Connect with us

Ne arıyorsun?

Argonotlar

Gündem

Game of Thrones’a ilham veren sanat eserleri

Game of Thrones serisinin öncesini anlatan House of the Dragon yayında. Bu vesileyle GoT’taki sanat tarihindeki izlerine baktık.

Solda – Gustave Courbet, Umutsuz Adam, 1844-1845, Özel Koleksiyon | Sağda – Jon Snow.

Her ne kadar dizinin sona ermesinin üzerinde epey bir süre geçmiş olsa da sevenleri Game of Thrones’u hâlâ bir şekilde gündemde tutmaya devam ediyor. Özellikle de pandemi döneminde birçok kişinin diziyi sil baştan izlediği bilinen bir gerçek, bunu siz de kendi etrafınızdan görmüş, duymuşsunuzdur muhakkak. Fakat son günlerde GoT’un gündemi yeniden oldukça fazla meşgul ediyor olmasının başka bir sebebi var. Dizinin yayınlandığı HBO platformu geçtiğimiz günlerde uzun süredir beklenen House of the Dragon isimli yeni bir diziyi izleyicilerle buluşturdu. Yeni dizinin Game of Thrones ile ilişkisi ise dizinin GoT’un öncesini ele alıyor olması.. Bugünlerde birçok sosyal mecrada eski ve yeni diziyi kıyaslayanlara, hangisinin daha iyi olduğunu yarıştıranlara oldukça sık denk gelir olduk. Biz de bu rüzgârın etkisiyle, sizlerle birlikte tüm zamanların en çok konuşulan dizilerinden biri olan Game of Thrones’u tekrar analım istedik ama diğerlerinden farklı olarak bu kez dizinin sanatla olan ilişkisine odaklanarak…

Georgiana Burne ve Jones ve Catelyn Stark

Solda – Edward Burne-Jones, Georgiana Burne-Jones, 1883 | Sağda – Catelyn Stark.

Georgiana Burne-Jones, Ön-Raffaeloculuk akımı ressamlarından Edward Burne-Jones’un karısıydı. Kocasının isteği üzerine onun bir biyografisini de kaleme almıştı. Catelyn Stark’a benzer şekilde o da kocasına düşkün bir kadındı, ama tıpkı Catelyn gibi aynı zamanda alelade bir eşten çok daha fazlasıydı. Georgiana bir sanatçıydı aslında, ancak ne yazık ki işlerinin büyük bir kısmı günümüze kadar korunamadı.

Georgiana ayrıca siyasette de oldukça aktif biriydi. 1895’te çok sevdiği Rottingdean’ın yerel idare konseyine girdi. Seçim propaganda materyallerinde bir baronetin karısı için fazla radikal sayılabilecek ve de Rottingdean köylülerinin kafasının karışmasına sebep olacak bir tarz benimseyerek açıktan işçi sınıfının ve kadınların sorunlarına eğildi ve daima onların çıkarlarını destekleyen bir konumda oldu. Yereldeki idari görevi boyunca sokak aydınlatması, itfaiye ekiplerinin düzeni ve bir köy hemşiresi sağlanması gibi günlük işlere odaklandı. Fakat daha sonraları, yaşı ilerledikçe, yaptığı siyaset de daha radikal bir çizgiye kaymaya başladı.

Yukarıdaki resimde Georgiana’nın arka planda iki çocuğunun görüldüğü bir portresi yer alıyor. Yüzü vakur, ciddi ve dikkat kesilmiş bir halde ama aynı zamanda harekete geçmeye hazır bir yanı da var. Yakasında sadece küçük bir işlemesi olan ağırbaşlı, koyu renkli bir elbise giymiş ve bir nevi “her şey kontrolüm altında” görüntüsü veriyor. Sonuç olarak Georgiana yalnızca elbisesiyle ve saç modeliyle değil, yaşamı ve yaptıklarıyla da Catelyn Stark karakteriyle oldukça örtüşüyor denilebilir.

