Connect with us

Ne arıyorsun?

Argonotlar

Eleştiri

Şeylerin mevcudiyeti üzerine: Maharetli Şeyler

Küratörü Sevim Sancaktar’ın uzundur üzerinde düşündüğü bir konseptin sonucu olan Maharetli Şeyler, 3 Aralık’a kadar görülebilecek. Millî Reasürans işbirliğiyle serginin kapsamlı bir okuması Argonotlar’da.

Nesnelerle ilişkimiz mesafeli değildir, her nesne vücudumuza ve yaşamımıza seslenir, insan özelliklerine bürünür (uysal olur, tatlı olur, düşmanca olur, bize karşı koyar…), tersi de geçerlidir; bu nesneler sevdiğimiz ya da nefret ettiğimiz davranışların simgeleri gibi yaşarlar içimizde.

Serginin küratörü Sevim Sancaktar’ın uzun zamandır üzerinde düşündüğü bir konseptin sonucu olan “Maharetli Şeyler”, merkezinde yer alan kavramı -şeyleri- farklı açılardan okunabilen bir müzakere alanında sunuyor. Küratöryel çerçevede yapılan seçimler, işlerin mekânla ve birbirleriyle girdiği iletişimle beraber kendi dilini bulmasına alan açıyor. Dünyayla aramızdaki görsel ilişkileri nesneleri kullanarak çözümlemeyi deneyen bu çalışma, sergiye metinleriyle davet edilen isimlerin yazınsal katkıları ve okumalar bağlamında davet edilen sanatçıların işleriyle beraber arşivsel malzemenin bir araya gelmesinden oluşuyor.

Maharetli Şeyler sergi kitabı.

“Maharetli Şeyler”i konuşmaya başlarken serginin kendi içindeki ritmini tam olarak görebilmek için sergiye paralel ve onu tamamlayıcı bir fonksiyonla hazırlanan kitabının konumunu anlamak gerekiyor. Ezgi Bakçay, Metehan Özcan & Gülşah Mursaloğlu, Emre Gönlügür ve Gökhan Mura’nın metinlerinin desteğiyle oluşan sergi kitabı, her bir yazarın nesneler dünyasını anlamaya yönelik sorduğu soruları içeren, farklı kavramsal çerçevelerde kurgulanan metinlerden oluşuyor. Ezgi Bakçay’ın nesneyi ve nesne merkezli düşünceyi çağın kültürel iklimiyle girdiği ilişkilenme üzerinden eleştiriye açtığı giriş metni, serginin biçimi ile zemini arasındaki dengeyi kuruyor. Kitaptan uzaklaşıp galeri mekânına baktığımız zaman, görünen anlamlarından sıyrılarak kendini katmanlı bir biçimde tercüme eden nesnelerin birlikteliğini duyumsuyoruz.

Meliha Sözeri, Yük, 2015, Paslanmaz çelik delikli tel, tel, yerleştirme.

Nesneyle olan iletişimini malzeme ve form aracılığıyla kuran Meliha Sözeri, çelik telleri eğip büküp birleştirerek oluşturduğu nesnenin imgesel anlamının çok zıddı olan bir formu, yastıkları boşluğa bırakıyor. Yük ismini taşıyan bu yerleştirmede yastığın niteliklerini görsel düzlemde aynı tutarken tinsel olanın sınırlarıyla oynuyor.

Damla Sari Sinetik, 2016, Kinetik motor, sensör, sandal küreği, Değişken boyutlarda.

Benzer bir oyun Damla Sarı’nın Sinetik isimli yerleştirmesinde de devam ediyor. Sandal küreği, nesnenin kendisi düşünüldüğünde, sandal imgesi ardındaki hareketi, sesi, suyun sesini, küreği çeken kişinin sarf ettiği eforu, uzaklaşmayı da temsil eder. Galerinin siyah duvarlarına boydan boya yerleştirilen kürekler ise bu niteliklerin hiçbirini karşılamayan, tahayyülde ölü birer nesne iken, sahip olduğu ilk bakışta fark edilmeyen hareketle yaşayan bir aktör haline geliyor. Küreklerin mekanik bir şekilde tekrar eden bu hareketi ve hareketi sağlayan motorun çıkardığı ses, izleyicinin dikkatini toplayarak nesneyi dinlenen kişi konumuna getiriyor.

