Connect with us

Ne arıyorsun?

Argonotlar

Eleştiri

Neş’ede kederde, dünde bugünde

Neş’e Erdok Yapı Kredi bomontiada Galeri’de 19 Eylül’e dek sürecek sergisinde bu kez pandemiyle eve kapanmış; yangınlar, depremler, göçlerle içine sığamadığımız bir dünyayı anlatıyor.

Maskeli Kedi, 2020. Tuval üzerine yağlıboya, 90x70 cm (detay).

Neş’e Erdok’un kurduğu mekânlar, kadrajları hayat doludur hep. Durağan, neredeyse donmuş figürler vardır fakat bu figürler aynı zamanda kanlı canlıdır, hareket sanki bir fotoğraf ânı gibi durmuştur sonrasında devam etmek üzere. Çoğunlukla poz veren ya da resmedildiğini bilen figürlerdir bunlar. İzleyiciyi tanıklığa davet ederler, paylaşma isteğidir biraz da bu. Meselenin parçası olma, ben de burdayım deme anları… Göz hareketlenir Neş’e Erdok resmine bakınca, o kocaman figürlere karşılık detaylara gizledikleri vardır çünkü. Kurduğu sahneler çoğunlukla benzerdir. Aynı elemanlar her seferinde bir başka şey söyler. Durağanlığın içinde kendi ritminde bir hareket yaratır resimleri.

Şimdi hayatta olmayan çok sevgili bir arkadaşım yazmakla yaşamak arasında kaldığı dilemmayı, yaşamaktan yana kullanarak nihayetlendirmişti, “yazarsam yaşayacak zaman kalmaz” diyerek. Arkadaşımdan yadigar bu bilgi eşliğinde tam tersi istikametten baktım Yapı Kredi bomontiada’daki Neş’e Erdok resimlerine bu kez. Anlatmak için izlemeyi seçen bir ressamın hikâyeleri olarak…

Otoportre, 2021. Tuval üzerine yağlıboya 180×120 cm.

Tam da bunun üstüne Nazlı Pektaş’ın Art Unlimited’ın bu ayki sayısında yayınlanan yazısından, Erdok’un resimlerinden eksik olmayan kedilerin gerçek hayatında yeri olmadığını öğrendim. Hayat dolu kadrajlar diyerek başladığım yazıda şu an geldiğim bu yer, bana başlı başına etkileyici ve dokunaklı geliyor nedense. Evden çok sokağa ait kedilerin hareketinin ve merakının peşine düşer gibi, onlar aracılığıyla vapurdaki yolculara, hastane odalarında hastalara, yollarda göçmenlere eşlik eder gibi…

Bomontiada’daki sergi de Borges’ten bu minvalde bir alıntıyla açılıyor: “Bir kişi yeryüzünün resmini yapmaya kalkışır. Yıllar boyunca bir mekânı illerin, krallıkların, dağların, koyların, teknelerin, adaların, balıkların, odaların, aletlerin, yıldızların, atların, insanların resimleriyle doldurur. Ölmeden az bir zaman önce bakar ki sabırla gerçekleştirilen bu labirent, kendi yüzünün çizgilerini taşıyor.”

Labirent metaforu dışında itirazım yok bu yakınlaştırmaya. Neş’e Erdok’unki daha ortada, yüzeyde, açıkta bir biriktirmek, izlemek sanki.

Tuhaf bir mesafe hem araya giriyor hem ortadan kalkıyor insan izlerken. Görüş açısı hem açılıyor hem daralıyor. Yaşamaktaysa bir hız ve hareket, yakın mesafe, temas, hatta laubalilik söz konusu. İzlemekte tam tersi bir sakinlik, gözleme üstünlüğü var.

Sınırlar açıldı, 2020. Tuval üzerine yağlıboya 180×140 cm.

Neş’e Erdok’un hikâyelerinde -tuttuğu günlüklerde de diyebiliriz- bu iki halin birbirine girdiği, sınırların kaybolduğu bir geçirgenlik var. Hayattan beslenen öte yandan mesafeyle -ama tam da bu yüzden daha kırılgan- korunan bir dokunulmaz alan. İşte sanki tam da o dokunulmaz alanda, ona ait olan yerde bilinçdışı rahatça konuşuyor.

Hayatı bir tercih Neşe Erdok’un, resimlerinde/günlüklerinde bunu da anlatıyor yer yer. Annesiyle ilişkisi, abisinin kaybı, yalnızlıkla-kadınlıkla-yaşla-yaşlılıkla yüzleşmesi, ölüme dair düştüğü notlar, iç sıkıntısı, neşesi… Israrla çocuklar ve en çok kediler, dünya dertleri, muziplik ve dinginlik, dışarıya bakan iç mekânlarla dışarıda kurulan sahneler, binbir türlü ama aynı bakışlı suretler, suretler…

İçerde ya da dışarda; vapurda, sokakta, doğada ya da evde kabına/tuvale sığmaz figürleri vardır Neş’e Erdok’un. Bu figürler dünyaya sığmıyorlardır aslında. Bazen de içerisi ve dışarısı birbirine karışır, içerisi dışarıya taşar. Erdok’un dar, derinliği az olan mekânları buna yol açar.

Alacakaranlık, 2021, tuval üzerine yağlıboya, 180 x 150 cm.

Merkezde ise hep insan, ama taşlaşmış, deforme olmuş, ruhu ve bedeni yaralı insanlar vardır. Portre ve otoporteleri de bundan nasibini alır. Özellikle otoportrelerinde kendi hikâyesinin en köşeli, en sivri dışavurumlarını sakınmadan aktarır. 2003 tarihli otoportresinde kesik memesi, yerde ayağının altında resmettiği fırçası, ölmeye yüz tutmuş hayvanlarla birlikte izleyicinin gözüne bakar Erdok, ordadır ve orada ne haldeyse onu gösterir tüm çıplaklığıyla. Belki de bu açıklığından kaynaklı pek çok resmindeki insan figürü neredeyse çıplak hissi verir.

Neş’e Erdok’un Türkiye sanat tarihinde pentür ve figüratif resim dendiğinde kapladığı yerin anlamı biraz buralarda, bu kendine has ve ısrarlı tavrında gizli gibi geliyor bana. Yaşamıyla uyum içinde ama kendi izolasyonunun içinden ısrarla varlığını hatırlatan, günlük tutmayı sürdüren ve beklenilmedik bir cüretkârlıkla bunu yapan…

bomontiada’daki sergi tüm bu bütünün son ürünlerine yer veriyor, elbette içinde yine hayat var, ama biraz daha donmuş, seyrelmiş bir hayat. Pandemiyle eve kapanmış, yangınlar, depremler, göçlerle içine sığamadığımız bir dünya…

İlginizi Çekebilir

Söyleşi

Diclekent’teki yeni mekânları vesilesiyle Merkezkaç Sanat Kolektifi’nden Uğur Orhan’la konuştuk.

Eleştiri

Almanya'daki ırkçı cinayetleri konu alan "Üç Kapı" sergisini Alâra Kuset değerlendirdi.

Kütüphane

Özkan Işık’ın İMÇ YÜZONBİR'de devam eden “Kısır Gecesi” sergisinin metni Argonotlar Kütüphanesinde.

Kütüphane

Irmak Canevi’nin “Aralıktan Seksek” adlı kişisel sergisinin metni Argonotlar Kütüphanesinde.