Connect with us

Ne arıyorsun?

Argonotlar

Gündem

Kültür etkinliklerinden kültür politikalarına

“Belirli bir sosyo-kültürel dönüşüm perspektifi demokratik ve kapsayıcı şekilde belirlenmediği, liyakatli kadrolar yeterli kaynak ve yetkiyle donatılmadığı sürece kültür etkinliklerinin yekûnu bir kültür politikası oluşturamaz.”

"10x10=100 Büyük Proje" toplantılarının 9. ve 10.’su olan "Özgür İstanbul" ve "Yaratıcı İstanbul için tam yol ileri" başlıklarıyla gerçekleştirilen toplantıdan, Fotoğraf: İBB

Yerel yönetimlerin stratejik planlarının hazırlık çalışmalarının başladığı şu günlerde kültür politikalarını bu açıdan düşünmek çok önemli. 

31 Mart yerel seçimlerinin üzerinden neredeyse iki ay geçti. Mazbatalar alındı, kadrolar kuruldu, hevesle icraatlara başlandı. 

Bu manzaraya bakınca aklıma nedense “Alice Harikalar Diyarında”ki Beyaz Tavşan karakteri gelir. “Ay ay geç kalacağım!” diyerek koşuşturan ve Alice’i de peşine takan Beyaz Tavşan. 

Sonra Gülten Akın düşer aklıma: 

“Ah, kimselerin vakti yok

Durup ince şeyleri anlamaya”

Makamlarına oturup özel ve kamusal vaatlerini gerçekleştirmeye soyunan belediye başkanları da Beyaz Tavşan misali icraattan icraata koşuşturmaya başlar; ince şeyleri düşünmeye, anlamaya vakitleri yoktur. Beş yılın sonunda da ortaya sayılar, fotoğraflar, haberler, sosyal medya paylaşımlarından oluşan icraatlar manzumesi çıkar. Neden, niçin, nasıl’ın pek önemi kalmaz, önemli olan yapmış, etmiş, gerçekleştirmiş olmaktır. Çünkü geçer akçe odur.

Geçer akçelerle sorunu olup da akçeleri değiştirmeye çalışanların, değişmesini umup hayal edenlerin ağzında kekremsi bir tattır kalan. Yapıp edilenleri yadsımadan başka kentlerin, başka bir dünyanın var olabileceğine dair özlem taşıyanların makus kaderi böylece kendini gösterir. Onca yapılıp edilene rağmen bir değişim ihtimali, tutarlı ve istikrarlı bir politik vizyon cılızlığını korur.

Bu yazının konusu olan kültür alanı da bu “geçer akçe” sendromundan azade sayılmaz. Katıldığımız onca etkinlik varken; festivaller, şenlikler, konserler, dinletiler, sergiler, müzeler, gösteriler, paneller birbirini kovalarken bir kültür politikasının varlığı tartışmalıdır. Çünkü safi kültürel, sanatsal etkinlikler düzenlemek, organizasyonlar yapmak nihayetinde bir kültür politikasına tekabül etmez. Kamu erkini ve kaynaklarını kullanan kurumların bunca icraatı kamu politikası anlamına gelmez. 

Bu iddiamın temelinde İKSV’nin Marmara Belediyeler Birliği’nin iştiraki ve Avrupa Birliği’nin desteğiyle hayata geçirdiği Ortaklaşa projesi kapsamında kaleme aldığım Kültür Politikaları raporunun bulguları yatıyor. Bir ekosistem olarak tarif etmeye çalıştığım kültür politikaları evreninin kişisel ve siyasi cendereler içinde, plansız, programsız, bir değişim teorisine dayanmaksızın işlediğini iddia ediyorum.

Bu satırları tam da yeni bir dönemin başlangıcında, farklı bir belediyecilik anlayışı arayışında olanlara belki ilham olur diye raporun bulgularını bir kez daha ifade etmek amacıyla kaleme alıyorum. Bu tartışmayı boşlukta, soyut önermelerle yapmak yerine somut bir belge üzerinden yürütmek istiyorum. Bunun için de İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin seçimin hemen arefesinde kamuoyu ile paylaştığı “Kültür Hakkı – Kent Hakkı” metnine başvuracağım. Böylelikle eksikliğini iddia ettiğim yerel kültür politikalarını, bunu aşmak niyetiyle atılmış bir adımın önemini ve zaaflarını tartışmayı amaçlıyorum.