Altın Miğferli Adam ve Jorah Mormont

Solda – Rembrandt dönemi, Altın Miğferli Adam, 1650’ler, Gemäldegalerie, Berlin | Sağda – Jorah Mormont.

Buradaki benzerlik oldukça çarpıcı. GoT’un Sör Jorah Mormont’u rolündeki Iain Glen, Altın Miğferli Adam’a tuhaf bir şekilde çok benziyor. Bunu görebilmek için sadece burnuna, ağzının o kapalı duruşuna ve gözlerine bakmak bile yeterli.

Tıpkı Sör Jorah gibi, Altın Miğferli Adam tablosunun da ilginç bir hikâyesi var. Eser uzun bir süre boyunca Rembrandt’a atfedilmişti, ancak 1960’lardan bu yana ortaya çıkan pek çok kanıt bu durumun sorgulanmasına yol açtı. 1980’lerdeki restorasyonu sırasında tabloya kapsamlı bir teknik inceleme yapıldı. Kalın uygulanmış boya tekniği ve keskin bir şekilde yansıyan ışığı ile miğfer, özellikle Rembrandt’ın kendisine has ifade araçlarının fazlaca abartılı bir versiyonu gibi duruyor. Yüzün karanlık ve neredeyse grafik bir şekildeki sunumu da Rembrandt’ın bilindik tarzıyla pek uyumlu değil. Bu teknik ve üslup farklılıkları, Rembrandt’ın Glasgow’daki Zırhlı Adam tablosuyla kıyaslandığında çok daha net bir şekilde görülebiliyor.

Altın Miğferli Adam’ın, savaş tanrısı Mars’ı temsil ettiği şeklinde bir yorum getirmek mümkün. Çünkü göz alıcı derecede parlayan bir miğfer öteden beri ona atfedilen bir şeydi. Bu tür benzer temaların genellikle Rembrandt’ın dönemindeki ressamlar tarafından ele alındığı biliniyor.

Ophelia ve Sansa Stark

Solda – John William Waterhouse, Ophelia, 1910, Özel Koleksiyon | Sağda – Sansa Stark.

Evet belki de Sir John Everett Millais’inki kadar popüler olmadığı doğru ama öte yandan John William Waterhouse’un Ophelia’sının kesinlikle çok daha dramatik olduğunu da kabul etmek gerek. Ophelia’nın gerçekliğin ötesine bakan gözleri sağduyulu kalabilmek adına iyice açılmış gibi duruyor. Yabani çayırlarda çiçek toplayarak koşuyor ve kaybettiği aşkını arıyor ya da belki de bu durumun ona verdiği acıdan kaçıyordu, kim bilir? Ophelia’nın hangi durumda olduğunu kestirmek kolay değil belki ama görüldüğü üzere bir derdi olduğu kesin. Benzer şekilde Sansa Stark da GoT’un başı dertte olan kızı olarak bilinen bir karakter ve görünen o ki imajı için de birtakım Ön-Raffaeloculuk akımı tablolarından oldukça ilham alınmış.

Caligula ve Joffrey Baratheon

Solda –Caligula Büstü, Ny Calsberg Glyptotek, Copenhagen | Sağda – Joffrey Baratheon.

Bu seferki benzerlik sadece bir görüntüden ibaret değil. Caligula, MS 37’den 41’e kadar hüküm sürmüş olan üçüncü Roma imparatoruydu. Asıl ismi Gaius Caesar olmasına rağmen, Julius Caesar’ın ardından, Germanya seferleri sırasında babasının askerlerince “Caligula” lakabıyla (“küçük asker botu” anlamına geliyor) anılmaya başlandı. Caligula’nın saltanatı hakkında çok az kaynak var. Söz konusu kaynaklarda Caligula başa geçtiği ilk zamanlarda asil ve ılımlı bir imparator olarak tanımlanıyor. Ancak sonrasında giderek daha çok zalimliği, sadizmi, savurganlığı ve cinsel sapkınlığı üzerinde durulmuş ve çılgın bir tiran olarak nitelendirilmiş. Elbette bu kaynakların ve de iddiaların bir kısmının doğruluğu şüpheli olabilir, ancak kesin olan bir şey varsa o da Caligula’nın kısa süren saltanatı boyunca bir imparator olarak kendi iktidarını attırmak suretiyle sınırsız bir güce sahip olmak için çalışmış olmasıdır. Sanki kulağa bir yerlerden tanıdık geliyor gibi, öyle değil mi?

