Connect with us

Ne arıyorsun?

Argonotlar

Eleştiri

Yeni Beyoğlu kimliğinde Beyoğlu yok

Ele avuca gelmez, her tür farklı yaşam biçiminin kendisine yer bulduğu kozmopolit bu yer dönüştürülmeye çalışılıyor. Zira mevcut haliyle Beyoğlu yeterince cazip değil.

AKM'nin içinden bir görüntü.

2008’den beri kapalı olan ve Şubat 2018’de yıkımına şahitlik ettiğimiz AKM, geçtiğimiz 29 Ekim’de, Cumhuriyet Bayramında açıldı. AKM’yle birlikte Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından yönetilen Beyoğlu Kültür Yolu Festivali de aynı gün açılışını yaptı. Beyoğlu Kültür Yolu Galataport’ta tamamlanan yeni kruvaziyer limanına gelecek turistleri Beyoğlu’na çıkarıp İstiklal caddesi boyunca çeşitli mekânlarda gezdirip artık AKM’nin yanı sıra Taksim Camii’nin de bir ucunu tuttuğu Taksim Meydanı’na ulaştırmayı amaçlayan turizm-odaklı bir proje. Kültür ve Turizm Bakanlığı Beyoğlu Kültür Yolu’nu yaparak uluslararası turizm sektörünü hedefleyen yeni bir cazibe merkezi, bir marka inşa etmeyi hedefliyor. Bakan Ersoy Kültür Yolu’nun AKM’deki açılışında, bunun “benzersiz bir marka oluşturma ve iletişim çalışması” olduğunu söylüyordu[1].

Beyoğlu Kültür Yolu Festivali de bu rota üzerinde Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından İBB’den alınıp işletmesi bilfiil üstlenilen Galata Kulesi, Tarık Zafer Tunaya Kültür Merkezi gibi yerlerde, ayrıca korunmayarak yıkılıp yenisi yapılan Narmanlı Han, Emek Sineması gibi mekânlar da yer alıyor. Bakan Ersoy’a göre Kültür Yolu gibi Festival de “ülkemizin kültür ve sanat zenginliğini uluslararası bir marka haline” getirecek ve böylelikle “Türkiye genel markasına da artı bir değer” katacak.[2] Bu projenin amacı sadece Galataport’tan gelen turistlere buraları gezdirmek değil, gezdirirken Beyoğlu’nu yeni bir çehre ve anlatıyla sunmak. Bakan Ersoy, Kültür Yolu’yla ilgili olarak “21’inci asrın çağdaş çehresinin, imparatorlukların başkenti olarak taşıdığı tarih ve medeniyet çehresine bağlandığı; gastronomiden operaya, kültür ve sanatımızın tüm tatlarını sunmak üzere dizayn edilmiş kapsamlı bir kimlik çalışmasıdır,” diyordu.

Beyoğlu Kültür Yolu ve Festivali haritası.

Beyoğlu Kültür Yolu ve Festivali’yle Bakanlık tarafından kapsamlı yeni bir kimlik giydirilmek isteniyor Beyoğlu’na. Yapılanlara bakılınca ele avuca gelmez, her tür farklı yaşam biçiminin ve ifadenin kendisine yer bulabildiği kozmopolit, Enis Batur’un bir yazısında, 19. yüzyıl sonunun Beyoğlusu ile ilgili söylediği gibi “İstanbul’un kendisini salıvermeyi başardığı”[3] bu yer dönüştürülmeye çalışılıyor. Zira mevcut haliyle Beyoğlu’nun hedeflenen turizm sektörü için cazip olmadığı düşünülüyor.

