Connect with us

Ne arıyorsun?

Argonotlar

Eleştiri

Gündelik hayatın koreografisi

Berlinli belgesel tiyatro kolektifi Rimini Protokoll’ün “Remote İstanbul” projesi, Beykoz Kundura yapımcılığında üçüncü kez İstanbul sokaklarında! Beykoz Kundura işbirliğiyle hazırladığımız metin performans öncesi bir rota sunuyor.

Remote İstanbul

Gündelik hayatımızı şekillendiren hareketlerin ne kadarı farkında olmadan içselleştirdiğimiz, hatta belki de mecbur kılındığımız bir sosyal koreografinin ürünü, ne kadarını kendi isteğimizle yönlendiriyoruz? Peki ya itkilerimizin ne kadarı topluma ayak uydurma ne kadarı birey olma arzusunun ürünü? Bir kararın sebeplerinin karar veren kişi için asla tamamen görünür olamayacağını öne sürerek “İnsan istediğini yapar ama istediğini isteyemez” diyen Schopenhauer haklıysa özgür iradeden bahsetmemiz bile mümkün değil. Bu çağda artık tek soru kendi özgür irademiz de değil. Konrad Zuse’nin satranç oynama algoritmaları üzerinde çalıştığı 1940’lardan bu yana makinelerin iradi davranma ve kimlik oluşturma yetisini de tartışıyoruz. İlerleyen teknolojlerin dayattığı şartlar değişse de özgür iradeye yönelik sorunların içeriği fazla değişmiyor. Özgür iradenin varlığını kabul eden liberteryenler geçtiğimiz yüzyıldan bu yana özgürlüğün getirdiği ahlaki sorumluluğa vurguda bulunurken bugün robot futbolu, militer robotlar ya da gözetleme drone’ları gibi karmaşık sistemler söz konusu olduğunda da sadece yapay zekanın kapasitesi değil otonom makinelerin sorumluluğu ve cezai ehliyeti gibi iradeye dair konular da sorguya tabi tutuluyor.

Çoğunlukla interaktif sahne ve radyo oyunları, müdahale ve sahnesel yerleştirmeleriyle tanınan Berlinli deneysel tiyatro kolektifi Rimini Protokoll, 2013 yılında başlayan Remote X projesi ile hem özgür iradenin sınırlarına hem de yapay zeka ile doğanın birbirlerine müdahale yollarına yönelik soruların cevaplarını araştırıyor. Aradığı cevaplar akademik değil deneyimsel. Remote yaklaşık iki saatlik bir süre boyunca katılımcıların kulaklıklarından gelen sentetik bir sesin talimatlarını takip ederek farklı durumların içine girdikleri bir şehir yürüyüşü rotasında hayat buluyor. Göstermekten ziyade deneyimlemeye dayalı projeleriyle 2000 yılından bu yana sahne ve oyuncu kavramlarının içeriğini genişleten kolektifin Remote X projesi şehirleri sahneye, katılımcıları ise hem oyuncu hem de izleyiciye dönüştürüyor. Bugüne kadar New York’tan St. Petersburg’a, Sao Paulo’dan Abu Dhabi’ye 50’yi aşkın şehirde hayata geçmiş olan projenin İstanbul ayağı ise Beykoz Kundura’nın yapımcılığında bu sene üçüncü kez gerçekleşiyor.

Remote İstanbul Koşuyolu’nda Manolya Parkı’da başlıyor. Belki de bunun da öncesinde, tanımadığımız bir grupla bilinmeyen bir rotaya kendimizi bırakacak olmanın gerilimini ya da merakını hissettiğimizde. Sanal rehberimiz bizi etrafımızı saran yapay-doğal ikiliğinin farkına varmaya davet ediyor ilk olarak. Gökdelenleri beton ağaçlara, dip dibe duran evleri hapishanelere, şehri tek bileşeni devreden çıksa bile değişen bir organizmaya benzetiyor. Biz de yaklaşık iki saatliğine değişen bireyler oluyoruz. Sokaklardan, caddelerden, köprülerden geçiyoruz. Bazen yolları işgal edişimizle diğer yayaları ya da araçları kızdırıyoruz. Ama bunu birlik halinde yapmak her şeyi kolaylaştırıyor. Bizi sürü, kendini ise çoban olarak niteleyen bu ses, sürü olarak daha güçlü olduğumuzu hatırlatıyor. Davranışımızın sorumluluğunu almak zorunda olmadığımızda, sürüde yittiğimizde, bir etkinliğin çatısı altına sığındığımızda daha güçlü hissediyoruz. Remote İstanbul’da olduğu gibi meydanlarda ya da metroda dansedebiliyor, güvenlik kameralarına ya da yabancılara el sallayabiliyor, dar bir ara sokakta koşu yarışı yapıp insanların şaşkın bakışları ya da gülüşleri karşısında sosyal anksiyeteden uzak durabiliyoruz. Sokaktaki diğerleri bunun bir flash mob hatta politik bir gösteri olduğunu düşünebilir, hatta İstanbul gibi bir şehirde yasal engellemelerle karşılaşmak çok olası. Ama buna iznimiz olduğunu bilmek gerçekliği unutturabilen bir rahatlama yaratıyor.