Solda: Gülşah Mursaloğlu Ölçülü Uğraşları Olan Bir Operatör, 2018. Sağda: Metehan Özcan Resimli Bilgi, RB01, 2012 5 0x 100 cm, Arşivsel pigment baskı.

Kitabın devamında ise Metehan Özcan ve Gülşah Mursaloğlu’nun mektuplaşmalarından oluşan diyalog yer alıyor. Bu diyalog aslında bir davet, Metehan, Gülşah’ı sergiye davet ederken ikisi beraber okuru da diyalog üzerinden gelişen kişisel bir alana davet ediyor. Sayfalara yayılan konuşmalarda şu an farklı coğrafyalarda yaşayan, geçmişleri ortak bir zeminde kesişmiş iki farklı kişinin, üretim pratikleri üzerinden yaşadıkları uzak karşılaşmayı görüyoruz. Yaşanılan karşılaşma galeri mekânında da devam ediyor, Gülşah ve Metehan’ın iki ayrı işi yan yana konumlanıyor. Çerçevelerin içine yerleştirilmiş, üzerlerinde dikiş izleri bulunan kurumuş lahana yaprakları, Gülşah’ın 2018 tarihli Ölçülü Uğraşları Olan Bir Operatör isimli kolektif üretiminin bir sonucu. İş 2018’de üretildiği sırada içi silika jel parçalarıyla dolu ahşap bir form ve üzerine asılmış mor lahana yapraklarından oluşuyordu, zamanın ve nem emici bir niteliği olan silika jelin etkisiyle, lahana yaprakları kururken pigmentlerini de kaybetmiş. Lahanadan geriye kalan ise artık bambaşka bir şeye dönüşerek zamanı kendi sınırları içinde muhafaza etmeyi başarabilmiş bir posa. Silika jelin nesneyi muhafaza ederken zamanı mekânsallaştırma mahareti, Metehan’ın kolajlarında farklı bir yap bozla kendini gösteriyor.

Metehan Özcan & Umut Altıntaş Sesliresim, 2021, Video 7’18’’.

Metehan’ın 2012’den beri devam ettirdiği Resimli Bilgi serisi, farklı bağlamlardan koparılan kamusal ve özel mekânlara ait görüntüleri/nesneleri yan yana, üst üste ya da birbirinin içine geçmiş halde göstererek, tanıdık ama bilinmedik tekinsizlikte yeni mekânlara dönüşen kolajlardan oluşuyor. Bu sergide yer alan işinde de, Ankara’daki Afet İşleri Genel Müdürlüğü yerleşkesinde bulunan ve terkedilmiş halde bırakılan ziraat laboratuvarına ait kendisinin çektiği fotoğrafları, o laboratuvara ait nesneleri kullanarak daha sonra farklı bir zaman ve mekânda, yeni bir koreografiyle çektiği farklı bir görüntüyle birleştiriyor. Görüntüleri anlamlandırmak için sürekli olarak onlara bir zaman atfetmeye çalışan bilinç, bu nereye ait olduğu belirsiz imgeler karşısında sabit bir zemin bulmaya çalışıyor. Bu çaba ayrı bir işte, bir videoda kendini gösteriyor. Metehan Özcan ve Umut Altuntaş’ın Sesliresim ismindeki ortak çalışmasında farklı mekân ve nesnelere ait imgeleri takip eden bir sesle karşılaşıyoruz. Videoyu takip etmeye çalışan izleyici, tüm görselliği sesin ihtimalleri üzerinden yeniden ve başka bir dilde okuyor.

