Connect with us

Ne arıyorsun?

Argonotlar

Eleştiri

Ana Mendieta, Carl Andre ve yok olan sanat tarihi kanonu

Helen Molesworth’ün hazırladığı Death of an Artist podcasti 80’ler New York’unu ikiye bölen feminist avangart sanatçı Ana Mendieta cinayetini inceliyor.

Son zamanlarda sanat dünyasındaki en tartışmalı konulardan birisi Helen Molesworth’ün hazırladığı Death of an Artist isimli podcast. Podcast dünyasının favorisi olan “true crime” türünü sanat dünyasına uyarlayan Molesworth, gazeteci Rob Katz’in araştırmalarından faydalanarak 80’ler New York’unu ikiye bölen Ana Mendieta cinayetini inceliyor.

Takip etmeyenler için özetlemek gerekirse, 1985 yılında, Minimalist sanatın öncü isimlerinden Carl Andre, evli olduğu feminist avangart sanatçı Ana Mendieta ile tartışıyor, sabaha karşı Mendieta’nın bedeni Andre’nin apartmanının 34. katından yere çakılıyor. Ölüm her ne kadar cinayet izlenimi verse de, Andre ifadesinde Mendieta’nın intihar ettiğini söylüyor. Son derece çekişmeli bir dava sonucunda da suçtan aklanıyor.

Ana Mendieta 1972 yılında gerçekleştirdiği “İsimsiz (Yüz Saç Nakli)” performansına hazırlanırken.

Podcastin özellikle ikinci yarısında, Molesworth’un ele aldığı konu şu: böylesine korkunç bir cinayetle anılan Carl Andre’nin sanatı nasıl sergilenmeli? Molesworth’e göre, şu ana kadar sanat dünyasının izlediği yol, sanatçıyı sanatından ayırmak ve Andre’nin işlerini yaşamından bağımsız incelemek. Molesworth, son yıllardaki sosyo-politik gelişmelerin bu bakış açısını artık çürüttüğünü savunurken sanatçılara atfedilen “dahi” mitinin de genellikle beyaz erkeklere özel olduğunu eleştiriyor. Bu bağlamda, Molesworth’un tekrar tekrar altını çizdiği bir dinamik var: Carl Andre sanat dünyasının koruması altında çünkü Minimalizm akımının öncülerinden biri olarak sanat tarihi kanonunun parçası. Feminist ve göçmen Ana Mendieta ise Carl Andre’nin yanında daha bilinmeyen bir sanatçı, ancak özellikle feministler tarafından önemli bir simgeye dönüşmüş.

Molesworth’ün bahsettiği bu dinamiğin önemli olduğunu düşünüyorum. Ne de olsa, Carl Andre Paula Cooper galerisi tarafından temsil ediliyor, işleri DIA Beacon’da sergileniyor, ve tüm protestolara rağmen (Molesworth’ün de çalışmış olduğu) MOCA (The Museum of Contemporary Art Los Angeles) gibi bir kurumda yakın zamanda retrospektifi açılabiliyor. Ancak podcasti dinlerken aklıma şu soru takıldı. Andre bu kurumlar tarafından korunsa dahi, neden onun pratiği hakkında çok az şey bilirken daha “yer altı” olan Ana Mendieta’nın sanatına son derece hakimim?

Yüksek lisans programımda, bir arkadaşıma Felix Gonzalez Torres’in pratiğinde minimalist estetiğin siyasi bir strateji olduğundan bahsediyordum. Sohbet sırasında Minimalist akımın bir başka önemli ismi Donald Judd’ın ismi geçince arkadaşımın gözlerini devirdiğini fark ettim. Eminim, Judd’ın sanat tarihine olan katkısını düşününce bu tepkiye şaşıranlar olacaktır, ancak arkadaşımın “radikal” olarak yorumlanabilecek bu tepkisi son senelerde sanat kanonuna olan bakış açısı yönünden oldukça önemli. Donald Judd ve Carl Andre’yi Ana Mendieta ve Felix Gonzalez Torres’e kıyasla arka plana iten bir faktör, Judd ve Andre’nin temsil ettikleri. Podcastte de bahsedildiği üzere, Minimalizm son derece maço bir sanat hareketi, ve bu hareketin Mendieta ve Gonzalez Torres gibi kadın, queer, ve çok kültürlü isimleri dışlaması, günümüz dünyasında pek iyi karşılanmıyor. Ancak, mesele sadece kimlik ve temsiliyetle sınırlı değil. Kimlik ve temsiliyete ek olarak bilgi üretiminin demokratikleşmesi, başka kanonların ortaya çıkışı ve disiplinerarası araştırmanın popülerleşmesi Judd ve Andre gibi isimlerin değerini sorgulamamıza sebep oluyor.

