Bugünün devinimlerini coğrafyadan geçmiş hikâyelerle birleştiren, onları yeniden yankılayan ve türler arası birliktelikleri yeniden hatırlatan “Mahsul Vakaları”, aslında Çukurova’da başlayan ve İzmir’de devam eden, Anadolu’nun Akdeniz kıyılarındaki kırsal modernleşme sürecinin çevresel, kültürel ve toplumsal mahsullerini araştıran “Mahsul Projesi”nin bir uzantısı. 2022 yazından bu yana devam eden ve Çukurova kısmı CultureCIVIC: Kültür Sanat Destek Programı, İzmir kısmı ise BAYETAV Bir Arada Yaşarız Destek Programı kapsamında desteklenen “Mahsul Projesi”nin mahsulleri arasında yer alan coğrafya gezileri, arşiv ziyaretleri, arşiv belgeleri ve coğrafyadan buluntulara dair izleri de içerisinde taşıyan Mahsul Vakaları, Anadolu’da hâlâ izleri süren kadim üretim yöntemlerinden hareketle tüketerek değil türeterek aktarmanın olasılıkları üzerine de birlikte keşfetmeye çağırıyor. Proje kapsamında tüm araştırma süreçlerine dair eşzamanlı olarak tutulan ve giderek genişleyen bir arşiv denemesi de meraklısı için çevrimiçi olarak sunuluyor.
Dünyayla kurulan ilişkilere dair tarifleri yeniden ele alan “Mahsul Vakaları”, mahsulü dünyayla girdiğimiz ilişkiler sonucu hâsıl olan şeylerin tümü olarak kabul ediyor ve “yalnız hasılata odaklanan insan merkezli bir bakış, hasılatın yörüngesinde vuku bulanları gözden kaçırır” düşüncesiyle, merkezde olanı çeperinde kalanlarla, hasılatı yörüngesindekilerle birlikte görebilmenin, rafa kaldırılan usül ve araçlarla sürdürebilmenin biçimlerini araştırıyor. Çok katmanlı ve devingen bir ekolojik anlayışın yanı sıra yaşamları birbirine dolanık türlerin varlığını göz ardı etmeyen bir anlayışı da içerisinde barındırıyor.
Mahsul Vakaları’na çıkan yol
“Mahsul Vakaları”nın dolaştığı alanı daha iyi anlayabilmek için Mahsul projesine biraz daha yakından bakmak gerekiyor. “Mahsul, Akdeniz’de izini sürdüğüm, ancak Anadolu’nun da kürenin de farklı noktalarında benzer şekillerde yankılanarak yeni yolculukları başlatabilecek açık uçlu bir merak” diyor araştırmanın ve programın yürütücüsü Dilşad Aladağ. Her ne kadar araştırmaya 2022’de başlasa da onun öncesi de var. Aladağ, yüksek lisans tezi süresince mimari ve sanatsal araştırmanın miras çatışmalarında nasıl bir konum alabileceği üzerine yoğunlaşıyor ve çatışma alanı olarak Türkiye’de modernitenin mekânlarını ele alıyor. Bu süreçte 2010’dan bu yana bu alanda sergiler üreten araştırmacı mimarlarla yolu kesişiyor. Onlarla yaptığı görüşmelerde Türkiye’de konvansiyonel tarih yazımının büyük şehirlerle kısıtlı kaldığını ve modernitenin kırsaldaki mekânsal yansımalarına daha dikkatli bakmak gerektiğini fark ediyor. Yaptığı araştırmalar ve okumalarla merkezin dışında kalan peyzajlar ve anlatılara dair ilgisi derinleşiyor. Bu sırada tanıştığı “maternal colonialism” (anaç kolonyalizm) ve “internal colonialism” (iç kolonyalizm) kavramları, Türkiye’de süregelen merkeziyetçi politikalar nedeniyle kırsalla kurulan ilişkinin sadece merkezi ideali beslemek amaçlı olduğunu, bu amaç uğruna merkezin dışında kalanı sömüren ve Anadolu kırsalının ekolojik açıdan çarçur edilmiş kaynaklar, toplumsal açıdan hizmet götürülmesi gereken mahrumiyet bölgeleri olarak gören medeniyet anlayışıyla ilişkilendirilmiş bir yapının oluşageldiğini daha açık bir şekilde anlamasını sağlıyor. Bu süreçlerin ardından, James Scott’ın Tahıla Karşı kitabıyla karşılaşması sonucu yazarın yerleşik düzende yapılan tarımı uygarlıkların değil antroposenin başlangıcı olarak görmeyi öneren ve antroposeni de insanın dünyayı evcilleştirmesi üzerinden tarifleyen anlayışı Mahsul projesini başlatan kavramsal çerçeveyi oluşturuyor. 