Jeanne d’Arc ve Tarthlı Brienne

Solda – John Everett Millais, Joan of Arc, 1865, Özel Koleksiyon | Sağda – Tarthlı Brienne.

Joan of Arc (Jeanne d’Arc ya da türkçe okunuşuyla Jan Dark), John Everett Millais’in 1865 yılında yaptığı bir tablodur. Jeanne d’Arc dua etmek için diz çökmüş bir vaziyette duruyor ama aynı zamanda elinde bir kılıç var. Başı açık, bakışları göğe doğru, yüzünde ise donuk bir ifade var. Millais bu portresinde, Jeanne d’Arc’ın Aziz Michael, Margaret ve Catherine tarafından İngilizlere karşı yapılan savaşa liderlik etmesi için teşvik edildiği tarihi anı resmetmiş. Hepimizin bildiği gibi, gökyüzüne doğru güven dolu bakışlarına rağmen, savaş onun için iyi bitmedi. Bu portre Londra’daki Kraliyet Akademisi’nde ilk kez sergilendiğinde, Art Journal’dan bir eleştirmen “çelik zırhın bir inanç ögesi olarak kullanılmasına” dikkat çekmişti. Fakat elbette resimde bundan çok daha fazla ayrıntı bulunuyor. Örneğin erkek zırhı giyen bir kadın olarak görülen Jeanne d’Arc aynı zamanda zırhının altına kırmızı bir etek giymiş olarak görülüyor. Sanki ikisinin birbirinden keskin bir çizgiyle ayrıldığı bir dünyada her ikisi birden olabilmek için mücadele ediyor.

Tarthlı Brienne, GoT’un kadın savaşçı karakterlerinden… Bazı yönleriyle Jeanne d’Arc’a çok benziyor ama aynı zamanda ondan epey farklı. Brienne yaradılışının savaşçı tarafını ön plana çıkartan biri, o nedenle de doğasında duygulara yer yok. Duygularını kendisi ve etrafındaki önemsediği kişiler için bir risk olarak görüyor. Jeanne d’Arc nasıl kendinden emin bir karakterse, Brienne de bir o kadar güçlü bir karakter ama bunu umuttan yoksun bir şekilde şeref, adalet, acı ve çaresizlikten beslenerek yapmayı tercih ediyor. Her iki karakterin en temeldeki ortak yönü ise ikisinin de alay edilmemek ve ciddiye alınmak için savaşmak zorunda bırakılmış olması…

Umutsuz Adam ve Jon Snow

Solda – Gustave Courbet, Umutsuz Adam, 1844-1845, Özel Koleksiyon | Sağda – Jon Snow.

Courbet’nin Umutsuz Adam Otoportresi, sanatçının yapmış olduğu pek çok otoportresinden bir tanesidir. Courbet, bu tabloda kendi yüzünün ön cepheden resmedildiği ve gergin, klostrofobik, tuvali tamamen kaplayan bir halini bizlere sunuyor. İfadesinde korku ile karışık bir psikoz hali var. Courbet bu eserini ölene kadar kendi stüdyosunda tutmuş. Yanı başından ayırmak istemediğine göre onun için anlamı büyük olmalı. Belki de ona köklerini, genç bir sanatçı olarak bir yandan geçinmeye çalışırken bir yandan da kendi elleriyle itibarını inşa etmeye çabaladığı geçmişini hatırlatıyordu.

