Cevdet Erek’in 2017 Venedik Bienali Türkiye Pavyonu’nda sergilenen ÇIN adlı işi, kurduğu diyalogla birçok yönden ziyaretçisinde iz bırakan etkili bir çalışma olarak hafızamızda kaldı. İçinde zaman geçirdikçe derinleşen, yüzleştiren, bazılarımıza zor soruların cevaplarını arattıran ÇIN, bir kısım ziyaretçisini de keyifli bir sergi turu sonrası “transit koridor”undan uğurlamıştı. Peki nasıl etkilemişti ÇIN izleyicisini ve bu güçlü etkiyi bizde nasıl bıraktı?
2017 yılı 57. Venedik Bienali’nin “Yaşasın Sanat” (Viva Arte Viva) teması ile Christine Macel küratörlüğünde gerçekleşmesi planlanmıştı. Şanslı ve güzel günlerdi çünkü yıllar sonra Türkiye, Venedik Bienali’ndeki ulusal sergileri için uzun süreli bir mekâna sahip olmuştu. Arsenale içinde Sale d’Armi binasının B bölümünün ikinci katı 20 yıllığına Türkiye pavyonu için kiralanmıştı.[1] İki yıl önce Sarkis’in kullandığı mekân şimdi Cevdet Erek’in işi için hazırlanıyordu. Sarkis’in Respiro’sundan sonra Erek’in bu uzun dikdörtgen alanı nasıl değerlendireceği merak konusuydu. Mekân zor olmasına zordu ama en azından artık bizim zorumuzdu!
Cevdet Erek’in Venedik Bienali’nde Türkiye’yi temsil edeceği duyurulduğunda herkes küratörün kim olacağını merak etmeye başlamıştı. Ancak yapılan basın toplantısı küratör ismi verilmeksizin sonlanmıştı. Geçen zamana rağmen bir türlü küratör ismi telaffuz edilmiyordu. Anlaşılan oydu ki 1956’dan beri Venedik Bienali’ne katılan Türkiye’nin ilk kez bir küratörü veya (1997 öncesi kullanıldığı haliyle) bir sergi komiseri yoktu. Bu küratörsüz olma durumuna oldukça şaşırmış, büyük bir panayıra annesi olmadan gitmek zorunda olan bir çocuk gibi kalakalmıştım. Birkaç gün içinde sakinleşerek gayet organik geliştiğini gördüğüm bu karara ben de kendimi alıştırdım.[2] Küratör yoksunluğu çeken zihnimi bir kenara bırakarak Erek’in işini merakla beklemeye başladım.
Cevdet Erek 50×10 metrelik dikdörtgen formdaki Türkiye Pavyonu’na tribün benzeri büyük ahşap bir konstrüksiyon kurmuştu. Ses ve mekân yerleştirmesinden oluşan sergi, bir proje ekibinin ortak çalışmasıyla hayata geçiriliyordu. Proje koordinatörü Yelin Bilgin, mimar Gürden Gür, mimar Elif Tunçel, sanat tarihçisi Ayşe Erek ve görsel kimlik tasarımcısı Yetkin Başarır serginin gerçekleşmesinde görev alan isimlerdi.[3] Küratör yerine sorumluluk alan bu ekip sergiyi başarılı şekilde tamamlamış, bir diğer taraftan küratörün sanatçı, izleyici ve kurumlar arasında konumlanan, bilgi taşıyıcısı ve üreticisi rolünü de yeniden düşünmemize neden olmuştu.[4]
