bu yazı ilk olarak Ferda Art Platform’da yer alan Hüseyin Aksoy’un Kuşların Uğrak Yeri sergisinin broşüründe yer almıştır.

İlginizi Çekebilir

Söyleşi

Bilal Yılmaz'la Kütahya'daki son çini atölyesi olan Elhamra'daki araştırma sürecini ve ilk solo sergisini konuştuk.

Duyurular

Tarihçi ve romancı Reşad Ekrem Koçu'nun ömrünü adadığı İstanbul Ansiklopedisi Arşivi açıldı.

Kütüphane

Fotoğraf alanındaki çalışmalarının geniş çevrelerce fark edildiği ve merak uyandırdığı bir dönemde, 32 yaşında aramızdan ayrılan fotoğrafçı Cem Ersavcı'nın anısına yayımlanan monografinin editoryal metni...

Söyleşi

Tokatlıyan Han'da gerçekleşen "Polifonik Bir Bahçe" sergisini, küratörü Eda Yiğit'le konuştuk.