Ana Mendieta ve Carl Andre örneğinden ilerleyerek, basit bir internet taraması yapmaya karar verdim. Sanat tarihi de dahil olmak üzere özellikle beşeri bilimler alanında en çok takip edilen akademik yayınevlerinden Duke University Press’in web sitesinde önce Carl Andre’nin ismini girdim, biri Ana Mendieta hakkında bir kitap olmak üzere üç sonuç çıktı. Daha sonra Ana Mendieta’nın ismini girdim, ve on bir sonuçla karşılaştım. Carl Andre’nin işleri müze mekânlarında daha çok sergilenmesine rağmen, özellikle akademik çevrelerde Mendieta’ya ciddi bir ilgi var. Bunun sebebinin Mendieta’nın işlerinin bir sürü güncel mesele üzerinden incelenebilmesi olduğunu düşünüyorum, ancak aynı zamanda Molesworth’un doktora yapmış olduğu 90’lı yıllara kıyasla, bildiğimiz sanat kanonundan belirgin bir kopuş var.

Son yıllarda akademi, minimalizimin formal meselelerinden çok, sosyal konulara eğiliyor. Dolayısıyla sanatın bildiğimiz kanonundan farklı, bir sürü yeni kanon ortaya çıkıyor (feminist kanon, queer kanon vs. gibi). Duke Üniversitesinden çıkan kitaplar arasından en son Catherine Grant’in A Time of One’s Own ve Jean-Thomas Tremblay’in Breathing Aesthetics’ini okudum. Grant’in incelediği sanatçılar arasında Sharon Hayes, Mary Kelly, Allyson Mitchell, Lubaina Himid gibi isimler var, kitap boyunca oluşturduğu feminist kanonda “büyük” sanatçıların yanı sıra, LTTR gibi bağımsız zineler da yer alıyor. Tremblay’ın kitabı ise, farklı disiplinlerden metinleri inceleniyor. Ana Mendieta hakkında bir bölüm var ancak bir başka bölüm spekülatif kurgu yazarı Renee Gladman hakkında. Akademide kanon tarafından korunan, “dahi” sanatçıların ötesinde, bağımsız işler üreten, küçük kitlelere hitap eden, büyük sanat kurumları tarafından desteklenmeyen üreticilerin daha çok adı geçiyor.

Bütün bu gelişmeleri düşününce, Ana Mendieta’nın sanatına daha aşina olmam bir rastlantı değil. Akademideki gelişmelerin, sanat çalışmaları yapan yeni jenerasyonu etkilediğini düşünüyorum. Bunun en basit örneği alınan eğitim. Yüksek lisansımı Goldsmiths Üniversitesi’nin Görsel Kültür bölümünde yaptım. Görsel kültür, sanat tarihinin kültür, dönem, veya teknik gibi sınıflandırmalarını reddeden bir alan, bu nedenle de sanat kanonundan son derece uzak bir bilgi üretimini destekliyor. Goldsmiths eğitimim sırasında, okuduğum metinler sanat kuramından çok, kıta felsefesinden queer teoriye kadar, çağdaş düşüncenin bir çok farklı alanını kapsıyordu ve bu eğitim benim için son derece ufuk açıcı oldu. Benim için en ilginç deneyimlerden biri, programdan çıkan tezler oldu. Aynı dersleri almamıza rağmen, benim ve arkadaşlarımın araştırdığı konular, referans olarak kullandığı teorisyenler birbirinden oldukça farklıydı.

Disiplinerarası araştırmaların da kanonun değişmesine aracı olduğunu düşünüyorum. Bu gelişmeyi yine kendim üzerinden bir anekdotla ifade edebilirim. Geçenlerde Derrida’nın seminerilerinin derlendiği Geschlecht III[1] kitabını okudum. Derrida’nın Heidegger’ın Georg Trakl hakkında yazmış olduğu metinleri epey detaylı bir şekilde incelediği seminer, belki normal şartlarda sadece Heidegger okumuş olan bir kitlenin ilgisini çekerdi. Ancak benim Derrida’ya olan merakım, felsefeden değil cinsiyet çalışmalarından kaynaklanıyor. Derrida’nın cinsel farklılık hakkında yorumları, felsefe eğitimi almamış biri olarak beni felsefe üzerinde düşünmeye itiyor. Aslında bu merak, herhangi bir kanonu takip etmeden, farklı giriş noktalarından yeni okumalara olanak tanıyor.

Molesworth, podcastin sonunda şu kanıya varıyor: bir uzman olarak Carl Andre’nin işlerini sanat tarihinden silemez (burada iptal kültürüne karşıt bir tutum var) ancak sanat tarihine Mendieta’nın sanat pratiğini ve cinayetini ekleyebilir. Molesworth’ün önergesi, sessizliğe karşı “konuşmak” yani bir bakıma kanonu daha kapsamlı yapmak. Yıllar boyunca Amerika’nın en prestijli müzelerinde çalışmış, kendini “kültür bekçisi” olarak tanımlayan birinin bu sonuca varması beni şaşırmatsa da hayal kırıklığına uğrattı. İptal kültüründen öte, Molesworth’ün yeterince değinmediği nokta Carl Andre’nin sanatının neden önemli olduğu. Podcast boyunca, Molesworth hem Andre’nin hem de Mendieta’nın işlerinin önemini vurguluyor. Benim ilgimi çeken kısım, Molesworth’un her iki sanatçıyı da farklı kriterlerle değerlendirilmesi. Andre’nin işleri hep sanat tarihine, heykel disiplinine olan katkıları açısından övülüyor, ancak Mendieta’nın işleri insanlara dokunuyor.[2] Bunun en belirgin örneği, Andre’ye karşı protesto düzenleyen kadın sanatçıların Mendieta’nın onlar için önemini açıkladığı kısımlar. Podcastin sonuna geldiğimde, Mendieta’nın neden değerli bir sanatçı olduğunu anladım, ancak Andre kanondan bağımsız düşünülemediği için bende büyük bir etki bırakmadı. Daha sonra Molesworth ile fikrimizin ayrıştığı asıl noktanın, sanat tarihi kanonuna verdiğimiz değer olduğunu fark ettim.