Kültür hakkı – kent hakkı

İBB Kültür’ün 27 Mart 2024’te yayınladığı metin, İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin önümüzdeki beş yıla yönelik kültür ve sanat stratejisini ortaya koyma iddiasını taşıyor. Belgenin giriş yazısında Ekrem İmamoğlu “kültürün toplumsal uyum, birlikte eğlenme ve kentimizdeki hayat kalitesini yükseltmek üzere oynayacağı rolü öne çıkarma ve neşe içinde birlikte yaşanacak bir şehir yaratma” amacını taşıdığı bir kültür vizyonu tarif etmiş. Önümüzdeki dönemde İBB’nin toplumsal uyuma hizmet edecek, birliktelikleri teşvik edip kolaylaştıracak, neşeli ve kaliteli bir yaşamı barındıracak bir kentin ortaya çıkmasına yönelik olarak kültürel etkinliklere ağırlık verme niyetini görüyoruz. Keyifli buluşmalarla, müşterek bir kültürün gelişmesini sağlamak şeklinde özetlenebilecek hedef, yukarıda genel olarak eksikliğine dem vurduğumuz bir değişim teorisi bakışının izlerini taşıyor. Beş yıl boyunca düzenlenecek etkinliklerin öncelikli bir odağı ve amacı olacağını anlıyoruz.

“10×10=100 Büyük Proje” toplantılarının 9. ve 10.’su olan “Özgür İstanbul” ve “Yaratıcı İstanbul için tam yol ileri” başlıklarıyla gerçekleştirilen toplantıdan, Fotoğraf: İBB

Tüm etkinliklerin bu amaçla doğrudan ve görünür bir ilişkisi olması gerekmiyor elbette. Didaktik bir dönüşüm telkini barındıran kamu spotlarından bahsetmiyoruz. Aynı kitapları ücretsiz dağıtmanın, aynı marşları, şarkıları söyletmenin, ideolojik savları ve sloganvari önermeleri benzer imge ve söylemlerle tekrar tekrar servis etmenin bir kültürel dönüşüm sağla-ma-yacağını artık az çok biliyoruz. Parmak sallayarak öğreten, uyaran, dayatan söylemlerin yerine estetik bir paylaşım da sunan eser ve etkinliklerle dönüşümün hedeflenmesi gerekiyor. Siyasi propaganda ile kültürel etkileşim/dönüşüm arasındaki fark burada yatıyor. 

Vizyonun toplumsal uyum arayışı, benim İKSV’nin raporunda “kültür ekosisteminin medeni hizmetleri” diye adlandırmayı yeğlediğim boyutu düşündürüyor. Kültürel hizmetlerin kentin sakinlerini buluşturarak hemşehrilik bağlarının tesisi ve güçlenmesine katkı sunacağını düşünenlerdenim. Yusuf Atılgan’ın Aylak Adam’da “sinemadan çıkmış insan” olarak tarif ettiği ruh halinin sadece sinema değil kültürel alanın tüm dallarıyla yaygınlaştırılıp, ortak bir kentlilik zemini yaratarak hemşehri hukukunun tesisine hizmet edeceğine inanıyorum. Ama tam bu noktada hemşehri hukukunun sadece bir uyum değil, eşit katılım ve adil hizmet şartlarını da hatırlayıp İBB’nin Vizyon Belgesi’nin ortaya koyduğu amaçların nasıl ve ne kadar demokratik belirlendiği sorusunu gündeme getirebiliriz. İBB nezdinde 2020’de İstanbul Kültür Sanat Platformu Danışma Kurulu’nun kurulduğunu, 2023’te de İstanbul Sanat Meclisi tarafından Feshane’deki “Ortadan Başlamak” sergisinin gerçekleştirildiğini biliyoruz. Sergiye ev sahipliği yapan Artİstanbul’un açılışına dair İBB’nin web sitesinde yer alan habere göre İstanbul Sanat Meclisi,“Kolektif güce inanan, yatay bir hiyerarşide çalışan, tüm kültür sanat emekçilerini kucaklayan ve organik üyesi kabul eden İstanbul Sanat Meclisi; eşitlikçi, çoğulcu ve daha özgür bir sanat ortamı için bir araya gelmiş.”