Öte yandan Jon Snow ise, hepimizin bildiği gibi, aslında kendi kökleriyle ilgili şeyler hakkında tam olarak bilgisi olmayan biriydi. Ama yine de Snow’un hayata geri dönüş anını hatırlayacak olursak, sanki kendisi için değerli olan her şeyi birer birer kaybettiği o anları defalarca yaşıyormuşçasına yüzünden Courbet’nin umutsuzluğu yansıyor.

Gülün Ruhu ve Margaery Tyrell

Solda – John William Waterhouse, Gülün Ruhu, 1908, Özel Koleksiyon | Sağda – Margaery Tyrell.

Açıkçası GoT’un yaratıcılarının John William Waterhouse’un eserlerini yakından incelemeye aldıkları zaten bilinen bir gerçekti. Yukarıdaki görselde Margaery Tyrell’in, Waterhouse’un Gülün Ruhu adlı eserindeki modeliyle aynı pozu verdiği görülüyor.

Waterhouse bu eserine isim verirken büyük ihtimalle Guillaume de Lorris’nin 13. yüzyıl Fransız alegorik şiiri örneği Le Roman de la Rose’un bir nevi Orta Çağ İngilizcesine çevirisi niteliğindeki ve Chaucer’a ait olduğu düşünülen rüya şiiri tarzındaki Gülün Romanı’ndan esinlenmiş. Gülün Romanı, anlatıcının onu mükemmel aşkı simgeleyen bir güle götürecek olan aşk tanrısı ile kutsal bir yolculuğa çıkmasını konu alıyor. Gülün Ruhu, sanatçının yaratıcılık açısından olgunluk dönemine denk geldiği kabul edilen bir eseri. Modern üsluba uyum sağlamaya çalışırken aynı zamanda kendine özgü vizyonunu da korumayı bilen Waterhouse yaşadığı dönemde hem hamiler hem de halk tarafından takdir gören bir sanatçı oldu.

Elbette GoT’un tüm sezonları boyunca buna benzer çok daha fazla örnek bulunabilir. Diziyi bugüne kadar birçok sanat eleştirmeni ya da uzman farklı açılardan inceledi ve incelemeye devam ediyor. Getty of Thrones kampanyasıyla başlayan ve dizi sezonlarını Orta Çağ Sanatı açısından inceleyen Bryan Keene’den, Harvard’da Game of Thrones temalı tarih dersini müfredata koyan Sean Gilsdorf ve Racha Kirakosian’a kadar çok çeşitli alanlara yayılan bu listeyi daha da uzatmak mümkün.

Sonuç olarak yazıya konu olan benzerliklerin hepsinin GoT’un yaratıcıları tarafından önceden tasarlanarak uygulanıp uygulanmadığını bilemeyiz belki ama hem Game of Thrones hem de sanat piyasası açısından bakılacak olursa bu kesişmenin her iki taraf için de verimli olduğunu söyleyebiliriz.

Daily Art Magazine‘den çeviren: Erdem Gürsu

İlginizi Çekebilir

Eleştiri

Gizem Akkoyunoğlu'nun Sanatorium'da gerçekleşen "Kudretin Silüetleri" sergisini Oğuz Karayemiş değerlendirdi.

Söyleşi

Kundura DocLab vesilesiyle İstanbul’a gelecek olan Rabih Mroué ile dünya ahvalini, tiyatro ve performans ilişkisini ve İstanbul’la bağını konuştuk.

Söyleşi

Dirimart Pera’daki “Öfke” sergisi vesilesiyle Shirin Neshat’la son dönem çalışmalarını, Türkiye’deki ve İran’daki kadın hakları mücadelelerini konuştuk.

Söyleşi

İrem Tok ile “Karanlıkla Buluşmak” üzerinden yakın dönem işlerini, insansız hikâyelerini, kültür-doğa-insan üçgenini ve SAHA Studio’daki çalışmalarını konuştuk.