Connect with us

Ne arıyorsun?

Argonotlar

Eleştiri

Queer, feminist ve akışkan: 59. Venedik Bienali

Cecilia Alemani 1895’ten beri istisnalar hariç iki yılda bir gerçekleştirilen Venedik Bienali’nin beşinci kadın küratörü ve cinsiyet eşitliği konusunda bir fark yaratmaya kararlı.

Daha önce 2013 ve 2015 yıllarında yine Venedik Bienali’ni görmek için gittiğim şehre, uzun bir aradan sonra tekrar Haziran ayının sonlarında dönebildim ve dört günü, bir “memur-izleyici” disipliniyle değerlendirerek uluslararası sergiyi, ulusal pavyonları ve de paralel etkinliklerin büyük bir kısmını görebildim. Bu yazı da, sergiler arasında mekik dokurken verdiğim kahve molalarında ya da sergi mekânları kapandıktan sonra aperol spritz içerek aldığım notlardan çıktı.

Pandemi nedeniyle bir yıl ertelenen Venedik Bienali’nin “Düşlerin Sütü” başlıklı 59. edisyonunun küratörü Cecilia Alemani, 1895’ten beri istisnalar hariç iki yılda bir gerçekleştirilen bienalin beşinci kadın küratörü. Başlığını, sürrealizmi dişilleştiren[1] sanatçı kadınlardan biri olan Leonora Carrington’ın (1917-2011) çocuk kitabından ödünç alan sergideki küratöryal söylem, en başından beri dikkatimi çekiyordu; beklentilerimi karşılayan, hatta daha fazlasını hediye eden bir bienal deneyimi oldu. Alemani, katalog metninde iki şeyin bienal tarihinde ilk kez gerçekleştiğini yazıyor: Birincisi, ilk kez katılımcıların yüzde 90’ının kadınlardan ya da cinsiyet belirtmeyen sanatçılardan oluşması. Bir diğeriyse, ilk kez bir Venedik Bienali küratörünün seçimlerini eserleri yakından inceleyerek değil bilgisayar ekranlarından görerek yapmış olması.[2] Çalışmalar, pandemi nedeniyle yüz yüze olmayan temaslarla ilerlese de “şapkadan çıkan” ekstra bir yıllık süre, aynı zamanda katmanlı, sindirilmiş, düşünülmüş bir sergiye yoğrulmuş. Elli sekiz ülkeden 200’ün üzerinde, yaşayan ve hayatta olmayan sanatçılara şöyle bir baktığımda, günümüzün queer sanatçılarını etkileyen isimler olduklarını görüyorum[3]: İlk aklıma gelenler Claude Cahun, Leonor Fini, Meret Oppenheim, Dorothea Tanning, Barbara Kruger, Nan Goldin, Paula Rego ve Miriam Cahn.

Sanatçıların çoğu kendini kadın ya da akışkan cinsiyetli olarak tanımlasa da, “Düşlerin Sütü” yaygın kullanıldığı şekliyle bir “kadın sanatçılar” sergisi değil. Alemani, eski moda, sıkıcı ve yer yer eril bakışın tuzağına düşen bir sanatçı kadınlar sergisi yapmak yerine, Donna Haraway, Rosi Braidotti, Ursula K. Le Guin gibi yazarların ortaya koyduğu queer-feminist düşüncelerden de etkilenen hakiki bir queer-feminist şov gerçekleştirmiş. Sergide gösterilen işlerin birbirleriyle bağlantısı oldukça etkileyici ve ilham verici, işlere eşlik eden etiketler ve metinler son derece yol gösterici. Seçimlerde malzeme hiyerarşisinin olmadığını, yine de çoğu zaman sanatçı kadınlarla özdeşleştirilen, halı (dokuma) ve seramik malzemenin öne çıktığını söyleyebilirim. 