Ne yazık ki iki yapının da akıbetine dair başka bir malumatımız yok. Vizyon Belgesi’nin hazırlanmasında da bu ve benzeri kolektif, katılımcı yapılardan ne kadar katkı alındığını bilmiyoruz. Sadece belgenin en başındaki “Kültür Hakkı – Kent Hakkı ismi ile ortaya çıkan, bu belgenin hazırlanmasına katkı sunan tüm kültür insanlarına teşekkürlerimizle…” ifadesinden sürece katılan kültür insanları olduğunu anlıyoruz. Fakat bu kültür insanlarının kim olduğu, nasıl ve ne biçimde katkı verdiğine; yani sürecin yöntemine dair hiçbir detay verilmediği için belgenin ne kadar kapsayıcı, katılımcı ve müzakereci bir şekilde hazırlandığını bilmemiz mümkün değil.

Bu vesileyle toplumsal barışı, kültürün demokratikleşmesini ve adaletini savunan pratiklerin kurgu aşamasından itibaren bu amaçlara yönelik ilkelerle, uyumlu yöntemlerle hayata geçirilmesinin öneminin altını çizmiş olayım. Evet, belli ki bu belge seçimlere yetiştirilmeye çalışılmış ama o da olmasaydı seçimden sonra altı ay içinde stratejik plan yapılması gerekecekti. Zaten beş yıl nedir ki; göz açıp kapayıncaya kadar seçim sath-ı mailine yeniden girilecek. Neoliberal dönemin dayattığı bu hızlı karar ve icraat dayatmalarına direnmeden ne yazık ki onun vazettiği değerlerle mücadele etmek de pek kolay değil.

Sonuçta hazırlama yöntemine dair yeterince bilgimiz olmasa da bir belediyenin önümüzdeki dönemde politikalarını belirlerken kerteriz almayı vaat ettiği birtakım amaçlar olduğunu görüyoruz. Yapıp edilenlerin tutarlı bir kamu politikası niteliği kazanması için bu önemli bir özellik. Fakat adaylık ve seçim öncesinde, stratejik planlarda böylesi niyetlere çok rastlayıp da bunların gerçekleştiğine nadiren rastladığımız için icraat aşamasına da daha yakından bakmakta yarar var.

Kurumsallaşmış katılımcı yönetim, liyakatli kadrolar

İBB’nin Kültür Hakkı – Kent Hakkı gibi vizyon belgelerinin neye, ne kadar, nasıl hizmet edeceği bu vizyonu hayata geçirmekten sorumlu ve yetkili olacak kadrolara bağlı. Tüm hizmet alanları için elbette geçerli olan bu tespit, kültür alanında biraz daha kritik. Teknik hizmet alanlarından farklı olarak kültür alanında önceliklerin, ihtiyaçların ve taleplerin belirlenmesi ve ona yönelik hizmetlerin kurgulanması daha zor çünkü genel geçer yöntem ve pratiklerle yetinmek kolay değil. Yerel kültürü tanımak, sanat dalları ve organizasyonlarına, bu alanların yetenekli, deneyimli profesyonellerine dair aşinalık ve tüm bunları değerlendirebilecek estetik bir bakış büyük önem taşıyor.  

Oysa belediyelerin kültür birimleri herkesin görev alacağı yerler gibi görülüyor. Teknik değil estetik, nesnel değil kültürel beceriler gerektiren pozisyonlara sosyal organizasyon yapabilecek herkesin getirelebileceği sanılıyor. Böyle olunca da belediye başkanının kişisel ilişkileri ve/veya siyasal angajmanı kültür yöneticilerinin belirlenmesinde ana etmen oluyor. Keyfiliğe izin veren bu algı yüzünden bir dönem boyunca yöneticilerin de sık sık değişebildiğine şahit oluyoruz.