2022 yılının Nisan ayında memleketi Adana’ya yaptığı yolculukla başlayan süreçte Aladağ, Çukurova’daki sokakları, evleri, fabrikaları, tarlaları ve bahçeleri dolaşarak burada yaşayan insanların silinmeye yüz tutmuş hatıralarının peşine düşüyor. Geziler, gözlemler ve kişisel kayıtlarla devam eden süreç önce “Mahsul Öneriyor” seçkilerine, sonrasındaysa bölgeye farklı perspektiften bakan araştırmacıların paylaşımlarına olanak tanıyan “Mahsul Buluşmaları”na evriliyor. Bu buluşmalar, Aladağ’ın “Mahsul Peyzajları” olarak adlandırdığı yeni bir katmanı inceleme isteğini aralıyor. Özellikle arazi kanunu, toprak reformu gibi kararlar Anadolu’nun farklı bölgelerinde mahsule dair ekolojik ve iktisadi süreçleri yönünün değişmesinde önemli bir katman olarak ortaya çıkıyor.
Sürecin İzmir’e taşıması ise Kültürpark’taki tarım fuarı pavyonları ve Kalkınma Atölyesi’nin yayınları ve çevre tarihi üzerine yapılmış araştırmalara duyduğu merak sayesinde gerçekleşiyor. İzmir ayağında araştırması ve yöntemi doğal olarak değişen ve daha da derinleşen Aladağ, başka türlü bir üretim mümkün mü sorusuna odaklanıyor. Burada yürüttüğü saha çalışmaları esnasında bölgedeki mahsul topluluklarıyla tanışıyor ve Menemen, Urla ve Kemalpaşa’ya saha ziyaretlerinde bulunuyor. Bu ziyaretlerin ardından Bayetav Sanat’ın bahçesinde İzmir’deki araştırma sürecine yol gösteren araştırmacıların çalışmalarının yer aldığı Mahsul Peyzajları ve Mahsul Toplulukları isminde iki buluşma gerçekleşiyor. İşte tüm bu sürecin sonunda “mahsullerle kesişen, toprağın, suyun ve havanın hikâyelerini buluşturan, türler arasındaki örüntüleri hayal eden” “Mahsul Vakaları” bir sergi ve kamu programı olarak izleyicisiyle buluşuyor.
Akdeniz kıyılarının dolaşık yaşamı ve mücadelesi
Tüm bu araştırma sürecinin izlerini sergide açık bir şekilde görmek mümkün. Anadolu’nun levant kıyılarındaki erkenci bir merkez olan İzmir’deki “Mahsul Vakaları”na Bayetav Sanat’ın levanten köşkü ev sahipliği yapıyor. Serginin girişindeki Dilşad Aladağ’ın Yerliler ve Yersizler işi incir ağacı, ağaçkakan, ağaç kurdu ve insanın Akdeniz kıyılarında iz bırakan dolaşık yaşam öyküsünü konu ediniyor. Osmanlı İmparatorluğu’nun kapladığı coğrafyanın çevre tarihinde bir kırılma noktası olarak da kabul edilebilen 1858 tarihli Arazi Kanunnâmesi[1]’ne de atıfta bulunan yerleştirme, parçalarını birleştirdiği çok türlü anlatıyla insanlığın toprakla kurduğu ilişkide mülkiyet, bakım ve doyum kavramlarını sorgulamaya açıyor.
Hemen yan odada bulunan İz Öztat ve Fatma Belkıs’ın Suyu Kim Taşır | Özgür Akacak isimli işi ise sanatçıların HES’lerin inşasına karşı örgütlenen mücadelelerden öğrendikleri üzerinden şekilleniyor. Loç Vadisi kadınlarının geleneksel olarak kullandığı sarı yazmalar aynı zamanda 2010’dan beri HES’lerle mücadelelerin bir sembolü olmuş durumda. Buradan doğru, doğal boyayla renklendirilmiş tahta baskı yöntemiyle yapılan desenlerin yer aldığı sekiz adet sarı yazmadan ve ona eşlik eden bütün ekosistemi mücadelede etken olarak konumlandıran diyalog temelli bir metinden oluşan iş, mücadelelerin savunduğu ve koruduğu değerleri referans veriyor.