Beyoğlu mirasına yaklaşım

Bakanlık Beyoğlu’nu cazip bir yer haline getirmek için öncelikle birtakım tarihi miras varlıklarını elden geçirdi. Buradaki yaklaşımda Beyoğlu’nun tarihi miras varlıklarının bakımsızlıktan muzdarip olduğu, yüzlerinin eskidiği, işlevsizlikten cazibelerini, “asli kimliklerini” kaybettikleri gibi bir anlayış var. Bu varlıkları geri kazanmak için müzeleştirilmeleri ve ona göre dekore edilmeleri yoluna gidildiğini görüyoruz. Bunların başında Galata Kulesi var. Kulede yapılan restorasyon çalışmaları, İBB tarafından dile getirilen eleştiri ve uyarılara ve kamuoyunda oluşan soru işaretlerine rağmen devam ettirildi ve Kule bir müze haline getirildi. Atlas Pasajı’nın girişi bir müze girişi olarak dekore edildi, içinde İstanbul Sinema Müzesi açıldı ve Atlas Sineması gala ve özel gösterimlere ayrılarak müzenin bir parçası haline getirildi. Mehmet Akif Ersoy’un 1936’dan sonra yaşadığı Mısır Apartmanı’ndaki dairesi de bir Hatıra Evi olarak düzenlendi.

Geçmişin izlerinin katman katman halen izlenebildiği ve tarihi varlıkların gündelik hayatın bir parçası olarak yaşamaya devam ettiği Beyoğlu’na yapılan, her ne kadar şimdilik sayıca az da olsa, bu müzeleştirme projelerinde Bakanlık tarafından izlenen yaklaşımı ayrıntılı bir şekilde ayrıca ele almak gerekiyor. Beyoğlu Kültür Yolu üzerinde yer alan ilk müzeye, Galata Kulesi’nin müzeleştirilmesine baktığımızda, Kule’nin içinin “şık bir otel lobisi gibi” düzenlenmiş olduğunu söyleyen Gazete Duvar yazarlarından mimar Hakan Yırtıcı’nın bahsettiği gibi, bu yaklaşımda tarihsel varlık olarak Kule’nin değerlerine odaklanmak yerine kulenin bir sergi mekânı olarak araçsallaştırıldığını görüyoruz[4]. Kule’nin içinin ele alınış biçimi öyle ki ilişki kurulan yer Galata Kulesi değil artık, herhangi bir dairesel sergi mekânı. Bu sergi mekânında Galata Kulesi kendisinin ötesinde başka değerleri gösteren geçici bir sergi alanı haline getiriliyor. Bakan Ersoy kulede “İstanbul’un ve Türkiye’nin anlamlı günlerinin tanıtılacağı, belgelendirileceği geçici bir sergi alanının yer alacağını” açılış töreninde vurgulamıştı. Nitekim müzenin açılışı 6 Ekim 1923’ün yıldönümüne denk düşecek şekilde ayarlanmıştı. “Bugün mesela 6 Ekim” diyordu Bakan Ersoy, “bu hafta İstanbul’un kurtuluşuyla ilgili bir sergi, daha 29 Ekim’le, 10 Kasım’la ve 29 Mayıs gibi daha birçok İstanbul ve Türkiyemizin özel günlerinin anlam ve önemini anlatan sergileri halkımızla buluşturacağız.”[5]