Ama neyse ki Remote İstanbul böylesi “eğlenceli” anların yarattığı geçici bir güçlenme illüzyonunu yıkan anlarla dolu ve derdi bize iyi hissettirmek değil, hislerimizin ardındaki sosyal arka planı sorgulatmak. Etkinliğin yarattığı baskın his güç ya da güven olmanın çok uzağında. Nihayetinde bizi bir araya getiren ne politik ne de kültürel bir birlik, sadece bir bilet. Birbirimizi tanımıyoruz. Sadece bir kitleyiz ve dinlediğimiz ses de üzerimizdeki iktidar. Böylesi bir deneyim nasıl sadece iyi hissettirebilir ki? Elias Canetti’nin dediği gibi “Kitle yıkıcı, iktidar öldürücüdür. Ölüme karşı direnmenin yolu ise emre karşı koymak ve yaratmaktır.” Bizse karşı koymuyor, her denileni yapıyoruz. Yürüyüş sırasında bireysel kararlar almaya çalıştıkça gruba uyumsuzluğumuz yüzümüze çarpılıyor, üstelik kararlarımız Big Data için tahmin edilir olduğundan özgürleşemiyoruz. Ne de olsa bu kararların çoğu bilinçli değil. Bir otoparkta kendi statümüze uygun bir araba seçmemiz istendiğinde bunu hemen yapıyoruz. Sınıfsallığımızı sorgulamaya fırsat bile kalmadan bilinç dışı itkilerle makinayla özdeşleşebiliyoruz.

Remote İstanbul en kışkırtıcı ve melankolik anlarından bazılarında bir an için yan yana olsak da aslında yalnız ve ölümlü olduğumuzu hatırlatıyor bize. Yapay zeka, topluca bir aynaya bakarken gruptan kimin ilk olarak öleceğini soruyor örneğin. Ya da bir hastanenin yanından geçerken içerideki “zamandan ayrı düşmüşler”den bahsediyor ve soruyor: “Makinelerin yapay şekilde ömrünüzü uzatmasını ister miydiniz?” Bir alışveriş merkezinin boğucu sterilliği içerisinde dolaşan insanların kendi ölümlerini canlandırdıklarını söylüyor. Remote Istanbul yapay zeka-insan ve birey-toplum çatışmalarına yönelik sorularını bazen mizahi, bazen analitik ama sıklıkla da can acıtan bir doğrudanlıkla soruyor. Amaç ne yapay zekayı ne de grup dinamiklerini lanetlemek. Sadece onlarla bireysel ilişkimizi hisler ve yaşantılar üzerinden sorgulatmak.

Yürüyüşün ve metnin yüksek temposu deneyimleri sindirmek için gereken zamanı bırakmıyor. Yapay zeka tarafından okunanın aslında bir tiyatro metni olduğunu ve grup rehberlerinin varlığını bilmenin verdiği güven de performansın sürprizli rotasının ve huzur kaçırıcı sorularının yarattığı gerilim ile çelişiyor – ki bu gerilim katılımcının kendini sorgulamasına zaman bırakan boşluk anlarıyla ya da katılımcılara daha faza bireysel karar verme imkanının sunulmasıyla daha da yükseltilebilirdi. Ancak nihayetinde içinde bulunduğumuz durumun sınırları ve güvenlik gibi bir meselesi olan bir tiyatro oyunu olduğunu ve içinde olduğumuz bu kolektif filmi yarıda bırakıp gitmenin de kendi seçimimiz olduğunu hatırlamak lazım. Ve tabii performansın asıl etkisinin kendini sonrasında göstereceğini. Gruptan ayrılıp gündelik hayata döndüğümüzde zihin ve beden hafızasının az önce absorbe ettikleri şehirdeki dinamiklere bakışımızı dönüştürüyor. Sahne sanatının gündelik hayata entegre edilmesiyle birlikte teknolojinin, mimarinin ve diğer insanların dayattığı akışın sosyal koreografisini daha iyi gözlemlemek mümkün oluyor ve sıradan bir günde nedenini sorgulamadığımız seçim ve hareketlerimiz gündelik olmaktan çıkıp sosyal bir alanın muhafazakar ya da ilerici dönüştürücüleri haline geliyor.

İlginizi Çekebilir

Duyurular

border_less ARTBOOK DAYS’in altıncı edisyonu, bu sene 3–5 Mayıs tarihleri arasında Yapı Kredi Kültür Sanat Yayıncılık ev sahipliğinde gerçekleşiyor.

Söyleşi

Larissa Araz ile Versus Art Project'te gerçekleşen “In Hoc Signo Vinces” sergisi üzerine konuştuk.

Eleştiri

Gizem Akkoyunoğlu'nun Sanatorium'da gerçekleşen "Kudretin Silüetleri" sergisini Oğuz Karayemiş değerlendirdi.

Söyleşi

Kundura DocLab vesilesiyle İstanbul’a gelecek olan Rabih Mroué ile dünya ahvalini, tiyatro ve performans ilişkisini ve İstanbul’la bağını konuştuk.