Dişil tahayyül

Alemani, daha önce 2017 yılında Venedik Bienali’nde İtalya pavyonunun küratörlüğünü üstlenen New York merkezli İtalyan bir küratör. Kendisinin küratöryal metninde belirttiği gibi, serginin çıkış noktası olan kitabın yazarı, sanatçı Carrington herkesin değişebileceği, dönüşebileceği ve başka bir şey ya da başka biri olabileceği bir dünya yaratıyor. “Düşlerin Sütü” adını Carrington’ın kitabından alsa da, Alemani zekice bir hamleyle Carrington’ı kahramanlaştırmaktan ya da onu serginin merkezi yapmaktan imtina etmiş. Carrington’ın eserleri bienalin iki ana mekânından biri olan Giardini’de farklı odalara yerleştirilirken Paula Rego gibi, bienal açıldıktan kısa bir süre sonra yaşamını yitiren bir sanatçının yapıtları kendine ait bir odada sergilemiş. Küratör, hayatta olmayan sanatçı kadınları kahramanlara dönüştürmek yerine sanat tarihsel ve sosyolojik bir kızkardeşliğin, dayanışmanın ve farklı bedenlerin izini sürmüş. Alemani, Haraway’in Siborg Manifestosu’ndan yola çıkarak kürate ettiği “seduction of the scyborg” adlı bölümde, Marcel Duchamp’ın “Pisuar” işinin gerçek müellifi olduğuna dair güçlü kanıtlar olan Elsa von Freytag-Loringhoven (1874-1927)[4] ya da Berlin Dadacılarıyla birlikte icat ettiği fotomontaj-kolaj türünün en avangard ve feminist örneklerini veren Hannah Höch (1889-1978) [5] gibi sanatçılara yer vermiş. Sergi bu yönüyle, 20. yüzyılın queer-feminist sanatçılarının günümüz sanatına devrettiği mirası görünür kılıyor.

Fakat bu yaklaşımın ve sanatçılar arasındaki cinsiyet “dengesizliğinin”, “politik doğrucu” olduğunu düşünenler de var. Örneğin yazar Jackie Wullschläger, Alemani’nin yalnızca kadınları seçerek kalite açısından ciddi bir bedel ödediğini düşünüyor[6], fakat kalitenin hangi sanatçıda ya da yapıtta düştüğünü açıkça belirtmiyor. Alemani ise, seçilen yapıtların müelliflerinin çoğunlukla kadın olmasının kendiliğinden, çabasız ve doğal bir şekilde gerçekleştiğini ifade ediyor.[7] Bana kalırsa, 127 yıllık bir etkinliğin beşinci kadın küratörünün böyle bir sergi yapmaması şaşırtıcı olurdu. Öte yandan, Alemani’nin küratöryal seçimlerinin dışında kalan ulusal pavyonlarda da ağırlıklı olarak kadınların ve akışkan cinsiyetli sanatçıların üretimleri görülüyor: Üzerimde güçlü bir etki bırakan pavyonlar Fransa-Zineb Sedira, Büyük Britanya-Sonia Boyce Obe, Yeni Zelanda-Yuki Kihara, Arnavutluk-Lumturi Blloshimi, Venezuela- Palmira Correa. Türkiye pavyonunda “Evvel Zaman İçinde” adlı yerleştirmesiyle âdeta “Düşlerin Sütü”nün bir parçasıymış gibi hissettiren Füsun Onur’u ise ayrı bir yere koyuyorum. 