Beyoğlu’nu cazip kılmak için tutturulan ikinci yol kentsel dönüşümle ya da güzelleştirme müdahaleleriyle mekânları ve sokakları dönüştürmek. Bu politikanın temelleri, bugün Kültür ve Turizm Bakanı yardımcısı olan Ahmet Misbah Demircan’ın Beyoğlu Belediye başkanlığı döneminde, Demircan’ın “Tarlabaşı’ndan prenses yaratacağız” dediği Tarlabaşı kentsel dönüşüm projesiyle 2005 yılında atılmıştı. Beyoğlu’nun bu yeni kimliğe doğru dönüşümünü gerçekleştirecek kentsel dönüşüm adımlarından bir diğeri de o zamanlarda Salıpazarı limanını Galataport’a dönüştürecek Özelleştirme İdaresi ihalesiyle atılmıştı. Yine o dönemde, içinde bir zamanların meşhur Lüks ve Saray Sinemalarının yer aldığı eski Sin-Em Han’ın Demirören tarafından yeniden inşa edilerek AVM’leştirilmesi geldi. Bu dönüşümlerle, içinde tarihi Emek Sineması’nın da yer aldığı Cercle D’Orient, Narmalı Han gibi tarihi kültür mekânları AVM’leştiler, günümüz AVM’lerinden beklenen küresel marka ve hizmetleri sunar hale geldiler. Emek Sineması bir AVM sineması oldu, Narmanlı Han bir kahve zincirleri merkezi. Görünümleri itibariyle tarihsel karakterlerini koruyorlarmış gibi dekore edilmiş bu içleri tamamen yenilenmiş varlıkların artık Beyoğlu hafızasının aktarılmasına dair bir katkıda bulunmaları mümkün değil. Zira bu yapılara getirilen yeni işlevlerin bu mekânların tarihiyle kurdukları ilişki cepheleriyle sınırlı. Binaların içleri imha edilip yeniden kurgulanabilecek değersizlikte sanki. Geçmiş zamanın tüm katmanlarının birike birike ve içinde yaşayanlarının getirdiği değişikliklerle ve adaptasyonlarla bugüne varabilmiş bu iç mekânlar aslında yapıların ruhunun, kimliğinin mekânı. Bina içlerini temizleyip atarak yeni bir işlevi mevcut cephenin arkasına yerleştiren yaklaşımın tarihle kurduğu ilişki iki boyutlu ve geçmişle yüzleşmek istemeyen bir tutum; hafızanın bir kartpostal nostaljisine indirgendiği bir yaklaşım.

Beyoğlu’nun sunumu

Bu temellerin üstünde bugün devasa çapta yatırımlarla ortaya çıkan turizm ve gayrimenkul ekonomisi var. Beyoğlu’nun ufkunda artık bu küresel yatırımcıların, turistlerin, iş insanlarının talepleri ve tercihleri var. Bu rant odaklı küresel yatırım ve fırsatlar dünyasının tarihi kimliğe bakışı kartpostal nostaljisinden ibaret. Bakan Ersoy da bu yeni talebe yönelik olarak Beyoğlu’nu sunuma hazırladıklarını söylüyordu; “restorasyonlarını yaparak ön plana çıkardığımız tarihi ve kültürel unsurlarla, modern yapılar ve elbette festivalel bir bütün halinde son derece özgün bir cazibe merkezi oluşturduğumuza inanıyorum” diyordu.[6]

Yenilenmiş tarihi mekânları ve “gastronomiden operaya, kültür ve sanatımızın tüm tatlarını” sunmak üzere kurgulanmış Beyoğlu Kültür Yolu Festivali 29 Ekim – 14 Kasım tarihleri arasında gerçekleşti ve Galataport’tan başlayarak Kültür Yolu üzerinde yer alan Taksim Camii Kültür Merkezi ve AKM de dahil bakanlık müze ve mekânlarıyla diğer kültür ve sanat kurumlarının çoğu etkinlikleriyle katıldı. Festival, kruvaziyer gemilerinden inen turistlerin akın edeceği bir AVM’leştirilmiş Beyoğlu dünyasına hizmet eden bir kültürel diplomasi çalışması gibiydi. Sanat disiplinleri açısından festivalde yok yoktu, ama, Beyoğlu tarihiyle, birikimiyle, kültürel çeşitliliğiyle, yaşayan özgün bir yer olarak bu festivalde yoktu.