Kültür politikalarında istikrarsızlığa da mahal veren bu eğilimi aşmanın yolu kültür yönetiminin de belli uzmanlık, deneyim ve beceriler içermesi gereken bir kadro gerektirdiğinin kabulüyle başlıyor. Farklı kültürel kimlik ve pratiklere karşı eşit mesafeyi koruyacak, sanatsal çalışmaların niteliğini anlayabilecek liyakatte yöneticilerin göreve gelmesi ve karar alıp onları icra edebilecek yetki ve kaynaklarla donatılmaları büyük önem taşıyor. Elbette tüm belediye birimleri için geçerli bir önerme olsa da kültür birimlerinde gözlediğimiz keyfilik ve istikrarsızlık liyakat ihtiyacının altını daha kalın çizmemizi gerektiriyor.

Kadroların liyakatle oluşturulmasının yetmeyeceğini de hemen eklemek lazım. Çünkü yerel hizmetlerin birçoğundan farklı olarak kültür politikaları hem aktör hem de içerik olarak çok geniş bir yelpazeye hitap eder. İcracılar; yani kültür etkinliklerini hayata geçirenler bakımından sahne sanatçıları, plastik sanatçılar, el sanatçıları gibi birbirinden farklı faaliyet alanları söz konusudur. Her birinin ihtiyacı farklı, talepleri değişkendir. İzleyiciler için de aynı çeşitlilik geçerlidir. Farklı kültürler, yaşlar, ilgi ve beğenilerin varlığında kültür politikalarının belirlenmesi teknik bir süreç olmanın çok ötesine geçer. Tercihlerin, beğeni ve taleplerin bu kadar farklılaştığı bir hizmet alanında müzakere ve katılım daha kritik bir anlam taşır.

Kültür yönetimine dair bu gereklilikler açısından İBB’nin kültür vizyonu umutvar bir haber veriyor; İstanbul Kültür Politikaları Merkezi’nin (İKPM) kurulacağını vaat ediyor. “Kültürün ve sanat üretiminin yapısal sorunlarına katılımcı bir yaklaşımla, araştırmalar ve veriler ışığında ortak çözümler arama görevini” üstlenerek “yerel yönetimin kültür hayatını düzenleyici, kolaylaştırıcı ve esnek çözümler geliştirilmesini örgütleyen rolünün belirginleşmesine katkıda” bulunmaya bir aday olarak sunuluyor. İKPM’nin İstanbul’a yönelik öncelik ve politika önerileri geliştirme sorumluluğunu taşıyacak Kültürel Araştırma ve Analiz Birimi’nin haricinde farklı sanat dallarına yönelik destek birimleri ve kültür fonunu da yöneteceği duyuruluyor.

Kültür hayatının düzenlenmesi, kolaylaştırılması gibi hedeflerle yola çıkan İKPM’nin başarısı kültür sanat alanının aktörleri ile kuracağı ilişkilere bağlı olacak. Vizyon belgesinin oluşturulması aşamasında dile getirdiğimiz katılımcı, kapsayıcı yönetim anlayışın politikaların uygulama aşamasında geçerli olması, kültür alanının demokratik ve etkin yönetimi için önemli. Ülkenin genel antidemokratik halet-i ruhiyesinin kültürel alana da yoğun olarak sirayet ettiğini biliyoruz. Bırakın destek olmayı sanatçıların kendi imkânları ile yapıp ettiklerine bile engel olunan bir dönemden geçiyoruz. Oysa seçimin ardından daha kısa bir süre geçmesine rağmen arka arkaya sansür haberleri aldık. Metin Sakoğlu’nun Atatürk Kültür Merkezi’nde sahneye koyduğu beş oyunu Murat Kurum hakkında yaptığı bir espri sebebiyle Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından iptal edildi.  Tam da altını çizmeye çalıştığımız demokratikleşme ivmesine yakışır bir şekilde İBB, sanatçının sahnelediği oyunlar için MetroHan’ın kapılarını açtı. Fakat tam da aynı günlerde bir başka CHP’li belediye olan Tepebaşı Belediyesi, hem de sansür, otosansür, engelleme ve kısıtlama konulu “Vallus” sergisini “muhtarlara yemek verebilmek için” belirlenen tarihten önce kapatma kararı aldı.