Bu tabloya rağmen “Düşlerin Sütü”nü bir kenara bırakıp şehrin genelindeki havaya baktığımda “yıldız (erkek) sanatçı”[8] güzellemesinin devam ettiğini söyleyebilirim. Bienal her ne kadar şehri domine etse de, Venedik’in en turistik ve popüler yeri halen San Marco meydanı. Meydanda şöyle bir dolanmak Anselm Kiefer, Marc Quinn, Heinz Mack ve Antony Gormley-Lucio Fontana (duo) sergilerinin afişlerini fark etmeme yetiyor. Sadece meydana değil, şehrin tamamına sirayet eden, erkek sanatçıların sergi afişleri başka gözlerden de kaçmamış: Apollo Magazine’de Rakewell mahlaslı bir yazar, bu durumu “Sanki tüm bu kadınlara yönelik ilgi endişe uyandırmış ve buna dair harekete geçilmiş gibi” şeklinde yorumluyor.[9] Dükler Sarayı’nda uzun bir kuyruğun ardından, basın kartına sahip olsanız da 25 euro ödemek zorunda olduğunuz ve “yapılmak için yapılmış” Anselm Kiefer sergisi, fahiş fiyatı ve uzun bir kuyruğa rağmen epey kalabalık. Louise Nevelson (1899-1989) gibi, heykel disiplininin tanımını değiştiren  bir sanatçı kadının yine meydanda Procuratie Vecchie’de sergisi ise, ücretsiz girişine rağmen bomboş. Sergiyi, bir buçuk saat boyunca, Nevelson’la baş başa hissettiren bir ıssızlıkta deneyimliyorum.

Sadece St. Marco meydanı değil, Venedik’in siluetini oluşturan binaların cepheleri, turistleri ve sanatseverleri taşıyan vaporettoların durakları ve şehrin bilboardları Anish Kapoor, Anselm Kiefer, Marc Quinn, Joseph Beuys gibi “yıldız sanatçı”ların sergi afişleriyle dolup taşıyor.[10] Yalnızca Nevelson’ın sergisi değil, Antoni Clavé, Markus Lüpertz, Ha Chong-Hyun gibi erkek sanatçıların son derece iyi nitelikteki sergileri de, “yıldız sanatçı” mitinin gölgesinde kalıyor. “Yıldız (erkek) sanatçı” güzellemeleriyle dolu bir sanat dünyasında, yeni materyalist ve feminist okumalarla gerçekleştirilen böyle bir bienalin “politik doğruculuk” ile değil zamanın ruhuyla[11] ve aciliyetlerle ilgili olduğunu düşünüyorum. Bence 59. Venedik Bienali, bir “kadın sanatçılar” sergisi yaparak cinsiyet ayrımlarını yeniden üretmiyor, bilakis içselleştirilen, olduğu gibi kabul edilen cinsiyet dinamiklerini fark ettirerek sanat dünyasındaki “eril tahakküme” dikkat çekiyor.


[1] Merve Emre, How Leonora Carrington Feminized Surrealism, https://www.newyorker.com/magazine/2020/12/28/how-leonora-carrington-feminized-surrealism, 28 Aralık 2020.

[2] Cecilia Alemani, The Milk of Dreams, “shortguide” bienal kataloğu, s. 50.

[3] Bu konuda güncel ve kapsamlı bir anket için Bkz: Queer sanatçılara ilham veren isimler, https://argonotlar.com/queer-sanatcilara-ilham-veren-isimler/, 21 Haziran 2022.

[4] Duchamp’nın ikonik eseri olan kabul edilen Çeşme (Fountain)’nin yani Pisuar’ın yarışmaya Duchamp tarafından yollanmadığına, pisuarın arkasındaki esas yaratıcının sanatçı, şair Elsa von Freytag-Loringhoven olduğuna dair son derece önemli bulgular var. Duchamp’nın 11 Nisan 1917’de kız kardeşi Susanne’a yazdığı mektupta, ismini vermediği ‘bir kadın arkadaşının”  bir pisuarı sahte bir isimle imzalayarak, heykel diye kendisinin de sorumlu olduğu bir sergiye yolladığını yazar. Mektubun tarihi Pisuar’ın sergiye yollanmasının iki gün sonrasıdır. Bir diğer destekleyici kanıt Duchamp’ın pisuarı 1950’li yıllarda, yani hem Loringhoven hem de pisuarın fotoğrafını çeken Alfred Stieglitz öldükten sonra sahiplenmesidir. Duchamp’nın pisuarı satın aldığını söylediği  JL Mott Ironworks firmasının söz konusu pisuarın modelinden hiç üretmemiş olması bir başka destekleyici kanıttır. R. Mutt imzasının Almanca armut (yoksulluk) anlamına geldiği, Almanya kökenli olan Loringhoven’in bu dil oyununu yaptığı söylenir. 1982 yılından itibaren Amerikan Sanatı Arşivi’nde olan mektuba rağmen, müelliflik meselesi son yıllarda gündeme gelir. Bkz: Siri Hustvedt, A woman in the men’s room: when will the art world recognise the real artist behind Duchamp’s Fountain?, https://www.theguardian.com/books/2019/mar/29/marcel-duchamp-fountain-women-art-history, 29 Mart 2019.