Bir yer olma vasfı taşımayan, havaalanları, asansörler, AVM’ler gibi kimliksiz mekânlarda karşılaştığımız türden, gelip geçen herkese ve dolayısıyla kimseye hitap eden, bir anonimlik hakimdi festival programına. Arka planda, Beyoğlu’nun atmosferini, ruhunu besleyen yerli ve küçük işletmelerin hızla devre dışı kalması, müdavimlerinin elini eteğini çekmesi, gayrimenkullerin otellere, kültürel miras varlıklarının tarihi dekorlara dönüştürülmesiyle hızla ilerleyen hafızasızlaşma dikkate alındığında belki bu festivalin Beyoğlu’nun bu yeni kimliğe uygun düştüğü söylenebilir. Bu festivalde genç nesillerin, turistlerin karşılaşacağı yeni Beyoğlu kimliğinde Beyoğlu hafızasından geriye ne kalacağını, nelerin anlatılmaya ve aktarılmaya değer görüldüğünü biraz gördük. Böyle giderse Beyoğlu’nu bekleyen benzersiz ve başka yerlerle kıyaslanamayacak atmosferinin muhafazakârlaştığı, özgün ve özgür kültürünün cadde boyunca vitrinlerden taşan dijital deneyimler dünyasının pırıltısı karşısında başka diyarlara göçeceği, hayat dolu ortamının tekdüzeleşeceği bir yer haline gelmek olacak. Beyoğlu müdavimlerinin semtlerini bırakmamaları bu yüzden çok önemli.

Yeni Beyoğlu kimliği için AKM’nin önemi

Beyoğlu için biçilen yeni kimlikte Beyoğlu geçmişine ilişkin tarihi görünümü müzeleştirilmiş ama aynı zamanda içeriği itibariyle hafızasızlaştırılmış bir kurgu söz konusu. Yıkılarak yeniden inşa edilen AKM’de de benzeri bir tutumu izlemek mümkün. AKM’nin mimari müellifi Murat Tabanlıoğlu, babası tarafından tasarlanmış ve hayata geçirilmiş olan AKM’nin hafızasını binanın doğrudan algılanan ön cephesinde korumuş vaziyette. AKM’nin içi ise eskisinden tamamen farklı. Binanın geçmişiyle kurulan ilişki temel olarak yine cephe üzerinden ilerlemekte, iç mekân ise yeninin gösteri sahası. Burada sorun, diğer Beyoğlu yenilemelerine benzer bir şekilde yeni olanın geçmişle ilişki kurmak gibi bir arayışta olmaması; iç mekânı tamamen dolduran dev kırmızı küre AKM’nin kentlilerin hafızasında yer etmiş ruhundan kopuk, bu hatıraya yokmuş muamelesi yapan, AKM’nin sosyo-kültürel bir alan olarak önemine sırtını dönmüş, kendinden menkul bir varlık.