Emre Gönlügür, bir nesne üzerinden, kapıcı çağrı panosu üzerinden çocukluk, bellek, ev ve hiyerarşi gibi pek çok kavramı otobiyografik bir anlatımla somutlaştırıyor. Çocukluğunun geçtiği evde her gün gördüğü, eve ’’dışarıdan atanmış’’ bir nesne olan çağrı panosu, gece gündüz demeden her çaldığında, evin düzenine müdahale ederken ev sakinlerini de zamansız ve mekânsız bir iş tanımının içine hapsediyor. Öyleyse şeyler, karşısında düşünüp taşınacağımız yalın ve tarafsız nesneler değiller; her biri bizim için bir tutumu sergiler, bir tutumu anımsatır, bizde olumlu olumsuz tepkiler uyandırır.[1] Emre Gönlügür’ün metin üzerinden kurduğu sözel dünya Gülsün Karamustafa’nın 1976 tarihli Kapıcı Dairesi isimli kartpostalıyla galeri mekânına taşınıyor. Bu resim içinde barındırdığı detaylarıyla; kaba yer döşemesini kapatan renkli halılarıyla, evin damarları gibi tavanı dolaşan kalorifer borularıyla, kucağında bebeği, yanında iki çocuğuyla evin içinde öylece çakılı kalan annesiyle, divanıyla, döşeğiyle, bizi gerçek bir mekâna, bir kapıcı dairesinin içine dahil ediyor. Tüm bu biriken nesneler, izleyeni belki doğrudan tanık olmadığı ama kişisel ve toplumsal anlatıların kesiştiği bir ortak alana sürüklüyor.

Sergiden görünüm.

Kapıcı Dairesi’nin hemen yanındaki duvarda bulunan, işlevini yerine getiremeyeceğini bilerek öylece sessiz, kendi içine çınlayarak bekleyen çağrı panosuna, Zeynep Kayan’ın sandalyeleri biraz daha sesli bir tonda karşılık veriyor. İki ayrı televizyonda oynayan 00:’38” ve 00:’43” isimli videolarda bir sandalyenin halleri görünüyor. İtilen, çekilen, sürüklenen, başında beklenen, yanında çömelinen… ve bunları yapan özne, sürekli başa dönüp aynı hareketi tekrar ediyor gibi görünürken bir taraftan da bu tekrarın imkânsızlığını hissettiren şeylerin sesini duyuyoruz. Nasıl ki dışımızdaki her varlık ile bedenimiz üzerinden bir fiziksel erişim sağlıyorsak, varlıklara bir ruh ve bir vücut da atfedebiliyoruz.

Mehtap Baydu, Osman, 2009-, Performans, fotoğraf, belge.

Mehtap Baydu’nun kurmaca bir karakter olarak 2009 yılında yaşatmaya başladığı Osman, ona atfedilen gerçekliği üzerindeki kıyafetlerden kararlı oturuşuna kadar tüm ince detayları taşıyor. Orta Avrupa’ya göçmen işçi olarak giden ilk jenerasyonun temsili olan bu karakter, kendi varlığını kabul ettirmek için uğraşırken bürokrasinin kafasını karıştırmaktan da hiç çekinmiyor. İkematgâh çıkarmak için gittiği nüfus dairesinde numara alıp sırasını beklerken kurmaca varlığını kayıtlara geçirmiş ve kendini resmi olarak da yaşatmış oluyor. Sergide bu sürece dair başvuru belgeleri ve Osman’nın farklı kamusal mekânlardaki varlığını belgeleyen fotoğraflar yer alıyor.

Gökhan Mura, Gazete küpürleri, kumbaralar, kartpostallar, farklı zaman dilimlerinden, Türkiye İş Bankası Müzesi Arşivi.