[5] Höch, 1959 yılında Edouard Roditi’ye verdiği röportajda 30 yıl önce Almanya’da bir kadının “modern” bir sanatçı olarak kendini gerçekleştirmesinin pek kolay olmadığını, erkek meslektaşlarının birçoğunun kadınları uzun bir süre boyunca çekici, becerikli amatörler olarak gördüklerini, üstü kapalı olarak sanatçı kadınları profesyonel statülerini inkâr ettiklerini ifade eder. Bkz: Edouard Roditi, Interview with Hannah Höch, Arts Magazine 34, no. 3 (Dec. 1959),  29.

[6] Jackie Wullschläger, Venice Biennale meets the moment with outstanding pavilions, https://www.ft.com/content/08416acb-b1b0-4026-aab4-aecbbeb7bccf, 23 Nisan 2022.

[7] Ben Luke, The women-dominated Venice Biennale has been criticised for sacrificing quality—revealing just how necessary such progressive projects really are, https://www.theartnewspaper.com/2022/04/27/the-women-dominated-venice-biennale-has-been-criticised-for-sacrificing-qualityrevealing-just-how-necessary-such-progressive-projects-really-are, 27 Nisan 2022.

[8] Yıldız sanatçı derken, etkili kurumlarda sergiler açan ya da bu kurumlarla işbirliği yapan, eser fiyatlarının zaman zaman rekor kırdığı, röportajlarını her yerde gördüğümüz, kitaplara, tezlere konu olan sanatçıları kast ediyorum. Bu sanatçıların çoğunlukla erkek olduğunu fark etmemek imkânsız.

[9] Peacockery – the male artists vying for attention at the Venice Biennale, https://www.apollo-magazine.com/peacockery-at-the-venice-biennale/, 22 Nisan 2022.

[10] Ben Luke, The women-dominated Venice Biennale has been criticised for sacrificing quality—revealing just how necessary such progressive projects really are, https://www.theartnewspaper.com/2022/04/27/the-women-dominated-venice-biennale-has-been-criticised-for-sacrificing-qualityrevealing-just-how-necessary-such-progressive-projects-really-are,

[11] Benim için zamanın ruhuna dair bir başka kişisel veri, “Düşlerin Sütü”yle, Şubat ayında Summart’ta kürate ettiğimiz “Gerçekte Olmayan Şeylerin Zihinsel Tahayyülleri” arasındaki hem metinsel hem de işler bağlamındaki benzerliklerdi. Bkz: https://argonotlar.com/gercekte-olmayan-seylerin-zihinsel-tahayyulleri/

İlginizi Çekebilir

Söyleşi

Civan Özkanoğlu ile .artSümer'de gerçekleşen ilk kişisel sergisi "Hepimiz Biliyoruz"u konuştuk.

Duyurular

Argonotlar Almanak 2024'ün basılı olarak yayımlanması için başlattığımız destek kampanyasının detayları bağlantıda!

Söyleşi

Uluslararası Sinop Bienali’nin yaratıcı sürecinin merkezinde yer alan Hal kolektif’le, şehirle kurduğu bağlar ve katılımcı bir yaklaşımla gerçekleştirdiği projeler üzerine konuştuk.

Söyleşi

Diclekent’teki yeni mekânları vesilesiyle Merkezkaç Sanat Kolektifi’nden Uğur Orhan’la konuştuk.