Atatürk Kültür Merkezi, 1977
SALT Araştırma, Hayati Tabanlıoğlu Arşivi

Yeni Beyoğlu kimliği Beyoğlu’nun gelecek kurgusunun merkezine yeni AKM’yi yerleştiriyor. AKM’nin anlamı sadece operasıyla turizm için bir cazibe merkezi yaratmaktan ibaret değil. AKM bilindiği gibi modern mimari anlayışını yansıtan tescilli bir kültür kompleksiydi. Türkiye Cumhuriyeti’nin modern kentleşme ve çağdaş kültür politikası kesişiminde yükselen simgesel bir merkezdi. Üstelik AKM ta 1930’lu yıllarda Gezi Parkı ve Taksim meydanını içine alan İstanbul’un merkez konumundaki kamusal alan tasarımının bir parçası olarak hep ele alınmıştı. Şehrin o dönem imar planlarını hazırlayan Henri Prost Taksim Cumhuriyet meydanından başlayarak Maçka, Vadisini içine alarak Dolmabahçe’ye kadar inen ve içinde gezi alanları, çocuk parkı, spor alanı ve bir operanın yer aldığı büyük bir yeşil alan öngörmüştü. Modern şehrin modern insanlarına yönelik tasarlanan bu yeşil alanı taçlandıranlardan biriydi sonradan AKM olacak opera binası. AKM’yi yıkıma götüren süreci değerlendirmek Beyoğlu’na giydirilmek istenen yeni kimliği anlamak açısından önemli. İlk 2005 yılında dönemin Kültür Bakanı Atilla Koç AKM’nin ekonomik ömrünü tamamladığı gerekçesiyle yıkılmasını telaffuz etmişti. “Binayı tam anlamıyla verimli bir şekilde kullanamıyoruz” diyen Koç, “İstanbul ve Taksim’in şartlarına uygun, uluslararası büyük organizasyonların yapılacağı bir kültür merkez yaptıracağız. Şu anda 50 bin metrekare kapalı alana sahip AKM’nin yerine, 110 bin metrekarelik kapalı alana sahip yeni bir kültür merkezi yapacağız”[7]diyerek Bakanlığın yıkım kararını açıklamıştı. Kültür ve Turizm Bakanlığı müsteşarı Prof. Dr. Mustafa İsen projelerinin amacını, Atatürk Kültür Merkezi’ni “daha büyük, daha çağdaş imkânlar çerçevesi içinde faaliyet gösterebilecek” bir kültür ve kongre merkezi olarak “yeniden ihya etmek” olarak özetlemişti.[8] Mevcut haliyle AKM sanki çevresinde yükselen uluslararası ölçekli hizmet merkezlerinin temsil ettiği yeni dünyayla bir senkronizasyon sorunu yaşıyormuş gibi, taşıdığı sembolik anlam ve cüsse itibarıyla küreselleşen İstanbul’u yansıtacak şekilde yenilenmesi gerektiğinin ifadesiydi bu karar.

“Atatürk Kültür Merkezi – Atatürk Cultural Center”, SALT Araştırma, https://archives.saltresearch.org/handle/123456789/76281

Yıkım kararına ilişkin özellikle kültür ve sanat çevrelerinde oluşan tepki ve İstanbul’un 2010 Avrupa Kültür Başkenti adaylığı sürecinde yıkım değil restore etme fikrinin ağırlık kazanmasıyla AKM’nin kaderi bir müddet alanı çevreleyen metal perdelerin arkasında askıya alınmış kaldı. AKM 2008’de kapatılarak kararını beklerken konunun sadece AKM olmadığı, iktidardaki AK Partisi’nin AKM ile birlikte Taksim Meydanını, Gezi Parkı’nı, yani Prost’un 2 numaralı İstanbul parkını, tümden değiştirmek istediği anlaşılmaya başlandı. İlk olarak yerinde artık olmayan Taksim Kışlası 1. dereceden korunması gereken kültür varlığı olarak tescil edildi.

2011 yılında Başbakan Recep Tayyip Erdoğan Taksim’in yayalaştırılması projesinden bahsetti ve hemen ardından İBB tarafından meclisten geçirilen projenin Cumhuriyet Caddesi –Tarlabaşı Caddesi arasındaki trafiği yerin altına alan ve Taksimi yayalaştıran kısmı Koruma Kurulu tarafından onaylandı ve hemen uygulamaya alındı. Taksim Meydanı Yayalaştırma Projesi’ne 2012’de yapılan plan tadilatında tescillenmiş olan Taksim Kışlası’nın da yaya yollarını düzenleyen kentsel tasarım projesi kapsamında değerlendirileceği söylenmekteydi ve Koruma Kurulu’nun bu yönde gelen proje talebini reddetmesine rağmen Başbakan Erdoğan Taksim Kışlası’nın yeniden yapılacağını ilan etmekte gecikmedi. Taksim Topçu Kışlası Gezi Parkını tamamen çevreleyerek içinde AVM, rezidans gibi işlevlerin yer alacağı bir ‘cazibe merkezi’ olacaktı. Taksim Meydanı böylece AK Parti’nin yeni Türkiye için uygun bulduğu kimliğe bürünecekti.