Benzer bir şekilde Aslı Özdoyuran’ın Kumkarası, yel takası isimli eseri ise sanatçının Karaburun yarımadası ve çevresinde yıllar içerisinde inşasına şahit olduğu Rüzgâr Enerji Santralleri’nin yarattığı bedensel etkiyi odağına alarak güney rüzgârlarının hâkim olduğu bir gelecek kurguluyor. Sanatçı, Kumkarası, yel takası ile rüzgârı sergi mekânına taşıyor, dışarıda şiddeti artan rüzgârla birlikte içerideki ışığın da renk sıcaklığı değişiyor. Bu düzeneğe RES’lerin uydu görüntüleri ile bölgeden toplanan malzemelerle yapılan heykeller eşlik ediyor.
Başka bir üretim mümkün mü?
“Mahsul Vakaları” bizleri Anadolu’da hâlâ izleri süren kadim üretim yöntemlerini hatırlatarak türeterek aktarmanın olasılıkları üzerine de düşündürüyor. Bu bağlamda, Yasemin Ülgen’in Topluluk Mahsulleri, serginin gerçekleştiği tarihi Levanten köşkünün mutfağında İzmir gıda topluluklarının üretimlerinden bir seçki sunuyor. Gelecekte yaşanabilir bir çevreye mani olmadan sürdürülebilir tarımsal üretim imkânlarını gözeten bu topluluklar ve üretimleri, bizi unuttuğumuz kadim üretim yöntemlerini yeniden düşünmeye davet ediyor. Bu ürünlere gıdanın üretim süreçlerindeki emek ve adalet üzerine çalışan bir kooperatif olan Kalkınma Atölyesi’nin yayınları, Bergama’nın kültürel mirası parşömenin en son üreticilerinden biri olan Nesrin Ermiş’in parşömeni, Günseli Baki’nin topladığı çam kozalakları ve meyve vermiş bir su kabağı eşlik ediyor.
Benzer bir şekilde, Eylül Şenses’in Taşlıca’nın Kadim Sesleri isimli işi ise kadim tarımsal peyzajların hâlâ yaşayan birkaç örneğinden biri olan Taşlıca’ya (Bozburun Yarımadası) odaklanıyor. Kadir Has Üniversitesi’nde Aslıhan Demirtaş tarafından yürütülen “Aesthetics of Architectural and Urban Research (Mimari ve Kentsel Araştırma Estetiği)” dersi ve Doğa Derneği tarafından düzenlenen “Kadim Üretim Havzaları Okulu” kapsamında gerçekleştirilen ön araştırmaya dayanan iş, gürgen elek kasnakları üzerinden Taşlıca’daki bütüncül üretim kültürünü ve bununla birlikte şekillenen kadim ritüelleri ile sözcük dağarcığını keşfe davet ederek bize çevremizle ve yeryüzüyle ilişki kurma biçimlerimizi sorgulatıyor.
Dilşad Aladağ’ın Kumullar Üzerine Kurmaca Bir Diyalog isimli yerleştirmesi ise 20. yüzyılda Anadolu kırsalındaki aktif kıyı kumullarının tespiti ve ıslahı çalışmalarına bizi götürerek modernleşme projelerinin örneklerinden biri olarak bu kapsamda yaratılmak istenen yeni bir doğa düzenini sorgulatıyor. Sanatçı, Prof. Dr. İbrahim Atay’ın 1972 yılında yayımladığı Kumulların Tesbiti ve Ağaçlandırılması Tekniği kitabından yola çıkan Kumulun Tespiti, Kıyının İcadı isimli sunum performansının kaydıyla özellikle 20. yüzyılın ikinci yarısı artış gösteren peyzaj müdahaleleriyle “çok yönlü ve çok önemli zararlar”a sebep olacağı düşünüldüğü “aktif” kumulların stabilize edilme ve bu dönemde Anadolu sahillerinde binlerce hektarlık kumul sahasının uzak diyarlardan ithal edilen tohumlar ve mimari müdahalelerle ıslah edilme süreçlerine, kumulun tespitinin aynı zamanda kıyının icadına zemin hazırlaması sonucu yeni bir doğa düzeninin oluşturulması girişimiyle kıyılarda yeşeren tarım arazileri ve yükselen tatil köyleri anlayışlarının başlangıcına götürüyor ve bu uygulamaları tartışmaya açıyor. Sunum kaydına eşlik eden araştırma çıktıları, çizimler, kum ve bitki örnekleri ve onlara ait gözlem araçlarını da içeren yerleştirme, bu sayede sürece dair deneyime mekânı da ortak ediyor.