Belki bu yazının sonucunda ele alınması gereken asıl konu, bilgi üretimindeki bu gelişmelere rağmen sanat kurumlarının neden Carl Andre gibi isimleri koruduğu. “Death of an Artist” podcastinin en çarpıcı anı, davayla ilgilenen bir savcının sanat dünyasının cinayet karşısındaki sessizliğini mafyanının sessizliğine benzetmesi. Maalesef sanat kuruluşları, belki iktidarla olan ilişkisinden kaynaklı, sanat kanonunu reddetmek konusunda akademi kadar cesur değil. Bu durumun en büyük örneği, Molesworth’ün baş küratörü olduğu MOCA müzesinin Carl Andre retrospektifini sergilemesi, buna Molesworth seviyesinde birinin dahi engel olamaması. Böyle bir ortamda, Ana Mendieta’nın işlerini Carl Andre’den daha çok tanıyan genç jenerasyonun rolünün büyük olduğunu düşünüyorum. Sanat emektarları ve sanat tüketicileri olarak, kanona ne kadar baskı uygularsak, onu o kadar kolay sarsabiliriz. Mendieta’nın cinayetinin bunca yıl sonra konuşulmasını sağlayanlar, Carl Andre’ye karşı protesto düzenleyen feminist gruplar. Bu tarz stratejileri benimseyerek müzelerde bambaşka bir sanat tarihinin temsiline neden vesile olmayalım?


[1] Jacques Derrida, Geschlecht III: Sex, Race, Nation, Humanity, University of Chicago Press, 2020.

[2] Belki burada Carl Andre’nin 1969’da kurucu üyelerinden olduğu Sanat İşçileri Koalisyonu (Art Workers’ Coalition)’nu göz ardı etmemek gerek. Ancak kısa ömürlü bu grubun Carl Andre’nin kariyerinde minimalizm kadar etkili olmadığını düşünüyorum. Sanat İşçileri Koalisyonu konusunda kaynak için: Julia Bryan-Wilson, Art Workers: Radical Practice in the Vietnam War Era, University of California Press, 2011.


Bu yazıyı beğendiniz mi?

Argonotlar Telif Kumbarası desteğinizi bekliyor!

Çok sesli ve bağımsız güncel sanat yayını Argonotlar, 2023 yılı yazar telifleri için okurlarını desteğe çağırıyor.

Siz de Argonotlar Telif Kumbarası’na tek seferlik 100₺, 250₺, 500₺ ve 1000₺ olmak üzere dört farklı kategoriden kendiniz için en uygun olanını seçerek destek olabilirsiniz.

Argonotlar olarak bu destekle 70 ila 100 arasında yazı yayınlamayı, yazarlarımıza ödediğimiz telif miktarını artırmayı ve daha fazla yazara alan açarak güncel sanat başta olmak üzere kültür sanat alanında çok sesli ve bağımsız bir mecra olmaya devam etmeyi hedefliyoruz. 

Argonotlar olarak gelir modelimizi çeşitlendirmek ve sürdürülebilir bir yayıncılık için arayışlarımız devam edecek. Argonotlar Telif Kumbarası dışında her türlü reklam, destek ve fon öneriniz için bize info@argonotlar.com e-posta adresinden ulaşabilirsiniz.

Görsele tıklayarak detaylı bilgi edinebilirsiniz.

İlginizi Çekebilir

Duyurular

border_less ARTBOOK DAYS’in altıncı edisyonu, bu sene 3–5 Mayıs tarihleri arasında Yapı Kredi Kültür Sanat Yayıncılık ev sahipliğinde gerçekleşiyor.

Söyleşi

Larissa Araz ile Versus Art Project'te gerçekleşen “In Hoc Signo Vinces” sergisi üzerine konuştuk.

Eleştiri

Gizem Akkoyunoğlu'nun Sanatorium'da gerçekleşen "Kudretin Silüetleri" sergisini Oğuz Karayemiş değerlendirdi.

Söyleşi

Kundura DocLab vesilesiyle İstanbul’a gelecek olan Rabih Mroué ile dünya ahvalini, tiyatro ve performans ilişkisini ve İstanbul’la bağını konuştuk.