Sonuç olarak, Gezi Parkı’nı ortadan kaldıracak Topçu Kışlası yeniden inşa projesi Gezi direnişinin sonucunda uygulamaya geçirilemedi. Buna karşılık 2008 yılında kapatılmış olan Taksim Meydanı’na hâkim bu Cumhuriyet dönemi kültür politikası eseri on yıl sonra, toplumun çeşitli kesimlerinin ta başından beri büyüyerek genişleyen itirazı ve direnişine karşın, 2018’de yıkıldı. İstanbul’u küresel turizm ekonomisine entegre etmek hedefiyle yola çıkılan yeni AKM projesi 2018’e gelindiğinde yıkım önceliğine kilitlenmiş vaziyetteydi. Gezi Parkı direnişinin hafızasının silinmesi, bir modernleşme projesi olarak kurgulanmış Taksim Meydanı’nın anlamının ehemmiyetsizleştirilmesi, diğer amaçların önüne geçmişti. AKM, yıkılması gereken ‘eski Türkiye’nin sembolü oluvermişti. “Bu eser”, diyordu Cumhurbaşkanı Erdoğan, “eski Türkiye ve yeni Türkiye fotoğrafının en belirgin görüldüğü yerdir. Eski Türkiye’nin köhnemiş yüzünün sembolü olan, her tarafı dökülen, kendinden beklenen işlevleri yerine getiremeyen AKM binasını yıktırmamak için yapılan kampanyaları hepiniz hatırlıyorsunuz.”[9] Yeni Türkiye yeni AKM’de kendisini gösterecek, geleceğe miras olarak AKM’de vücud bulan bu yeni kimlik aktarılacaktı. “[B]öyle bir eseri şehrimize kazandırmakla bizden sonraki nesillere en büyük hediyelerden birini verdiğimize inanıyorum” diyordu Cumhurbaşkanı Erdoğan AKM’nin 29 Ekim açılış konuşmasında; “1453’teki fethinden beri bu şehre vurduğumuz mühürlerin son halkası olarak gördüğüm AKM’miz ülkemizin kültür-sanat nabzının attığı yer olarak inşallah asırlar boyunca ayakta kalacaktır.”[10]

Ortaya çıkan AKM’ye baktığımızda yeni kimliğe ilişkin ne söyleyebiliyoruz? Yeni AKM’de ısrar eden AKP’nin neo-liberaller, neo-Osmanlıcılar, milliyetçiler, İslamcılar, gibi farklı ve birbiriyle her zaman örtüşmeyen muhafazakar bileşenlerinin Türkiye’nin kültürel kimlik kurgusunun ne olduğu konusunda uzlaştığını ortaya çıkan AKM’ye bakarak söyleyebiliyor muyuz? Kültür Yolu’nun sonuna, Taksim’e geldiğimizde devletin tüm merkezi organlarıyla İstanbul’un kentsel hayatına tepeden ve doğrudan müdahalesinin kapsamını tüm açıklığıyla deneyimliyoruz. Sivil toplumun ifade alanı olarak artık işlev göremeyen meydanın bir ucunda, Bülent Batuman’ın deyişiyle kendisini oryantalize eden bir mimari tarzla yükselen Taksim Camii[11], öbür ucunda ise yerli mimar müellifinin katkısıyla eski AKM hafızasını cephesine sığdırmaya çalışmış, buna karşılık kütlesiyle cüssesini iki misline çıkarmış, hediyelik eşya dükkânları, tasarım ürünü kütüphanesi, çocuk etkinlikleri için alanlar, kafeler, restoranlarıyla küresel kültür tüketicilerinin beklentilerini karşılamaya girişmiş tüm sunumlarıyla yeni AKM. Yeni AKM 20. yüzyıl kültür merkezleri modelini tekrarlıyor olması bakımından aslında yenilikçi değil. Küresel yatırımların ve turizm endüstrisinin beklentileriyle tekdüzeleşme, sıradanlaşma ve muhafazakarlaşma tehlikesi yaşayan Beyoğlu karşısında AKM ne söyleyebilir? Eski AKM’de sosyalleşmeye verilen önem yenisinde ortadan kalkmış, odak artık cephenin gerisinden görünen içinde 2000 küsur koltuklu büyük salonun yer aldığı kırmızı kürede. Beyoğlu Kültür Yolu Festivali Bakanlığın muhafazakar ve bir o kadar da populist sanat bakışına sahne olmuştu; yeni AKM’nin yerleşik devlet sanat kurumlarının da aynı telden gideceğini öngörmek zor değil. E. Selen Aksoy’un Sanatatak’daki yazısında ortaya attığı “kırmızı küre bize herşeyi unutturacak mı?”[12] sorusunu düşünürken Kırmızı Küre’ye yedi yıllığına ana sponsor olan Türk Telekom’un neler yapacağını da artık ele almamız gerekecek. Yeni marka lansmanları ve etkinlikleiyle turizm endüstrisi için cazip olabilir, ama, ‘Yeni Türkiye’nin AKM’si sanatsaverlerin 5G dünyasının cazibesine kendilerini kaptırıp yerin kimliği ve hafızası gibi zor ve çetrefil konuları terk etmelerini başarabilecek mi?