Gökhan Mura’nın kaleme aldığı Kumbaradan Küçüksaate, isimli metin, içinde geçen Maharetli Şeyler tamlamasıyla sergiye de ismini veriyor. Metin, bir nesnenin kişisel ve toplumsal bellekteki yerinin izini sürerken nesnenin niteliğinin nasıl değiştiğini, kendi çevresini de nasıl dönüştürdüğünü İş Bankası kumbarası örneği üzerinden detaylandırıyor. Türkiye’nin maddi ve görsel kültürüne tam anlamıyla sirayet etmiş bir form olan İş Bankası kumbarası 1930’lu yıllarda kurumun tanıtımlarında kullanılmak üzere zaman kavramıyla ilişkili bir başka nesneye, meydan saati formuna dönüştürülerek Ankara, İzmir, İstanbul, Adana gibi büyük şehirlere yerleştiriliyor. Kent meydanlarına tüm ağırlığıyla konumlanan bu zaman nesnesi, kendi içinde değişen niteliğiyle beraber yerleştirildiği bölgenin gündelik dilini de değiştiriyor. Adana’da Küçüksaat olarak anılan İş Bankası kumbara meydan saati, zaman içinde bulunduğu semte de kendi adını veriyor ve bölge halen bu isimle anılıyor.

Sergi kitabından Zeynep Kayan’ın video yerleştirmelerinin yer aldığı bölüm. (Eser künyesi: Zeynep Kayan, 00:’38” ve 00:’43” 2022, Galeri Zilberman izniyle.)

Kendi döngüleri ve dönüşümleri olan nesnelerin kendilerinden başka hayatlara nasıl dahil olduğunu gösteren bu örnek, galeri mekânına taşınırken nesnenin belleğini okumayı amaçlayan bir arşiv odası formunda karşımıza çıkıyor. Dünden bugüne geçen sürede değişen kumbara formlarının gerçek örnekleriyle beraber sergilendiği arşiv odası, meydan saatinin yerleştirildiği bölgelerin güncel halini gösteren fotoğraflarla da nesnenin belleğinin kaydını tutuyor. Algının dünyası, yani bize duyularımızla ve gündelik yaşamdaki tutumumuzla açılan dünya, ilk bakışta en iyi bildiğimiz dünya gibi geliyor, çünkü ona erişmek için araçlara, hesaplara gerek yok. Bu dünyaya girmek için gözlerimizi açıp kendimizi yaşamaya bırakmak yeterli. Maharetli Şeyler’i takip ederken algının dünyası ile şeylerin dünyası arasındaki mesafeleri kat ediyoruz.


[1] Maurice Merleau-Ponty, Algılanan Dünya, Çev.: Ömer Aygün, Metis Yayınları, 2020, s. 30.


Bu yazıyı beğendiniz mi?

Argonotlar Telif Kumbarası desteğinizi bekliyor!

Çok sesli ve bağımsız güncel sanat yayını Argonotlar, 2025 yılı yazar telifleri için okurlarını desteğe çağırıyor.

Siz de kampanyaya tek seferlik 750₺, 1000₺ ve 2000₺ olmak üzere üç farklı kategoriden sizin için en uygun olanını seçerek destek olabilirsiniz.

Görsele tıklayarak detaylı bilgi edinebilirsiniz.

İlginizi Çekebilir

Söyleşi

Raziye Kubat’la dağ köyüne dönüşünü, romantik imgelerden uzak bir perspektifle, doğanın sertliği ve direnişiyle şekillenen yaratım sürecini konuştuk.

Kütüphane

Sanat Dünyamız dergisinin "Sanat Tarihi Nasıl Yazılır?" temalı Eylül/Ekim 2024 tarihli sayısında yayımlanan Sezin Romi'nin yazısı Argonotlar Kütüphanesinde.

Söyleşi

Civan Özkanoğlu ile .artSümer'de gerçekleşen ilk kişisel sergisi "Hepimiz Biliyoruz"u konuştuk.

Duyurular

Argonotlar Almanak 2024'ün basılı olarak yayımlanması için başlattığımız destek kampanyasının detayları bağlantıda!