Erek, mekâna özgü bir mimari ve sesi merkeze alan bir yerleştirme tasarlamıştı. Dikdörtgen mekânın neredeyse tümünü tribün benzeri ahşap ve demirden oluşan bir konstrüksiyon kaplıyor, buna bir de 35 kanallı ses yerleştirmesi eşlik ediyordu.[5] Konstrüksiyon ve sesle birlikte mekânda kullanılan ışık da izleyiciye ilk etapta ulaşan elemanlar olarak ön plana çıkıyordu. Kurulan tribünlerden biri ziyarete açık, diğeri tel örgüyle kapalıydı ve kapısı zincirle bağlanmıştı. Mekânı dolduran sesler hoparlörlere yaklaşıp uzaklaştıkça değişiyor ve ziyaretçilerin hareketi, farklı ses kompozisyonları duymalarına neden oluyordu. Bu sesler arasında insan sesleri, çeşitli müzik enstrümanlarına ait sesler ayırt edilebiliyordu: “Ya ya ya, şa şa şa, kulaklarını tıka, çınnn, kulak çınlaması, tedavisi yok, tarihle yüzleş, savaş sahnesindeki davulcu, elinin bir anlık tereddütüyle dursun, savaş bitsin, maskelemeye devam, bir ülkeyi temsil eden bir birey, bir bireyin sesi, hırıldıyor” gibi cümleler fısıltılar halinde zar zor duyulabiliyordu.[6]
Çalışmaya adını veren “çın” kelimesi, sesten türemiş bir kelimeydi. Fakat Cevdet Erek’e göre çınlama aynı zamanda mekânın bir sese verdiği tepki, bir reverberasyondu.[7] Seslerin tümü hep birlikte konstrüksiyonu tamamlayan, süs işlevi gören birer unsurdu.[8] Karışık şekilde duyulan cümleler konstrüksiyonu tamamlamakla kalmıyor, daha sonradan okuma fırsatı bulacağım bu garip manzum metin, konstrüksiyonu baştan sona da anlatıyordu![9] Sanki Cevdet Erek, işi ile ilgili düşündüğü, tasarladığı her şeyi kendisi için hızlıca not almış, şimdi burada bu uçuşan notları bize dinletiyordu.
Bir başka detay da konstrüksiyonun altında, yan tarafta bulunan diğer ülke pavyonlarına transit geçiş olmasıydı. İçeriye girildiğinde rampalarla bize zorunlu bir güzergâh çizen Erek,[10] Türkiye Pavyonu’na girerek ÇIN’ı deneyimlemek istemeyenlere “pas geçme” seçeneği sunuyordu. Ne tesadüf ki veya tesadüf mü ki, Venedik Bienali’nin küratörü Christine Macel de o yıl bienal ana sergisinde ilk kez trans-pavyon sergileme modelini deniyordu. Sanatçılar Macel’in oluşturduğu birbiriyle ilişkili 9 tematik trans-pavyon içerisinde eserlerini sergiliyordu.[11] Cevdet Erek yarattığı transit geçişi “komşu devletler arasında, en kısa mesafe, transit, uluslararası rota üzerinde, hızlı yolcu” kelimeleriyle anlatmayı seçerken, Christine Macel’in sergileme modeli kimi eleştirmenler tarafından pavyon geleneğine karşı yeni bir deneme, ulusal pavyonların ötesine geçmeyi amaçlayan bir öneri olarak yorumlanıyordu.[12]
Basın bülteninde söylendiğine göre ÇIN mekânın şiirsel ve politik tahayyüllerini mimari ve ses aracılığıyla keşfetmeye soyunmuştu.[13] Venedik kenti maratonu için inşa edildikten sonra yerinde bırakılan rampalar veya kentteki bazı mimari unsurların örneklenmesiyle ÇIN, Venedik kentine ve belki imgeleyeceğimiz başka farklı mekânlara bellek aracılığıyla yayılmaya çalışıyordu.[14] Türkiye Pavyonu’nun dışarıya bakan penceresi ve pencerede kullanılan kemer formu, mimari bir detay olarak ahşap malzemeden “yeniden üretilerek” işe dahil edilmişti. Erek bunlara “sample’lanmış mimari unsurlar” demişti.