[1] Fatih Türkyılmaz, 31.10.2021, “Ersoy: Beyoğlu Kültür Yolu İstanbul’un modern yüzünü kültürü ve tarihi ile harmanlayarak hazırladığımız rotanın adı”, aa.com.tr

[2] A.g.e.

[3] Enis Batur, 2000, “Üç Beyoğlu”, Bir İstanbul Fotoromanı, Derleyen Münevver Eminoğlu, Yapı Kredi Yayınları.

[4] Şükran Şençekiçer, 7.09.2020, “Mimar Doç. Dr. Hakkı Yırtıcı’yla söyleşi: “Galata Kulesi’nin içi dışından bambaşka hale getirildi, merdivenler ve asansör lüks bir oteli andırıyor.” Medyascope.tv

[5] Galata Kulesi Ziyarete Açıldı, 07.09.2020, TRT Haber.

[6] Fatih Türkyılmaz, 31.10.2021, “Ersoy: Beyoğlu Kültür Yoluİstanbul’un modern yüzünü kültür ve tarihi ile harmanlayarak hazırladığımız rotanın adı”, aa.com.tr

[7] “Koç’tan AKM Sözü”. 12 Nisan 2007, Hürriyet

[8] Yıldız Uçak, 26 Mart 2007, “İsen: “AKM”nin Yıkılması İçin Özel Kanun Hazırlıyoruz”, Arkitera.

[9] “Son dakika: AKM Açıldı! Erdoğan: Bu eser eski ve yeni Türkiye fotoğrafının en belirgin görüldüğü yerdir”, 29 Ekim 2021, Hürriyet.

[10] A.g.e.

[11] Bülent Batuman, 2018, New Islamist Architecture and Urbanism, Londra: Routledge.

[12] E. Selen Aksoy, 29 Ekim 2021, ”Kırmızı Küre bize Her şeyi Unutturacak mı?”, Sanatatak.

İlginizi Çekebilir

Söyleşi

Larissa Araz ile Versus Art Project'te gerçekleşen “In Hoc Signo Vinces” sergisi üzerine konuştuk.

Eleştiri

Gizem Akkoyunoğlu'nun Sanatorium'da gerçekleşen "Kudretin Silüetleri" sergisini Oğuz Karayemiş değerlendirdi.

Söyleşi

Kundura DocLab vesilesiyle İstanbul’a gelecek olan Rabih Mroué ile dünya ahvalini, tiyatro ve performans ilişkisini ve İstanbul’la bağını konuştuk.

Söyleşi

Dirimart Pera’daki “Öfke” sergisi vesilesiyle Shirin Neshat’la son dönem çalışmalarını, Türkiye’deki ve İran’daki kadın hakları mücadelelerini konuştuk.