Yeryüzünün devinimleri ve türler arası buluşmalar
Sergide yer alan yerleştirmelerden bir diğeri ise ANATOPIA isimli kooperatifin ilk işi olan RENK. “Yerin hafızasını dinleyen ve dillendiren, içgörüyü ve gelecek tahayyüllerini bir arada üretmek ve seslendirebilmek için” yola çıkan ANATOPIA, bu işinde yaşadığımız coğrafyayı derin bir zaman ve geniş bir zemin olarak kabul ederek yeryüzünün devinimleriyle farklı zaman ölçeklerinde oluşan hikâyeleri yeniden kurmak, coğrafyanın dilinden anlamak, söylediğini duymak için gürgen kasnakların içinden gelen farklı anlatılara kulak vermemizi öneriyor. Göz, Islak, Kütük ve Kuyu isimlerinde dört adet mekâna özgü ses yerleştirmesinden oluşan iş kapsamında seslendirilen Mıgırdiç Margosyan, Yaşar Kemal, Sevgi Soysal, Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Adalet Ağaoğlu, Hikmet Birand, Refik Halit Karay, Ahmet Büke, Sema Kaygusuz, Necati Cumalı, Ahmet Hamdi Tanpınar’a ait anlatılar gürgen kasnakların içerisinden mekâna yankılanarak çok sesli bir senfoniye dönüşüyor.
Bir diğer yerleştirme olan Ali Cindoruk’un taklamekan’ı ise konargöçer yaşantılardan aldığı ilhamla türler arası buluşmaları, dokunmaları mümkün kılan devinimlere dikkat çekiyor. Düşük bir güçle ve itile-devrile harekete geçebilen taklamekan, köklerinden ve yeryüzünden serbest kalarak dönegelen bitkiler gibi taklamsı bir devinimle gezinebilir bir yapıda olup malzemesini oluşturan ve konargöçer yaşantının belkemiği olan yün dokumayla da Anadolu coğrafyasıyla ekolojik bir ilişkilenme deneyimi sunuyor.
İki yılı geçen bir araştırmanın ardından ve benzer sorularla ve hassasiyetlerle işler üreten sanatçıların, akademisyenlerin ve üreticilerin yollarının kesişmesiyle ortaya çıkan “Mahsul Vakaları”nın oluşum sürecini programın yürütücüsü Dilşad Aladağ şöyle özetliyor: “2022’de başlayan ve iki yılda dallanıp budaklanan süreç çokça karşılaşmayı beraberinde getirdi, Mahsul’ün heybesi doldu taştı. Heybede birikenlerin kimi birbiriyle kendi başına eklemlenmeye başladı kimiyse heybeye fikriyle, merakıyla ve duygusuyla misafir olan üretimlerle işbirliğinde çoğalarak dahil oldu. Bu bağ noktalarında, mahsullerle kesişen, toprağın, suyun ve havanın hikâyelerini buluşturan, türler arasındaki örüntüleri hayal eden Mahsul Vakaları bir sergi ve kamu programı olarak ortaya çıktı.”
Bizleri Anadolu’nun Akdeniz kıyılarını insan merkezli olmayan bakışlarla anlamaya ve anlamlandırmaya davet eden Mahsul Vakaları sergisi 22 Eylül tarihine kadar Bayetav Sanat’ta ziyaret edilebilir.
[1] 1858 Arazi Kanunnamesi Anadolu’nun pek çok yerinde ormanlık, makilik alanların tarımsal kullanıma açılmasının önünü açıyor. Özellikle de ‘‘mevat arazi’’ olarak adlandırılan sahipsiz alanların ekim dikim faaliyetleri ile özel mülke geçmesinin önü açılıyor. Mülkiyet ilişkilerini yeniden tanımlayan ve araziyi bir kaynağa dönüştüren bu değişiklik Anadolu’da insanın çevre üzerindeki etkisinin arttığı yeni bir dönemin miladı oluyor.