[15] Aynı müzikte önceden hazırlanmış bir ses kaydının başka bir kayıtta tekrar kullanılması gibi, burada da örneklenmiş mimari formlar mekânda fiziksel bellekleriyle tekrar ediyordu. Diğer taraftan metinde geçen “bir ülkeyi temsil eden, yatay bir dikdörtgen, sınırlarını temsil eden, yatay bir dikdörtgen” ifadesi Türkiye Pavyonu’nun 50×10 metre ölçülerindeki dikdörtgen mekânıyla form olarak da örtüşüyordu. Bize problemli kamusal bir alan sunan Cevdet Erek, Türkiye Pavyonu’nu gerçek anlamda Türkiye’ye mi dönüştürüyordu?[16]
Ben kendi deneyimimde eleştirel, politik bir işle karşı karşıya olduğuma ikna olmuştum. Kentle veya mekânla şiirsel bir tahayyüle giremeyecek kadar kendimi rahatsız ve huzursuz hissediyordum. Tellerle çevrelenmiş bu konstrüksiyon, asma bir kilitle işlevsizleştirilmiş kapı, anlaşılması zor kompoze edilmiş sesler ve o doğrusal aydınlatmalar! ÇIN, Türkiye’nin içinde bulunduğu politik gündem ile örtüşüyor, toplumsal olaylarda karşılaşılan kısıtlamaların, yasaklamaların bir uzantısı olarak karşımda duruyordu. Nitekim New York Times sanat yazarı Jason Fargo o yıl Turkish Twilight[17] başlığıyla verdiği yorumda ÇIN’ı son yıllarda Türkiye’de yaşanan siyasi olaylarla ilişkilendiriyor ve tüm ülke pavyonları arasında ÇIN’ı “en güçlü ulusal pavyon” olarak gösteriyordu.[18]
Yerleştirme, içinde zaman geçirdikçe yaşanmışlıkları su yüzüne çıkarıyor, yine bana ait anıları kutucuklar halinde önüme getiriyordu. Artık tavşan deliğinden aşağıya bakmış ve o bitmeyecek düşüşe başlamıştım. İlk anımsadığım Yassıada yargılamaları sırasında spor salonundan devşirilen dev duruşma salonuydu. Sonra Deniz Gezmiş davasının görülmesinde kullanılan Ankara’daki okul binası. Yerleştikleri mekânları asıl işlevinden çıkaran, bir çırpıda basit malzemelerle kurulan, iktidarların modüler sahneleriydi bunlar. Hafızam beni yanıltmıyorsa gerçekten de portatif duruşma salonları konusunda pek mahirdik… Bu pop-up duruşma salonları her yerde belirebilir, istenirse kapasiteleri ayarlanabilir, daha büyük kalabalıkları içine alacak şekilde organize edilebilirlerdi. Erek’in konstrüksiyonunda bir tanık kürsüsü yoktu ama zihnim tel örgülerle çevrelenmiş kapısı kilitli tribüne sanıkları, tel örgüsüz bölüme ise izleyicileri yerleştirivermişti.
Türkiye siyasi tarihinin yenişemeyen tarafları, bunaltıcı siyasi bir atmosfer içinde yaşanan ideolojik mücadeleler… ÇIN yaşım gereği şahitlik edemediğim, edemediğim için anlam veremediğim onlarca siyasi çatışmanın bir temsiliydi. ÇIN hakkında bir yazı kaleme alan Yekta Kopan, ziyareti sırasında duyumsadığı şeyi “sınırlar koyan bir muktedir” olarak tanımlıyordu.[19] Kopan yorumunda kesinlikle sonuna kadar haklıydı ve muktedir hiç bu kadar itici olmamıştı! Günün sonunda hapishane avlusuna, stadyuma,[20] konser alanına,[21] kolezyuma veya arenaya[22] benzetilen ÇIN yüzeysel politik bir işten kesinlikle fazlasıydı. Başlangıçta küratör meselesinde olduğu gibi kapanışta da beni şaşırtmayı başarmıştı.