Kültürel demokrasi ve demokratik kültür

Bu kadar yakıcı bir ihtiyaç olduğu halde Vizyon Belgesi’nde demokratikleşme gereğine herhangi bir vurgu göremiyoruz. Raporda “Kültürel Demokrasi” diye bir başlık var, evet ama altındaki projeler daha ziyade kültüre erişim imkânlarının geliştirilmesi amacını taşıyor. Vizyon Belgesi kültür bölgeleri, açık hava etkinlik alanları, müzeler, kütüphaneler, kitapçılar, “simge mekânlar”, sanat merkezleri, destek birimleri, festivallerlebir projeler kataloğuna dönüşüveriyor. “Kültür Hakkı” başlığı altında “kültürel ifadelerin çeşitliliğinin tanıtılması ve geliştirilmesi, tüm kentlilerin kültürel çeşitlilik bilinciyle kültür hayatında rol almalarının sağlanması” önceliği zikredilse de buna yönelik olarak sadece hemşehrilerin ana dilinde kültürel programların düzenleneceğini ve Romanlar’a yönelik bir kültür merkezinin açılacağını öğreniyoruz.

Kültürel çeşitliliğe yönelik hassasiyetin kıymeti yadsınamaz ama bu niyetin kültürün demokratikleşmesine ve uzun vadede de demokrasi kültürünün gelişmesine hizmet edebilmesi için farklı kültürlere ifade imkânı tanımanın ötesinde siyasal farklılıkların da kültür alanında var olmasının sağlanmasına ihtiyaç var. Öyle ya eğer kültür hakkını kent hakkı bağlamında düşüneceksek, kentin kültürel olduğu kadar siyasi farklılıkları da barındırdığını ve bunların temsilinin de büyük önem taşıdığını hatırda tutmalıyız. Bunun yolu da yukarıda altını çizdiğimiz gibi kültürel planlama ve programlama süreçlerine, yurttaş katılımına imkân tanıyan kapsayıcı bir yönetim anlayışı ve pratiklerlerden geçiyor.

Vizyondan politikaya geçiş

Onca etkinlik varken kentlerin neden kültür politikası olmadığına dair iddiamı temellendirebildiğimi umuyorum. Belli bir sosyo-kültürel, hatta politik bir dönüşüm perspektifi demokratik, kapsayıcı şekilde belirlenmediği ve yönetilmediği, liyakatli kadrolar yeterli kaynak ve yetkiyle donatılmadığı sürece kültür etkinliklerinin yekûnunun bir kültür politikası oluşturamayacağını iddia ediyorum. İBB’nin seçimin arefesinde yayımladığı Kültür Hakkı – Kent Hakkı vizyon belgesi dikkat çektiğimiz tüm eksiklerine rağmen önemsenmesi ve takipçisi olunması gereken bir çerçeve sunuyor.

Tam da yerel yönetimlerin çoğu için yasal bir zorunluluk olan stratejik planların hazırlık çalışmalarının başladığı bu günlerde kültür politikalarını bu açıdan düşünmek çok önemli. Sadece birbirinden cazip projeleri arka arkaya sıralamanın ötesine geçip, demokratik bir kent yaşamının tesisi adına, alana dair kararların kapsayıcı ve katılımcı bir şekilde alınmasını, alınan kararların hayata geçirilmesi için gereken kaynakların ayrılmasını, sürecin yönetiminin liyakate dayalı olarak kurumsallaşmasını ve alanın farklı aktörleri ile işbirliği ve ortaklık zeminlerinin tesis edilmesini öngören stratejik bir bakışa dayanmayan planların da kültür etkinliklerinin kültür politikasını oluşturamayacağının hatırda tutulmasını umarak tartışmamı sonlandırayım.

İlginizi Çekebilir

İş İlanları

Zilberman, bünyesinde görev almak üzere Program Yöneticisi arıyor.

Söyleşi

Nazım Hikmet Richard Dikbaş ile benlik sunumları, mektup-sergi türü, sanat hayvanı olma sorunsalı, aktivist kimliği, çizimlerinin etnografik-felsefi bağlamı ve çeviri meselesi üzerine konuştuk.

İş İlanları

13 yıllık restorasyonun ardından yeniden hayat bulan Zeyrek Çinili Hamam, İletişim ve Pazarlama Uzmanı arıyor.

Gündem

Senelerdir yönelttiğimiz eleştiri ve önerilerimizle, ulusal boyutta devlet politikasıyla yapılması gereken değişimlerin gerçekleşmesini beklemek yerine yapabileceklerimiz üzerine yoğunlaşma yolları.