ÇIN
kendini tekrar etmek için
kapılar arasında
boşluk bırak
komşu devletler arasında
en kısa mesafe
-transit-
uluslararası rota üzerinde
hızlı yolcu
bu kentin maratonu,
köprülerin üzerindeki
iskele rampalardan
hareketi örnek al
sesler
içeri dışarı sız
duvar inşa etme
o rota üzerinde bir yer kur
içine gir
çevresinde gez
bir mekân hayal et uzaktan
bir de ilişki
benzerlik ve simülasyon üzerinden
tekrar tekrar hayal
pavyon
sesle süslenmiş cephe
örüntüler
. . … . … ..
. . … . … ..
çın çın çıçıçın çın çıçıçın çıçı
elyapımı elçalımı
kaligrafi yerine insan sesi
bilgisayarla çal
yöneltilmiş hoparlör
cepheye yaklaş
merdivenlerle basamak basamak
rampayla akarak
when passing through the dings,
the collective reverberation of them
should blend with the tinnitus
ayrıştır
cephenin içinden geçir kendini
doğrudan sinyali bertaraf et
arkanda bırak
geri tepmeleri duy
hatırla
tarih
kulaklarını tıka
çınnn
kulak çınlaması
tedavisi yok
tarihle yüzleş
veya
maskelemeye devam
geçiş yok
misafir tribünü kapatılmış
tel örgülü harabe
belki de,
bir telefondan bir çınn
naber?
binlerce cırcır böceği
kalıntılarda konser
sessizlikte yürüyen görevli
meraklı ziyaretçi dolanıyor
çok şiddetli
olaylar dizisi
biraz önce yaşanan sarsıntı
hikaye aygıtı
uzak geçmiş
savaş ve ölüm
yeni sarsıntıyla yine sıfırlanış
kulak acısı
zang tumb tumb
savaş sahnesindeki davulcu
elinin bir anlık tereddütüyle dursun
savaş bitsin
kemerli pencere
askeri manzaralar arasında en kısa mesafe
-transit-
tonozlu rota
çatıdaki günışığı kapatılmış
aç onu yeniden
bir çınla işaretlenen yılaşırı etkinlik
saniyelere ölçeklendirilmiş
. . . .
sesten zaman çizelgesi
alarm sesi
çın
pavyon
okunamayan logo
bir ülkeyi temsil eden
yatay bir dikdörtgen
sınırlarını temsil eden
yatay bir dikdörtgen
bir ülkeyi temsil eden
bir birey
bir bireyin sesi
hırrrıllllldıyorrrrhhh
uzaktan bir fısıltı
. . … . … ..
bizim için her kare bir albüm kapağı
10 inç plak yakında
örüntüler
A yüzünde peş peşe
B yüzünde omuz omuza
. . … . … ..
bir arayüz bestele, üzerinde doğaçla
sonra sustur, başkasını davet et
bu dosyayı kapat
son kayıtlı halini aç
(sessizlik)
20 Nis 2017
Bu yazı Argonotlar’ın 70’lerden bugüne Türkiye çağdaş sanatına dair metinler üretmeyi hedeflediği Türkiye Çağdaş Sanat Tarihine Çoğul Bakış çalışması kapsamında Özlem Altunok tarafından Aynur Gürlemez Arı’ya komisyon edilmiştir. Çalışma kapsamındaki tüm yazılara buradan ulaşabilirsiniz.
[1] Türkiye Pavyonu Sale d’Armi’nin kuzey bölümünde, B bölümünün ikinci katında yer almaktadır ve 2014-2034 yılları için Türkiye’ye kiralanmıştır. Arsenale’nin merkezinde konumlanan ve bienalin kullanım alanındaki odalardır. 1460 yılında inşa edilmiş ve Venedik Cumhuriyeti’nin silah deposu olarak kullanılmıştır.
[2] Cevdet Erek bu durumu “süreç içerisinde küratöre ihtiyaç duyulmaması” olarak açıklar. Bkz.: Nilüfer Şaşmazer, “Cevdet Erek”, Zero İstanbul, İnsanlar, Sanat, 13 Mart 2017.
[3] “Proje Ekibi”, İKSV, 57. Uluslararası Sanat Sergisi Türkiye Pavyonu, http://turkiyepavyonu17.iksv.org/proje-ekibi
[4] Aynur Gürlemez Arı, “Venedik Bienali’nde Türkiye”, (Doktora Tezi) Yıldız Teknik Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2019, s.301.
[5] “Metinler”, İKSV, 57. Uluslararası Sanat Sergisi Türkiye Pavyonu, http://turkiyepavyonu17.iksv.org/metinler
[6] ÇIN’a ait fragmanı dinlemek için; https://soundcloud.com/koenvlecken/cin-by-cevdet-erek-at-the-turkish-pavilion-biennale-di-venezia-2017
[7] Reverberasyon (İng. reverberation): Yankılanma. Kapalı ve yankılanmaya uygun bir ortamda sesin oluştuktan sonra birçok kez yankılanarak bir süre daha sürmesi.
[8] Emrah Kolukısa, “Venedik ‘ÇIN’ladı…”, Cumhuriyet Gazetesi, 15 Mayıs 2017.
[9] Ses yerleştirmesinde kullanılan tüm metin için bkz. “ÇIN”, İKSV, 57. Uluslararası Sanat Sergisi Türkiye Pavyonu, http://turkiyepavyonu17.iksv.org/cin
[10] Fisun Yalçınkaya, “İki Yönlü Bir Hafıza Hikayesi”, Sanat Dünyamız, Mayıs-Haziran 2020, Sayı: 176, s.10.
[11] Küratör tarafından bienalin ana sergisi için tasarlanan trans-pavyonların isimleri şöyledir: Sanatçılar ve Kitapları; Neşe ve Korkular; Müşterek Olan; Yeryüzü; Gelenekler; Şamanlar, Diyonizyen; Renkler; Zaman ve Sonsuzluk.
[12] Aynur Gürlemez Arı, “Venedik Bienali’nde Türkiye”, (Doktora Tezi) Yıldız Teknik Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2019, s.299.
[13] Cevdet Erek & Ayşe Erek, ÇIN, İstanbul, İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı, 2018, s.177
[14] age, 178.
[15] age, 173.
[16] Fahire Kurt, “Viva Venedik”, Istanbul Art News, Sayı: 43, 2017, İstanbul, s.18.
[17] Twilight (İng.): Alacakaranlık, belirsizlik, gerileme dönemi.
[18] Jason Farago, “Venice Notebook: Samplers From a Biennale Banquet”, New York Times, Art & Design, 14 May 2017.
[19] Yekta Kopan, “ÇIN: Tarihle yüzleş veya maskelemeye devam!”, Gazete Duvar, 17 Mayıs 2017, https://www.gazeteduvar.com.tr/kultur-sanat/2017/05/17/cin-tarihle-yuzles-veya-maskelemeye-devam
[20] Yekta Kopan, “ÇIN: Tarihle yüzleş veya maskelemeye devam!”, Gazete Duvar, 17 Mayıs 2017, https://www.gazeteduvar.com.tr/kultur-sanat/2017/05/17/cin-tarihle-yuzles-veya-maskelemeye-devam
[21] Jason Farago, “Venice Notebook: Samplers From a Biennale Banquet”, New York Times, Art & Design, 14 May 2017.
[22] Engin Esen, “İşitsel Peyzaj Olarak Gürültü Kavramının Çağdaş Sanattaki Üç Temsili”, Sanat Yazıları, Hacettepe Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi, 2018, Sayı: 39, s.279-296.
Bu yazıyı beğendiniz mi?
Argonotlar Telif Kumbarası desteğinizi bekliyor!
Çok sesli ve bağımsız güncel sanat yayını Argonotlar, 2025 yılı yazar telifleri için okurlarını desteğe çağırıyor.
Siz de kampanyaya tek seferlik 750₺, 1000₺ ve 2000₺ olmak üzere üç farklı kategoriden sizin için en uygun olanını seçerek destek olabilirsiniz.